Manevi Değer / Santimental Value / Affeksjonsverdi

Trier’ın Kişisel Mirası : Sinema, Aile ve Hafızayı Anlatmak

Çoğu filmde olduğu gibi, bu filmde yer alan deniz ve su sekansları arınma isteğiyle özdeşleşiyor. Norveç’in ruhundan belki, film sıcak duyguları ortaya çıkarmakla pek ilgilenmiyor. Her ne kadar duyguların yönettiği bir film olsa da Sentimental Value, duygusal bir soğukluğu ortaya çıkarıyor. En ağır duygusal çatışmanın yaşandığı sahne bile soğuk bir dramatik tavırla anlatılıyor. Film, kişisel bir affetme hikayesi olarak da dikkat çekiyor.

OrtaKoltuk Puanı:

 

Affetmenin Estetiği

Yönetmen koltuğunda Oslo Üçlemesinden ve The Worst Person in the World filmlerinden tanıdığımız Joachim Trier’i gördüğümüz filmin senaryosunu Joachim Trier, Eskil Vogt’la birlikte yazdılar. Filmde yer alan oyuncularsa şöyle sıralanıyor : Renate Reinsve, Stellan Sc-karsgard, Elle Fanning, Inga Ibsdotter Lilleaas. Norveç yapımı filmin Almanya, İsveç, Danimarka gibi pek çok ortak yapımcısı var. 132 dakikalık ekran süresi boyunca durağan bir film izliyoruz; fakat bu durağanlık dinginlik sağlıyor, seyirciyi sıkmıyor. Türkiye vizyon tarihi 26 Aralık 2025 olarak görünüyor. Ben filmi Ankara Filmekimi kapsamında izledim. Biletler satışa çıktığında biletleri ilk tükenen film olduğunu belirtmem gerekiyor. 2026 Oscarları için Norveç’in Oscar aday adayı olarak komiteye sunduğu film oldu. Cannes Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülünü kazandı. Palme d’or kazanan It Was Just an Accident’i ödül için yeterli bulmayanlar olmuştu. Altın Palmiye’yi Sentimental Value’nun kazanması gerektiğini; ama ödülün politik sinemayı ödüllendirmek adına It Was Just an Accident’e verildiğini savunanlar vardı. Her yıl büyük festivaller ve ödül törenlerinde bu tarz tartışmalar yaşanır; ancak bu yıl hem Cannes hem Venedik ödül komitesinin epey tartışmalı kararlar verdikleri iddia edildi. Sonuçlar özellikle eleştirmenleri tatmin etmiş gibi görünmüyor.

Sentimental Value, üç ana karakter üzerinden ilerliyor. Yönetmen olan Gustav Borg, kızları Nora ve Agnes. Annelerinin ölümüyle, yıllardır mesafeli bir ilişkiye sahip oldukları babaları Gustav’ın yazdığı bir senaryo aracılığıyla tekrardan kızlarının hayatına dahil olması anlatılıyor. Gustav oyuncu olan kızı Nora’ya (Renate Reinsve) filminde başrol teklif ediyor; fakat Nora senaryoyu okumadan filmde oynamayı reddediyor. Bunun üstüne Gustav senaryoyu dönemin popüler oyuncularından Rachel Kemp’e (Elle Fanning) götürüyor. Yönetmenin filmlerine hayran olan kadın teklifi kabul ediyor. Baba-kız ilişkisi film boyunca katmanlar halinde sunuluyor. Çocukluğun travmaları, terk edilmişliğin sızısı yüzeye çıkıyor. Yönetmen bunu izleyicinin duygularını sömürerek değil de hayatın içinden derin bir mevzu olarak anlatıyor. Filmi izlerken, bunlar hayatın doğal döngüsünde olan yaşanmışlıklar diyorsunuz. Filmin alametifarikası gerçekçi tavrı diyebilirim.

Babanın Bakışı, Kızın Sessizliği

Anlattıkları, hissettirdikleri ve konusu bakımından bir aile filmi olarak tarif edebilirim Sentimental Value’yu. Filmde sıklıkla varlık gösteren ev kavramı, mekan olarak karşımıza çıksa da aile olma fikrinden yola çıkarak aile olamamak üzerine bir yol izliyor. Trier; baba- kız çatışması, kardeşler arası farklılıklar, bağlılık ve terk edilme üzerine bir söylem tutturuyor. Gustav yazdığı son senaryoda kendi ailesini anlatıyor. Anne rolünü yazarken de kızı Nora’yı referans aldığını öğreniyoruz. Gustav’ı tanıdıkça pişmanlık duygusuna pek rastlamıyoruz; ancak filmin içindeki detaylar ve Stellan Skarsgard’ın sadece kelimelerle değil bedeniyle de role hakim olması, hatta saçının teline kadar karaktere bürünmesiyle ortaya çıkan tavrı sayesinde, Gustav’ın dillendirmediği pişmanlıkları dile geliyor. Usta oyuncunun En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu kategorisinde Oscar adayı olacağı konuşuluyor. Üstelik favorilerden sayılıyor; ama oyuncunun filmdeki ekran süresi epey uzun. Bu kadar uzun bir ekran süresi söz konusuyken neden başrol değil de yardımcı rol için adının geçtiğini anlamak mümkün değil. Oyuncunun rakipleri arasında One Battle After Another’daki rolüyle Sean Penn’in ve Hamnet’teki Shakespeare’e hayat veren Paul Mescal’ın adı geçiyor.

