Predator : Vahşi Topraklar / Predator : Badlands
PREDATOR, AİLEMİZİN BİR FERDİ OLMUŞ!
Vicdan ve ahlak değerleri sahibi, amansız bir ‘avcıyken’ ‘av’ durumuna düşen ve bu yüzden bizce bütün ‘aurasını’ kaybeden Predator filmi efsaneyi bozuyor. Yönetmen önem verdiği belli olan ‘Badlands’ gezegenine eğilirken asıl karakterinin özünü biraz unutmuş. Filmin afişinde ‘Hangi taraf kazanırsa kazansın, insanlar kaybedecek!’ ibaresi vardı.’ Bizce bu filmle ‘Hangi taraf kazanırsa kazansın, seyirciler kaybedecek!’
Temellerini, 1987 yılında John McTiernan’ın ses getiren filmiyle atmış olduğu ‘Predator’ sagası, yıllar içerisinde kült mertebesine ulaştı ve Alien filmleri ile birlikte belki de en büyük beklenti ve heyecan yaratan ikonik film serilerinden biri haline geldi. İlk Predator ana mekanını balta girmemiş bir ormanda kurarken, üç sene sonra gelen devam filmi (Predator 2) bu kez ana kahramanını değiştirerek hikayesini 1997 yılının Los Angeles’ında, şehirdeki suç çetelerinin iyice ‘azıttığı’ ve polis güçlerinin onlarla baş etmekte zorlandığı bir dönemde konumlandırmıştı. ‘Predator 2’, ilkinin seviyesine ulaşmasa da, daha da ‘pesimist’ bir devam sunuyor, hikayesini belli ölçülerde daha gerçekçi temellere oturtuyordu.
Ancak ‘Predator’ da bir anlamda ‘Alien’in akıbetine uğradı : İlk iki film sayesinde sadık bir izleyici kitlesine ulaşmayı garantilediğini düşünen yapımcılar, arka arkaya devam filmleri ekleyerek bu ‘efsane’ karakteri sonuna kadar kullanmayı, adeta sömürmeyi seçtiler. ‘Predators’ (2010) ve ‘Predator’ (2018) filmleri beklentileri karşılamaktan uzaktı. Bu arada dijital platformlarda sunulan ‘Prey’ dizisinin ve ‘Predator : Killer of killers’ adlı animasyon filminin fena olmasa da hikayede bir devrim yaratmadığını da ekleyelim.
CANAVARLARLA DOLU BİR DÜNYA!
Bu hafta sinema salonlarımıza uğrayan ‘Predator : Badlands’ saga’nın yedinci ayağı… Ancak belki kendi türünün de ilk örneği! Çünkü daha önceki her filmde ‘Predator’ bir anti-kahraman rolünü üstlenmişti ve onun ‘avı’ olan insan(lar) asıl kahraman konumundaydı. Dolayısıyla asıl odak noktamız insanların bu ‘yenilmez’ varlıkla nasıl başa çıkabilecekleri oluyordu.
Bu filmde ise insan olan bir karakter yok! ‘Predator’ asıl kahraman haline gelmiş durumda ve hikaye içinde haşır neşir olduğu diğer karakterlerin her biri ya kendi ‘klanından’ Yautja’lar (başka Predatorlar) ya da Androidler oluyor. Üstelik içine düştüğü evren de genelde olduğu gibi herkesten üstün olduğu bir dünya değil, her türlü vahşi varlığın ve tehlikenin kol gezdiği bir ortam!
Predator’un bu beklenmedik ve savunmasız konumu yönetmene yeni kapılar açıyor: yönetmen Dan Trachtenberg geçmiş kötü (film) deneyimlerden ders çıkararak aksiyon ve çarpışma dozunu en üst seviyeye çıkarıyor. Yönetmen, bütçesinin bütün olanaklarını kullanarak sunduğu bu korkutucu evrende, birbirinden garip yaratıklar, etobur vahşi bitkiler ve canavarlar sergileyerek asıl tehlikenin Predator olmadığının altını çiziyor. Hikayede nerdeyse hiçbir duraksama yaşamıyoruz, bir tehlikeli durumdan yeni kurtulmuşken başka bir ölümcül mahlukatla burun buruna geliyoruz. Bu kadar hareketli bir ortam sunarak film, aksiyon açısından vaat ettiklerini başarılı bir şekilde yerine getirerek, ilk iki filmin de ötesine geçen bir ‘blockbuster’ haline dönüşüyor
PREDATOR’U İNSANLAŞTIRMAK’
Ancak bütün tempolu ve görsel açıdan etkileyici bu akışın içinde filmin asıl sorunu kendini öne çıkarıyor : Predator her ne kadar uzaylı ve yabancı bir karakter olursa olsun, giderek daha insancıl ve daha duygusal bir hale bürünüyor. Hikaye boyunca bilindik kimliğini arama ve ailesiyle tekrar bir bağ kurma benzeri süreçlerden geçiyor. Hatta çoğu zaman predatörümüzü ilk ismi olan Dek diye çağırıyoruz….
Predator’un ilk karşılaştığı yarı yıkık Android Thia, belli bir süre bir şaşkınlık ve hikayeye renklilik katsa da sonrasında bazı klişe sekanslara ulaşmak için bir araç görevi üstleniyor. Hikayedeki nadir durağan sahneler ve özellikle bir ateş başında gerçekleşen sekansta geçen konuşmalar bizce son derece gereksiz ve boşta kalan sözler!
Öte yandan bu evrene bir görev için gönderilmiş iyi niyetli Thia ve ikizi kötücül Tessa’nın Alien serisindeki Androidlerden ciddi esintiler taşıdığını da rahatlıkla söyleyebiliriz. Thia, Bishop, Call veya Andy’nin çocuğu gibi, Tessa ise Ash’ın varisi gibi duruyor. Aynı şekilde Thia, Tessa ve ekibini bu evrene göreve gönderen şirket Alien filmindeki kötücül şirket Weyland-Yutani’nin bir benzeri izlenimi veriyor.
Bir diğer can sıkan nokta, daha doğrusu karakter ise Dek ve Thia’nın arasına katılan ufak dinozor bozması varlık oluyor. Bir uzaylıdan ziyade ‘pofuduk’ bir oyuncağa benzeyen bu varlığın hikayeye bir komik hava katmaya çalışmaktan başka bir amacı yok gibi duruyor. Sadece ‘amaç’ diyoruz çünkü becerdiğini söylemek biraz güç… Yaptığı sözüm ona ‘uçuk hareketler’, şaşırtan eylemler ve verdiği tepkiler sanki bilindik, basmakalıp bir reçeteden çıkmış gibi…
Sonuçta bu vicdan ve ahlak değerleri sahibi, amansız bir ‘avcıyken’ ‘av’ durumuna düşen ve bu yüzden bizce bütün ‘aurasını’ kaybeden Predator filmi efsaneyi bozuyor. Yönetmen önem verdiği belli olan ‘Badlands’ gezegenine eğilirken asıl karakterinin özünü biraz unutmuş. Serinin pek hatırda kalmasa da durumumuza bizce tam uyan ‘Alien vs Predator’ün ‘mottosu’ olan sözüne atıfta bulunarak bitirelim: filmin afişinde ‘Hangi taraf kazanırsa kazansın, insanlar kaybedecek!’ ibaresi vardı.’ Bizce bu filmle ‘Hangi taraf kazanırsa kazansın, seyirciler kaybedecek!’
Yönetmen : Dan Trachtenberg
Senaryo : Patrick Aison
Görüntü Yönetmeni : Jeff Cutter
Kurgu : Stefan Grube, David Trachtenberg
Müzik : Sarah Schachner, Benjamin Wallfisch
Oyuncular : Elle Fanning, Dimitrius Schuster-Koloamatangi
ABD / Bilimkurgu-Gerilim-Macera / 107 Dk.














