Zootropolis 2 / Zootopia 2
Kent Hakkı ve Zootropolis’in Genişleyen Çeperleri
İlk filmde sınırları belirginleşen bu toplumsal yüzleşme, bir bitiş çizgisi değil, aksine daha karmaşık bir yapının başlangıç noktasıdır. Devam filmi Zootropolis 2 ise kenti ve karakterleri işte bu yeni ontolojik eşiğe taşıyor.
Kent, insanlığın en karmaşık icatlarından biri. Üst üste yığılmış taşlardan, göğe sürülen cam cephelerden, şebeke gibi örülmüş yollardan çok, zamanın, erkin, ekonominin, belleğin ve unutuşun birbirine dolandığı bir organizma. Georg Simmel metropolü sinir sistemi aşırı uyarılmış bir beden olarak okurken, Walter Benjamin pasajlarda dolaşan flanörüyle kenti bir görüntüler ve artıklar, dışarıda kalanlar alanı olarak çözümler. Richard Sennett kamusal alanı birbirine benzemeyenlerin birlikte var olma disiplininin sahnesi olarak düşünür. Italo Calvino görünmez kentlerinde, kentin aslında arzular, korkular ve hatıralarla kurulan bir zihinsel harita olduğunu anımsatır. Henri Lefebvre için ise kent, yalnızca üzerinde yaşanan değil, her gün yeniden üretilen ve bu yüzden de orada yaşayanların ve ikamet etmese de orayla ilişkide olanların sadece kullanma değil, biçimlendirme hakkına sahip olduğu ortak eserdir; “kent hakkı” dediği, kentin sağladıklarına erişmek kadar, nasıl bir kentte yaşayacağımıza ilişkin söz söyleme hakkıdır.
Modern kent, bütün bu kuramsal çizgilerin kesiştiği yerde durur. Özgürleşme vaadiyle yabancılaşma duygusunun, çeşitlilikle gelen ayrışmanın, anonim kalmayla tanınma gereksiniminin aynı mekânda, aynı gün içinde karşı karşıya geldiği çok katmanlı, karmaşık bir bütün. Kentlilik de yalnızca bir ikamet kaydı değil; bu bütünün nasıl kurulduğunu, kimin görünür, kimin görünmez kılındığını, kentin belleğinin kimleri kayda geçirip kimleri sistemli biçimde sildiğini fark etme ve buna göre sorumluluk alma hâli.
Bu kuramsal haritanın ortasına, ileri düzey 3D bilgisayar animasyonuyla ve bütünüyle antropomorfik (insanbiçimci) karakterlerle kurulmuş bir hayvan metropolü yerleştirdiğimizde, 2016 yapımı Zootropolis ile karşılaşıyoruz. İlk filmde Zootropolis, avcı ve av hayvanlarının tarihsel korkularını geride bırakarak bir arada yaşamaya çalıştığı; iklim kuşaklarına ve ölçeklere göre ayrışan semtlerden örülü bir kent olarak tasarlanıyor. Tüm bu bölgeleri birbirine bağlayan, kentin kendini “Herkes her şey olabilir” tümcesiyle övmesi, türler arası eşitlik, birlikte yaşama ve bireyin kendini gerçekleştirme arzusunu, daha da doğrusu kendini gerçekleştirme temel ihtiyacını bu sözde yoğunlaştırmasıdır.
İlk filmde bu mimarinin içine yerleştirilen öykü, tavşan polis Judy Hopps ile tilki Nick Wilde etrafında dönüyor. Zootropolis’teki teşkilata giren ilk tavşan olan Judy, “Herkes her şey olabilir”i kendi hayatında doğrulamak isteyen biri; çocukluktan beri taşıdığı polis olma arzusunu, büyük kentte kendini var etme çabasına dönüştürüyor. Nick ise şehrin içinde küçük üçkâğıtlarla geçinen, alaycı görünüşünün altında eski bir incinmeyi saklayan bir tilki. Çocukken izci olmak isterken sırf tilki olduğu için aşağılanması, onun da tıpkı Judy gibi kendini gerçekleştirmek isteyen biri olduğunu, ama bu isteğin türüne yapıştırılan damga yüzünden savunma olarak “kurnaz tilki” rolüne sığındığını gösteriyor. Judy’nin bir kayıp memeli dosyasını çözmek için Nick’le istemeden kurduğu ortaklık, ikisini de kentin karmaşık dokusunun içine çeker; dışarıda polisiye bir komployu açığa çıkarırken, içeride türlerine atfedilen kalıplarla kendi arzuları ve birbirlerine dair önyargılarıyla yüzleşmek zorunda kalırlar. İlk Zootropolis filmi, böylece “Herkes her şey olabilir” cümlesini parlayan bir vaat olmaktan çıkarıp, kentin kurumları ve güç ilişkileri içinde sınanan; bireyin kendini gerçekleştirme ihtiyacının nerede karşılandığını, nerede sertçe sınırlandığını gösteren bir önermeye dönüştürür.