Sanatçının Mirası

Sentimental Value, senaryo ve oyuncu performansıyla olarak öne çıkıyor. İnce ince detaylandırılmış, özellikle oyuncuların beden diliyle hikayeye kattıkları derinlik seyirciye fazlasıyla geçiyor. Film, duygu sömürüsüne bir an bile yer vermiyor. Trier sinemasının sessizliğini sevenler, filmin yavaş temposundan şikayet etmeyecektir. Dramayı gerçekçi bir tavırla ele alması Trier filmlerinin ortak paydası sayılıyor. Dolayısıyla film gerçekçi sinema için iyi bir örnek sunuyor. Film aynı zamanda ‘’sanat sanat içindir’’ fikrini de akıllara getiriyor. Gustav’ın yönetmen olması, Nora’nın oyuncu olması, hikayenin bir film yapmak denkleminde geçmesi, Sentimental Value’yu sanat yoğunluğunda geçen bir film olarak kanalize ediyor.

Yönetmenin diğer filmlerinde olduğu gibi, bu filminde de kişisel geçmiş; ailevi bağlar ve sanatın duygusal bedeli üzerine kurulmuş çok katmanlı bir anlatı olarak sunuluyor. Filmin odağına aile ve aidiyet fikrini koyuyor. Baba-kız ilişkisiyle başlayıp, bir aile inşa etme yoluna giriyor. Gustav’ın yıllar sonra kızlarıyla tekrar bağ kurmaya çalışması, aslında kırılan aile bağlarını onarmaya yönelik bir bakış sunuyor. Film inşa edilirken, bu bağları onarma arzusunun gerçek bir pişmanlık mı, yoksa vicdanını temize çekmek mi olduğu düşüncesi ortaya çıkıyor. Gustav’ın tavrı çoğu kişinin eleştirisini kazanıyorken, diğer taraftan kendine özgülük kavramını sorgulatıyor. Yapılan davranışın hatalı olup olmadığını kabul etmek, toplumun doğru olarak kabul ettiklerinden farklı olabiliyor. Filmin adını da verdiği “manevi değer” kavramı filmde zıtlıklarla karşımıza çıkıyor. Bir tarafta duygusal bağlarla ailenin bir arada kalması düşüncesinin temsili Nora ve Agnes varken, diğer tarafta aileye ve aile değerlerine mesafe koyan Gustav yer alıyor.

Filmin doğasında var olan sanatsal tavır; baba karakterinin, kızlarının filmlerinde yer almasıyla kurduğu bağ sayesinde, sanatın sömürülmesi düşüncesini tetikliyor. Trier filmde, sanatın kutsal ve tanrısal taraflarını tek bir potada eritip sömürücü sanat fikrinden besleniyor. Baba karakteri, yönetmenlik mesleğini hayatın kendisi içinde uygulamayı seçiyor. Tavrı, geçmişi telafi etme çabası olarak değil de yeniden kurdukları bağı yönetme dürtüsüyle gölgeleniyor. Nora’nın filmde yer almayı reddetmesiyse, yönetilmek fikrini kabul etmemesini yani özgür iradeyi temsil ediyor. Filmde, geçmiş halı altına süpürülen travmalar eşliğinde ilerliyor. Kötüyü temsil eden geçmiş konusunda karakterler inkar yolunu seçiyor. Dramatik geçmişin yükünü, yüzleşme temasıyla finalleştiren çoğu filme nazaran, Sentimental Value bunu yapmıyor. Bunun yerine; geçmişin yükünü orada bırakıyor, kimse kimseye hesap sormuyor, kimse kaybedilenleri düzeltme yoluna gitmiyor ve bununla yaşayarak hayata karışma güdüsüne ayak uyduruyor.

Mekanın Duygusal Anatomisi

Ev, filmin sembolik anlatımının ana maddesi olarak yer alıyor. Mekandan ziyade bir karakter gibi yansıtılıyor. Yıkılmakta olan yapısı, geçmişin ailenin üstüne çökmesini temsil ediyor. Pencereler dikkat çeken bir başka sembolik karakter konumunda sayılıyor. Pencerelerin açık olmasına rağmen, pencerelerden dışarıyı gözlemlemek, karakterlerin kendi iç hesaplarında boğulmalarının metaforu olarak hissediliyor. Ev, aynı zamanda kişisel hafızayı temsil ediyor. Gustav’ın film çekme arzusu bariz şekilde kontrol duygusunu sembolize ediyor. Çekmek istediği filmin ana temasının ailesini anlatma isteği olması, seyirciyi geçmişi ya da gerçeği yeniden yazmak fikrine yöneltiyor.

Çoğu filmde olduğu gibi, bu filmde yer alan deniz ve su sekansları arınma isteğiyle özdeşleşiyor. Norveç’in ruhundan belki, film sıcak duyguları ortaya çıkarmakla pek ilgilenmiyor. Her ne kadar duyguların yönettiği bir film olsa da Sentimental Value, duygusal bir soğukluğu ortaya çıkarıyor. En ağır duygusal çatışmanın yaşandığı sahne bile soğuk bir dramatik tavırla anlatılıyor. Film, kişisel bir affetme hikayesi olarak da dikkat çekiyor. Geçmişle barışmanın yolu, belki de onu yeniden çekmekle değil, onunla yaşamayı öğrenmekten geçiyor.

Yönetmen : Joachim Trier

Senaryo : Joachim Trier, Eskil Wogt

Görüntü Yönetmeni : Kasper Tuxen Andersen

Oyuncular : Stellan Skarsgard, Renate Reinsveİnga İbsdotter Lilleaas, Elle Fanning, Anders Danielsen Lie, Lena Endre, Jesper Christensen, Catherine Cohen, Anders Danielsen Lie

Fransa, Norveç, Almanya, İsveç, Danimarka / Dramatik Komedi / 132 Dk

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz