Frankenstein
ARIZALI BİR “ÖLMEYEN CANAVAR”
Guillermo Del Toro’nun Mary Shelly’nin klasik romanına farklı bir yorum getirdiği filminde duygu, insanlık halleri üzerinde yoğunlaşıyor. Filmin dramatik, olağanüstü yarım saatlik final bölümünde, Del Toro fantastik öykü anlatmadaki hünerini tekrarlıyor.
Meksikalı yönetmen Guillermo Del Toro’nun Mary Shelley’in klasik öyküsü “Frankestein” uyarlaması son Venedik Film Festivali’nde dünya prömiyerini yaptı. Film 7 Kasım’da sosyal platformda gösterime girdi. Film zeki ama egoist bilim insanı Victor Frankestein’in korkunç bir deneyde hayata getirdiği yaratığın sebebiyet verdiği olaylara dayanıyor. Del Toro Akira Kurosawa başyapıtı “Rashomon”da yaptığı gibi konuyu 2 kahramanının farklı versiyonlarıyla sunuyor. Görkemli bir açılış aksiyonuyla başlayan film önce doktor, sonra da canavarın anlatımıyla ilerliyor. Bu şekilde Del Toro, Mary Shelley’in klasik romanına farklı bir yorum katıyor. 8 yıl önce “Roma” filmine yatırım yapıp 3 Oscar Ödülü ve Altın Aslan Ödülü’nü kucaklayan Netflix, “Frankenstein”a 120 milyonluk bir bütçe ayırmış. Film “Frankenstein or, The Modern Prometeus” adlı 1818 tarihli romandan uyarlandı. Ölmeyen Canavar’ı yaratan kadın yazar, henüz 18 yaşında olan, 6 aylık bir bebek sahibi Mary Shelly idi. 19. yüzyıl başında bu kadar genç yaşta ve erkek egemen düzende, Shelly’nin kaleme aldığı eser feminist bir roman olarak kabul gördü.
“KORKU FİLMİ DEĞİL, DUYGUSAL HİKAYE”
Benim için Guillermo Del Toro’nun en iyi filmi, kariyerinin 2. uzun metrajlı eseri “Pan’ın Labirenti / El Labirinto Del Fauno” (2007), 1944 İspanyasında geçen konusuyla bir periyi bir kız çocuğuyla bir araya getiren kara fantezi filmi, bir önceki fantastik “Hellboy”, müzikal fantezi, Oscar Ödüllü “Pinokyo” ve 4 Oscar’lı romantik psikolojik drama “Suyun Sesi / The Shape Of Water”i Del Toro’nun canavarları, yaratıkları ne kadar sevdiğini gösteren yapıtlardır. Meksikalı yönetmenin kafasına 6 yaşındayken yerleşen, gotik edebiyatın ünlü canavarı Frankestein rojesini hayata geçirmesi kimseyi şaşırtmadı. Hele bir ödül töreninde Del Toro’nun : “İngiliz kültür mirasında benim için en önemli figür genç bir kadın olan Mary Shelley’dir” dediği hatırlanırsa. Del Toro’nun karakteristik gotik atmosferi, romantik unsurları, yaratık- insan ilişkilerine dair duygu yoğunluğu barındırır. Yaratıcının yarattığı şeyle olan çatışması, sorumluluk, dışlanma, baba-oğul ilişkileri gibi temalar filmde önemli yer tutuyor. Del Toro senaryosunda yarattığı “yalnızlığa itilmiş” varlık olarak ele alıyor.
Diğer Frankestein uyarlamalarına kıyasla, Del Toro’nun versiyonu daha çok duygu, insanlık halleri üzerinde yoğunlaşıyor. Görsel olarak yönetmenin önceki filmlerinden aşina olduğumuz detaylı prodüksiyon tasarımı, atmosfer yaratan set kullanımı ve karakter- yaratık arasındaki duygusal karşıtlık bu son filminde öne çıkıyor. Meksikalı yönetmen “Bu korku filmi değil, inanılmaz derecede duygusal bir hikaye” diyerek filmini tanımlıyor. Yetenekli ama egolu bir bilim insanı olan Victor Frankestein (Oscar İsaac), hayat yaratma deneyimiyle bir yaratık meydana getirir. Bu deney sonuçları bakımından hem yaratıcıyı hem de yaratılanı yıkıcı bir sürece sürükler. Otoriter bir doktor olan babası Leopold Frankestein’in (Charles Dance) verdiği tıp eğitimiyle büyüyen Victor, kardeşini doğururken can veren annesinin ölümünü de babasının yetersizliğine bağlar. Victor tüm gençliğini ölümsüz insanın mevcudiyetine dair bir ihtimale adıyor.
Hem siyasi hem dini otoriteleri karşısına aldığı “ölümü geri alma” çalışması varlıklı bir lord olan Harlander (Christopher Waltz) tarafından desteklenince, Victor uzun zamandır üzerinde çalıştığı “ölümsüz insanı” nihayet yaratıyor. Ancak kısa zaman sonra Victor, yarattığı canavarın (Jacob Elordi) yetersiz bulup onu yok etmeye çalışıyor. Konusu 19. yüzyılın Doğu Avrupa’sında geçen filmin, klasik korku canavarı anlatısının ötesine geçip, estetik, büyük prodüksiyon ve mitolojik katmanlarıyla, epik bir adaptasyon olduğu söylenebilir. Teknik işçilik konusunda 1. sınıf bir film olan ve birçok dalda Oscar adaylığı alacağı tahmin edilen “Frankestein” beklentileri karşılama konusunda sıkıntı yaşamayan, türünün hakkını veren, 4 başı mamur bir film. Senaryodaki karakter tahlilleri çok başarılı.
Victor Frankestein bilimsel dahilik ve egoyla harmanlanmış bir karakter olarak tasarlanmış. Del Toro ona sadece çılgın bilim adamı değil, aynı zamanda bir sanatçı ruh hali kazandırmış. Yaratık, Victor tarafından ölü beden parçalarından inşa edilmiş, kendi bilincinde ve kimliğine kavuşan bir varlık olarak tasarlanmış. Del Toro onu “kutsal bir varlık” olarak düşünmüş. Uzun saçları, soluk,yarı şeffaf teni, farklı bedenlerden alınmış parçaların renk farklılıkları göze çarpıyor. Victor’un kardeşi William’ın (Felix Kammerer) nişanlısı Elizabeth (Mia Goth) filmde psikolojik olarak derinliği olan bir karakter. Del Toro onun Victor ile olan ilişkisini öykünün önemli bir parçası haline getiriyor. Yani sadece “romantik eş” ve “kurban” değil, hikayeye katkısı olan bir figür. Kahramanımızın genç erkek kardeşi William farklı bir aile dinamiği taşıyor. Filmi “inanılmaz derecede duygusal bir hikaye” olarak tanımlayan Del Toro, baba-oğul, yaratıcı-yaratık ilişkileri üzerinde odaklanıyor. Yaratıcı bilgin baba Leopold, bilgiyi kudret ile karıştıran, korkusundan sorumluluğu erteleyen bir figür.
GOTİK ATMOSFERLİ KARA FANTEZİ
Victor “yaşam, kazanan, galip gelen” anlamına gelen adımı bana babam vermişti, ama anlamı yoktu” der. 2.5 saatlik filmin dramatik, olağanüstü yarım saatlik final bölümünde, Del Toro fantastik öykü anlatmadaki hünerini izleyiciye tekrar hatırlatıyor. Kapanış jeneriğinde ekranda bu cümle yer alır : “Ve böylece kalp kırılacak ama kırık haliyle yaşamaya devam edecek”. Del Toro’nun bu uyarlamasında klasik korku ögelerinden ziyade duygusal yoğunluk, ailevi ilişkiler, yaratma ve terk edilme temaları üzerine odaklandığı görülüyor. Yönetmenin gotik romantizminde “yıkıntılar güzeldir” gibi estetik düşünceler sergileniyor. Set tasarımında Victor’un laboratuvarı, 18. yüzyıl saat kulesi içerisinde kurulan devasa bir set olarak ele alınıyor. Filmde yaratık sadece “hata” ya da “korku kaynağı” değil, bilinç kazanan, kendi kimliğiyle yüzleşen, anlam arayan bir varlık olarak işlenmiş. Bu da klasik versiyondan farklı bir bakış açısı sunuyor.
Düğün arifesinde bir felaket yaşanıyor. Victor kardeşi William’a derin bir sevgi beslediğini söyler. William’ın cevabında : “Canavar olan sensin. Senden hep korktum, her zerren delilik ve yıkım dolu. Her şeyi yok eden yargının ta kendisisin. Hepsi senin eserin” diyerek isyanını dile getirir. Filmde yaratık sığındığı evin görme özürlü sahibine : “Kim olduğumu öğrendim. Neden yapıldığımı öğrendim. Canavarım ben; ölülerden yapılmış bir ceset yığınının evladıyım. Ben bir enkazım, atılmış ölü bedenlerden imal edilmiş.” Kör adamın avcı oğulları eve döndüklerinde, babalarıyla birlikte olan yaratığı kurşun yağmuruna tutarlar.
Sayısız isabet alan yaratık bir süre hareketsiz yerde yatar. Ama yaraları hızla iyileşir. Canavar uzun arayıştan sonra bulduğu Victor’a bir talepte bulunur : “Bana bir eş yap, ben ölemiyorum”. Victor : “Bir daha senin gibi bir çarpık yapmayacağım” diyerek reddeder.
Del Toro ile evvelce “Suyun Sesi” nde çalışan ve bu filmle 2 Oscar adaylığından birini alan Danimarkalı görüntü yönetmeni Dan Laustsen’in görselliği “Frankenstein”a değer katıyor.
Günümüzün yaşayan en önemli film müziği ustalarından biri sayılan Fransız besteci ve orkestra şefi Alexandre Desplat, üretken sinematografisi, sayısız ünlü yönetmenle iş birliğinde bulunmasıyla öne çıkar. Yunanlı bir anne ve Fransız bir babanın oğlu olarak Paris’te doğan Desplat (64), film müziğine tutkuyla bağlı olan, müzikal duyarlılığıyla tanınan bir sanatçı olarak yalnızca beyaz perde için beste yapıyor. 11 adaylığından ikisini, “Büyük Budapeşte Oteli” ve Del Toro’nun “Suyun Sesi” ile Oscar Ödülü’ne çevirdi. Venedik Film Festivali’nde ilk besteci jüri başkanlığını yaptı, Cannes jürisinde de yer aldı. Del Toro ile “Frankenstein”daki yeni işbirliğinde, yaratıcı ruhunu öne çıkaran müzik partisyonuyla övgü aldı. Filmin parlak oyuncu kadrosunda Oscar İsaac bilim adamı, cerrah, mekanikçi bir karakter olarak yorumlanmış. Filmde ölümü yok etme peşindeki Victor’u, arızalı çıkınca canavarı yok etme planı yaparken izliyoruz. İlk önemli başrolünü Coen Kardeşler’in “Sen Şarkılarını Söyle / İnside Llewyn Davis”de oynayan İsaac’ı “Dune 1”, “The Addams Family 2” ve “The Card Counter”de izledik.
Yaratık için Andrew Garfield düşünülürken, fiziksel varlığı ve duygu yoğunluğu açısından ideal bulunan Jacob Elordi’de (28) karar kılındığı söyleniyor. Robert De Niro’nun, Boris Karloff’un (2 kez) oynadığı canavar rolünde, 1.96’lık heybetli fiziğiyle Jacob Elordi kariyerinin en parlak kompozisyonlarından birini çıkarıyor. Tiyatroda da kariyer yapan Elordi, her çekim öncesi 10 saatlik makyaj eziyetine katlanan Avustralya doğumlu sanatçı ilk Oscar Ödülü adaylığını hak ediyor. Brezilyalı bir anne, Kanadalı bir babanın kızı olan Silva Goth’u (33) müthiş bir keşif olarak bazen ünlü oyunculardan rol çalarken izliyoruz. Goth’u filmde hem Elizabeth, hem ailenin genç yaşta ölen annesi Claire’i canlandırırken görüyoruz.
Yönetmen / Senaryo : Guillermo del Toro
Görüntü Yönetmeni : Dan Laustsen
Müzik : Alexandre Desplat
Oyuncular : Oscar Isaac, Jacob Elordi, Mia Goth, Lars Mikkelsen, David Bradley, Christian Convery, Charles Dance, Christoph Waltz, Felix Kammerer
ABD / Korku-Psikolojik Dram-Vücut Korkusu-Fantezi / 149 Dk.