İlk filmde sınırları belirginleşen bu toplumsal yüzleşme, bir bitiş çizgisi değil, aksine daha karmaşık bir yapının başlangıç noktasıdır. 28 Kasım 2025’te vizyona girecek devam filmi Zootropolis 2, kenti ve karakterleri işte bu yeni ontolojik eşiğe taşıyor. İlk filmde memeliler arasındaki av-avcı gerilimini çözen ve “kent hakkını” bu düzlemde onaran metropol, devam filminde çeperlerini daha da genişletmek, “öteki” tanımını radikal biçimde değiştirmek zorunda. Çünkü kentin demografik yapısı, bu kez yalnızca sıcakkanlıların değil, sürüngenlerin de dahil olduğu, çok daha karmaşık ve soğuk bir biyolojik ağa evriliyor. Kentin vaadi, memeli hegemonyasının dışında kalan, kentin mimarisinde ve hukukunda henüz yer bulamamış bu yeni “yabancıları” da kapsayabilecek midir?
Judy ve Nick, artık sistemin dışında rüştünü ispat etmeye çalışan iki “uyumsuz” değil, sistemin bizzat koruyucusu konumundaki deneyimli dedektifler. Ancak bu konum, sorumluluğun da biçim değiştirmesi demek. Öykü, kentin yer altı katmanlarına, sürüngenlerin gizemli dünyasına uzanan bir casusluk gerilimine evrildiğinde, Sennett’ın “birbirine benzemeyenlerin karşılaşması” tezi daha zorlu bir sınav vermekte. Gary isimli bir yılanın anlatıya dahil oluşu, kentin sadece türler arası bir barış projesi değil, biyolojik ritimleri ve yaşam algıları tamamen zıt varlıkların bir arada yaşama etiğini kurma zorunluluğu olduğunu hatırlatmakta.
Böylece Zootropolis evreni, Lefebvre’in işaret ettiği gibi kentin statik bir “bitmiş eser” değil; her yeni karşılaşmayla, her yeni katılım ve dışlanmayla sürekli yeniden üretilen devingen bir yapı olduğunu doğruluyor. Modern kent, sorunların nihai olarak çözüldüğü bir ütopya değil; birlikte yaşama iradesinin, önyargıların ve korkuların her gün yeniden müzakere edildiği sonsuz bir inşa sürecidir. Tüm bunlar olurken Zootropolis serisi, kendini yalnızca kuramsal referanslarla örülü bir “kent alegorisi” olarak kurmuyor; salonda aynı anda bulunan çocuk ve yetişkin izleyiciyi farklı düzlemlerde ama ortak bir kahkahanın etrafında buluşturuyor. Çocuklar için ritmi yüksek bir macera, bedensel komediye yaslanan anlar ve renkli parlak kareler öne çıkarken; aynı zamanda “öteki”yle karşılaşma, farklı olana merakla yaklaşma, arkadaşını yalnız bırakmama, haksızlığa uğrayanın yanında durma gibi temel etik sezgileri de yumuşak bir yerden işliyor. Yetişkinler ise aynı sahnelerde, sanat için asla eskimeyecek insanlık meselelerinin, bürokrasi taşlamalarının, medya parodilerinin ve sınıfsal gerilimi sezdiren jestlerin açtığı ikinci bir perdeyi izliyor. Böylece film, bir yandan çocuk seyirciye didaktikleşmeden bir birlikte yaşama etiği fısıldarken, öte yandan yetişkinleri de hedef alan mizahıyla gülüşün altına tedirginlik ve düşünme çağrısı yerleştiriyor. Seans çıkışında çocukların gördüğü “komik hayvanlar” ile yetişkinlerin hafızasında kalan “çatışmalı kent” imgeleri örtüşmüyor belki, ama aynı anda ve aynı salonda yan yana deneyimleniyor;
Zootropolis serisinin asıl başarısı da burada, iki farklı bakışı aynı kadraja sığdırıp, özellikle yetişkin izleyicinin hem daha çok gülmesini hem de biraz daha uzun düşünmesini sağlamasında yatıyor. Zootropolis 2’de Yılan Gary’nin tüm film boyunca hem kendisini hem de türünü aklamaya dönük çabası, yılan figürünü basit bir “kötü” klişesi olmaktan çıkarıp kendi adına konuşmak isteyen bir özneye dönüştürüyor. Yılan, öykünün içinde hem kentten dışlananların hem de yanlış okunmuş türlerin sözcüsü hâline gelirken, kültürel bellekteki yılan imgesini de geriye doğru aydınlatan bir yankı üretiyor. Aşağıda yer alan “Yılan Tiradı”, bu kez tiyatro sahnesinden, binlerce yıllık suçlamaların ortasında kendi sesini ve yazgısını anlatmaya çalışan yılanın sözünü çağırarak sinemanın Gary’siyle neredeyse aynı düzlemde buluşuyor; mitolojik, kültürel, kentsel bellekte yılanın hep yok sayılmış ya da ertelenmiş varlık iddiasını duyulur kılıyor. YILAN TİRADI (Nurduran Duman’ın Tiyatro Oyunu “Sonum Başlangıcımdır”dan) (Yılanın ağzından) Yalan! Uroborusum ben kuyrukyiyenim, kendi kendimi hem döller hem yok ederim. Bir subaşında Gılgamış yorgun düşmüş uyurken, onun yerine ölümsüzlük otunu yiyenim. Hep birilerinin yerine bir işler edenim. Çin’de salyası döl yerine geçen dragonum, kadınları anne ederim, Brezilya’da kısır Tupi-Guarani kadınları anne olsun diye kalçalarını döverim, Afrika’da Tchokweler’in zifaf yatağının altına konan tahta heykel benim heykelim. Önce tanrı dersiniz, yaşamın, ölümsüzlüğün simgesi, sonra ölüm dersiniz, cennetten kovulmanıza sebep olan şeytanız ya biz! Bir karar verseniz…
İnsan değişir. Düşüncesi en oynak, en güvenilmez şeydir. Bir an iyi olan düşünce anında kötüleşiverir. Düşünce benden daha kıvrak bir şeydir. Ben, yeşil yılan! Bir adım da Şahmaran! Sevgisinden korkup sevilene kızan âşıktan gayrısının öfkesine saygı duymam! Nedir bana olan bu öfkeniz? Dante’nin İlahi Komedya’sında ben boğmuyor muyum hırsızı? Büyük İskender’e yol göstermedim mi? Apollon’un oğlu Lamos’u ben büyütmedim mi? Bu öfke niye? Evliya Çelebi şahidimdir, Nuh’un gemisindeki deliği ben tıkamadım mı kuyruğumla? Kimse düşünmez hani bizim sevgiden payımız? Hiç incinmez, biz de dokunulmaya ihtiyaç duymaz mıyız? Ya sabrım ve sükûnetim? Nerelerde yaşıyorum hiç sordunuz mu? Hangi karanlık ve soğuk dehlizlerde hayata yollar açıyorum? Kötülük ve hastalıklar yutuyorum? Hemen her kültürün tıp sembolü olmam boşuna mı? Bunun da mı anlamı yok, yıllardır süregelen bu işaretin? En iyisi gelin laf etmeyin dilimin çatalına. İçinizdeki dedikoducuyu, çatal dilli arabozucuyu benden bilmeyin. Zülfikar’a benzer, bir yanı şiir, bir yanı şifadır benim dilimin. Kuyruğunu ısıran uroborusum ben. Kısırdöngüye, sonsuzluğa, paradokslara bile ilham veren ben değil miyim? Sonum başlangıcımdır. Bir subaşında Gılgamış’ın ölümsüzlük otunu yuttumsa, yazgımdan! O gün bugündür telli pullu gömleğim hep pırıl pırıl, hep yenidir. Sürünerek ölmemek nasıl bir ölümsüzlükse. Saygı duyulup da sevilmemek. Vay benim üçgen başım! Kalın küt kuyruğum… Ah, bu başımı vuran ben değil miyim taşa toprağa, gövdemi çöle sıcağa sunmadım mı? Tuza yıldıza sürdüm, kazıdım, kendimin içinden sayısız kere sayısız çıktım, pul pul döktüm de şu alnımı, değiştiremedim işte gene de yazgımı.
Yönetmen : Byron Howard, Jared Bush
Senaryo : Jared Bush
Müzik : Michael Giacchino
Seslendirme Oyuncuları : Jason Bateman, Ginnifer Goodwin, Ke Huy Quan, Danny Trejo, Jean Reno, İdris Alba, Nate Torrence, Jenny Slate
ABD / Animasyon-Komedi-Aile / 108 Dk.

















