Saykoterapi : Bir Seri Katil Hakkında Yazmaya Karar Veren Yazarın Sığ Hikâyesi / Psychotherapy The Shallow Tale Of A Writer Who Decided To Write About A Serial Killer

İstanbul 44.Uluslararası Film Festivali kişisel önerilerim 9

Sinemamızın önde gelen genç kuşak yaratıcılarından, 1981 doğumlu yazar, yönetmen, yapımcı senarist Tolga Karaçelik, Hukuk eğitimini tamamladıktan sonra New York’ta da sinema okumuş. Yazdığı, yönettiği, kurgusuna katıldığı, yapımcılığını üstlendiği ilk filmi “Gişe Memuru” 47. Uluslararası Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi İlk Film, En İyi Erkek Oyuncu ve En İyi Görüntü Yönetmenliği ödüllerini almış. Dünya prömiyerini Sundance Film Festivali’nde yapan, büyük övgülerle karşılanan ikinci uzun metrajı “Sarmaşık” (2014) pek çok ulusal ve uluslararası festivale davet edilmiş, başta Altın Portakal’da En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo, En İyi Erkek Oyuncu olmak üzere 14 ödül kazanmıştır. “Kelebekler” ise 2018 Sundance Film Festivali’nde Dünya Sineması drama dalında Büyük Jüri Ödülü almıştır. 2018’de Blu TV için “Bartu Ben” adlı diziyi yazıp yöneten, 2022’de Netflix projesi “Yakamoz S-245” adlı distopik bilimkurgu dizisini yöneten Tolga Karaçelik’ in şiirleri ve öyküleri de çeşitli dergilerde yayımlanmıştır. Festivalin yarışmalı bölümünde yer alan ilk İngilizce filmi “The Shallow Tale of a Writer Who Decided to Write About a Serial Killer” bugünlerde sessiz sedasız vizyona girdiğinden, bu yazının amaçlarından biri de absürt kara mizah tutkunlarına “ bu filmi sakın kaçırmayın!” demek.

OrtaKoltuk Puanı:

İzleyicinin ilgi süresinin iyice azaldığı, tüm endüstrinin kısa, hatta tek kelimelik isimleri yeğlediği günümüzde, çektiği filme “Saykoterapi : Bir Seri Katil Hakkında Yazmaya Karar Veren Yazarın Sığ Hikâyesi” adını vermek bayağı cesaret ister. İsmi asıl etkileyici kılan boyu değil, Tolga Karaçelik’in seyircisini ters köşeye yatırarak beklentilerinin tamamen dışına çıkaran özgün hınzır mizahı. Esin kıtlığı çeken yazarla, kendini emekli etmiş seri katilin yollarının kesişmesinin hikâyesi kesinlikle sığlıktan ve sıradanlıktan uzak, her zaman kahkahalarla izlenmese de, sürekli için için gülünen, absürt. müthiş eğlenceli bir kara komedi.

Şaşırtıcı biçimde 4/3 formatında, siyah beyaz ve diyalogsuz olarak başlayan filmde, M.Ö. 40.000’de, Slovenya’da bir mağarada, homo sapiens bir kadın ateş yakmaya çalışan bir neandertal erkekle karşılaştığında Steve Buscemi’ nin benzersiz dış sesi “You are going to die / Sen öleceksin” diye patlayıverir. Görüntü günümüze atlar, renkli geniş ekranda Buscemi’ in canlandırdığı karakter, bu ilk repliğin ardından devam eden kaygı verici monoloğu, iskemleye bağlanmış bir adama söylemeye devam eder. Oturan adam için artık hiç ümit kalmadığı düşünülmeye başlandığında, bu ürkünç sekans önce jeneriğe geçer, ardından da birkaç gün öncesine, arkadaşlarla bir akşam yemeğine dalar.

Davette karşımza az önce sandalyeye bağlı gördüğümüz adam (John Magaro) çıkar. Adı Keane’ dir ve dört yıldır yazmakta olduğu, tarih öncesinin Slovenya’sında geçen romanından tutkuyla söz etmektedir. Yıllardır ailenin maddi ve manevi tüm ihtiyaçlarını temin etmiş olan iş insanı eşi Suzie (Britt Lower) arkadaşlarının, karakterlerinin motivasyonlarıyla ilgili karar veremeyen Keane ile dalga geçtiklerini fark eder. Müşterek yaşamları boyunca her türlü kararı karısına bırakmış olan Keane’ in romanı hiçbir zaman bitiremeyeceğine ve evliliklerinin artık yürümediğini düşünen Suzie boşanmak istediğini söyler. Sarsılan evliliğinin derdine düşmüş olan Ertesi gün görüştüğü yayıncısı David (Ward Horton) Keane’ e öyküsünün okuyucu bulma şansı olmadığını, daha “seksi” bir şey yazması gerektiğini belirtir. Yayıncısının söylediklerinin ve sarsılan evliliğinin derdine düşmüş Keane, bozuk kafayla bir kafede otururken, en büyük hayranı olduğunu söyleyen Kollmick (Steve Buscemi) adlı gizemli ve tuhaf bir adamla tanışır. Hiç yakalanmamış bir seri katil olarak kendini emekli etmiş olduğunu iddia eden Kollmick, Keane’i seri katiller hakkında roman yazmaya teşvik eder ve bu konuda kendisine danışmanlık yapmaya hazır olduğunu belirtir. Önce adamdan uzak duran, ancak çok içtiği bir gece teklifini kabul eden Keane, Kollmick’i karısı Suzie ye“danışman” olarak tanıştırır. Filmin çok sayıda birbirinden eğlenceli yanlış anlamalrının ilki olarak Suzie, bunu evlilik danışmanı olarak algılar. İşleri berbet etmemek için de Kollmick sabahları evlilik danışmanlığı, akşamlarıysa yeni kitap için seri katil danışmanlığı yapmaya başlar…

İzleyecek olanların keyfini bozmamak için filmin her an çığırından çıkmaya yatkın öyküsünü aktarmayı, burada kesiyorum. Ancak seri katil mantığı ile, başarılı evlilik terapisi arasında paralellik kuran ustalıklı kara mizahı çok etkileyici bulduğumu, mumyalanarak doldurulmuş ölü kediye kazandırılan işlevselliğni müthiş zeki ve parlak olduğunu belirtmek isterim.

Karaçelik, yazdığı ve yönettiği dördüncü uzun metrajı, dünya prömiyerini Tribeca Film Festivali’nin Spotlight – Anlatı Bölümü’nde yapan “Saykoterapi : Bir Seri Katil Hakkında Yazmaya Karar Veren Yazarın Sığ Hikâyesi” ile Festivalde İzleyici Ödülü (İkincilik) almış.

Usta işi, özgün, hınzır, “fırlama” senaryosu ile absürdün büyük ustalarına, ve son yıllarda pek çekilmeyen “film noir” türü başyapıtlarına selam çakan Karaçelik, Görüntü Yönetmeni Natalie Kingston’un sepya tonlarının öne çıktığı hafif loş çekimleriyle, hem kara filmin hem kara komedinin karanlığını filminin görselliğine de yansıtıyor.

Metnin absürt tonlaması sadece en mantıklı düşüncelerin ya da ilginç sanatsal fikirlerin en olmadık kişilerin ağzından duyulması, New York’taki barda karşımıza bir lama çıkması ya da karakterler arasındaki alışılmadık ilişkilerin incelikli, karmaşık, gizemli ve de çelişkili olması ile sınırlı değildir. Asıl absürt olan bu ilişkilerin karmaşık dinamiğini titizlikle, teşrih eder gibi katman katman açan Karaçelik’ in kişilerinin hem fiziksel hem içsel yolculuklarındaki beklenmedik keşifleri ve vardıkları son noktadır. Bu varış noktası belki de filmin en ustalıklı bölümüdür; çünkü olaylar gerçekten de tahmin edilemeyen bir doruğa ulaştığında Karaçelik filmi son olmayan bir sonla bitirerek açık bir kapı bırakır.

Karaçelik, aykırı öyküsünü büyük ustalıkla yönetmektedir. Ciddi ya da ürkünç olabilecek sahneleri beklenmedik derecede komik anlara dönüştürmesi hayranlık uyandırıcıdır. Gerçeküstü ve ön görülemeyen durumlarla karakterleri ele alırken, insanların bir kargaşa anındaki tutarsız, sarsıcı ve gülünç davranışlarını, oluşturabilecekleri ayrıksı bağlantıları büyük gerçekçilikle incelemektedir. Böylesine karmaşık bir anlatımın olmazsa olmazı oyunculuklarda Tolga Karaçelik, yan rollerden başkişilerine, bütün ekibinden kusursuz bir performans elde ediyor.

Oyunculardan söz ederken sinefil izleyicilerin iki misafir oyuncuyu, bardaki lamayı tutan yıllardır yurt dışında yaşayan Nadir Sarıbacak’ı ve baştaki yemek davetindeki üç kadından birini canlandıran, tiyatromuzun ve sinemamızın olağanüstü oyuncusu, 2018’den beri Tolga Karaçelik’in hayat arkadaşı Tuğçe Altuğ’u fark ettiklerini tahmin ediyorum.

Gelelim filmin lokomotifi olan üç başoyuncusuna : Bağımsız sinemanın kült oyuncusu Steve Buscemi’nin, yaptığı işi son derece ciddiye alan, evlilik danışmanlığı yaparken bile ölümü tartışan emekli seri katil yorumu olağanüstüdür, Kollmick’e tedirgin edici bir çekicilik aşılayan Buscemi, gerçek bir eski seri katil mi yoksa konuya takıntılı biri mi olduğu gizemini hep hissettirir. Yüzeyde görünenin altında yatanları sadece duyumsatarak, önce Keane’ i sonrasında da Suzie’ yi etki alanına sokar. Soğukkanlılığı, işler karıştıkça itidalini hiç kaybetmeyişi, her zaman ciddi duruşuyla belki de hiç gülümsemeden meslek hayatının en komik performansını başaran Buscemi’nin karşısında sinema kariyerinde hep sakin biraz içine kapanık karakterler canlandırmış olan John Magaro filmin fiziksel güldürü tonlamasını üstleniyor. Örneğin, Keane’ in silah satıcısı Cesna’yı (Lee Sellars) tuvalette kloroform ile uyuttuğu sekans gerçekten müthiş komik, Magaro benmerkezci, hep kendinden ve de yapıtlarından söz ettiğinden, evliliğinin uzunca bir süredir bitmiş olduğunun farkında bile olmayan Keane olarak çok başarılı. Sevecen, uysal ve uyumlu görünüşü yüzünden tüm dünyayı kendi bakış açısıyla irdeleyen basmakalıp bir yazar gibi görünse de gerçekten çekilmez bir salak olma ihtimali de var.

Bu durum seyirciyi Suzie’ nin düş kırıklığını, tükenmiş bir kadının ifadesiz yüzündeki olağanüstü bakışlarıyla yansıtmayı başaran Britt Lower’a götürüyor. Bıkkın, soğuk, umarsız bir kişi olarak başladığı filmde Suzie’ nin giderek kendini bulmasını ve finale doğru öykünün kilit karakterine dönüşmesini ustaca yansıtıyor.

Bu, absürt ve kara mizah gibi iki zorlu elemanı başarıyla bir araya getiren, ustalıkla yazılmış, başarıyla yönetilmiş filmiyle Tolga Karaçelik, her yapımında çıtayı yükseltmeyi sürdüren, uluslararası arenada söz sahibi bir yönetmen olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Ayrıca, Festival Yönetiminin Altın Lale için uluslararası filmlerle yerli yapımları birlikte yarıştırarak çok isabetli bir karar verdiğini, sinemacılarımızın artık dünya sinemasında saygın bir yer edindiğini de gösteriyor. Hâlen vizyonda. Mutlaka izleyin derim.

Yönetmen / Senaryo : Tolga Karaçelik

Görüntü Yönetmeni : Natalie Klein

Kurgu : Evren Lus

Oyuncular : Steve Buscemi, Britt Lower, John Magaro, Sydney Cole Alexandre, Ward Horton, Nadir Sarıbacak, Anthony Michael Lopez, Olli Haaskivi, Tuğçe Altuğ, Jacop Ming-Trent, Lee R. Sellars, Mario D’Leon, Nik Sadhnani, Thomas Vorsteg, Johnny Vorsteg

ABD / Dramatik Komedi / 102 Dk.

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz