Yaşam Kürü, Gore Verbinski’den olağanüstü bir başyapıt.

Yaşam Kürü, Gore Verbinski’nin korku – gerilim tarihine adından sıkça söz ettireceği unutulmaz bir armağan. Yönetmeni bu türde daha önce, japon sinemasının önemli korkularından Halka ( Ringu ) ‘yı başarılı şekilde Hollywood’a taşıması ile tanımıştık. Ardından Karayip korsanları üçlemesiyle aksiyon-macera türünde yeni bir kilometretaşı bırakan yönetmen gerilim sinemasına muhteşem bir geri dönüş yapıyor.
Filmin konusu, iş dünyasında hızla yükselmekte olan hırslı ve başarılı genç iş adamı Lockhart, çalıştığı şirket mali krize girdiğinde kendisinden, şirketin uzun süredir İsviçre Alpleri’nde bir kaplıca merkezinde tedavi gören CEO’su Bay Pembroke’u getirmesi istenir.
Lockhart bu görevin karşısında kendisi için yapılabilecek şantajı da göz önüne aldığında Alpler’deki tedavi merkezine gider ve Bay Pembroke’u şirkete geri çağırır. Lockhart’ın hesaba katmadığı bir şey vardır. İsviçre Alpleri’nin tepesinde oldukça yalın ve korunaklı bir kalenin içinde olan bu tedavi merkezinde saklı büyük bir sır vardır ve buradan kimse geri dönemez.

Filmin açılış sekansında ve ilk sahnelerinde iş dünyasının insanının, insanlığından çıkacak şekilde çıkar ilişkileri ve yalanlarla birbirlerinin üzerine basarak, ezerek yükselebildiğini ve plazada manzaralı bir oda, yüksek maaş ve imkanların ‘başarı’ sayıldığı bir dünyanın yanlışlığından o kadar çok bahsediliyor ki, filmi tamamen sistem üzerine bir kapitalizm eleştirisi için yapılmış, fight club vari bir altmetin üzerinden gidecek bir yapım olarak görüyorsunuz fakat film bu girişten sonra bambaşka bir yöne ilerliyor.

Senaryodaki bu değişimin bilinçli yapıldığını söylemek mümkün çünkü Lochart, tedavi merkezine girdiğinde oradan hemen çıkacakmış izlenimini veriyor film bize ve karakter içinde bulunduğu hastanede sıkıştıkça seyirciyi gerilime biraz daha hazırlıyor.

Yaşam Kürü, özellikle metafor kullanımında çok başarılı. Her bir sahne, her bir sekans, üzerine o kadar düşünülmüş ki, filmde hiçbir plan fazlalık değil ve uzun bir film olmasına rağmen seyirciyi ilk dakikalardan sona kadar sürüklemeyi başarıyor. Filmde kullanılan sembolizm kaliteli sinematografi ile birleşince seyirci salondan görsel bir ziyafet ile ayrılıyor. Özellikle karakterin su ile içiçe olduğu sahnelerdeki ayna simetrisi ve özenli kadraj seçimleri, filmin her karesini fotoğraf karesi niteliğinde bir görsel şölene taşıyor.

Örneğin ilk sekansta ofiste sebilden su içmek üzere iken kalp krizi geçiren CEO’nun eski yardımcısı Bay Morris, yere yığılıp son nefesini verirken, devirdiği sebilin damacanasından akan suyun Morris’in hayatını temsil eden bir sembol olarak görmek, filmin her sahnesinin detaylarla dolu olduğunun bir işareti.

Filmin baştan sonra senaryosunu, dramatik yapısını, oyunculuklarını, müziğini ve sinematografisini övmek mümkün. Öyle ki film, 2017’nin en önemli yapımlarından biri olduğunu ve Gore Verbinski’nin bir daha üzerine çıkamayacağını düşündüğümden en iyi filmi olarak görmemi sağlaması uzun sürmedi.

Yaşam Kürü, açılış sekansından sonra hırslı ve genç iş adamı Lockhart’ın hastaneye girişi ile bambaşka bir yol çiziyor. Özellikle fragman ve filmin konusu duyurulduğundan bu yana izleyici tarafından ‘Shutter Island’ ın bir benzeri, kopyası, devamı gibi yakıştırmalar aldı.
Özellikle hastaneye girişten sonra ‘Zindan Adası’ filminin tadını almanız mümkün, konu anlamında bir benzerlik elbette var fakat yakıştırmaları haksızca bulduğumu söylemeliyim. Bunun en büyük iki nedeni, Yaşam Kürü’nün benim için ‘Zindan Adası’ filminden çok daha üzerine düşünülmüş ve başarılı bir film olması ve benzer atmosferde ve mekanda geçmesine rağmen farklı sonlara dolayısıyla farklı mesajlara sahip iki film olması.

İsviçre Alpleri’nde tekinsiz bir rehabilitasyon ve kaplıca merkezi olan hastane muhteşem kurgulanmış. Filmin kendine özgü bir atmosferi ve film tadı var. Bunda doğru seçilen cast, başarılı oyunculukların yanı sıra doğru sanat yönetimi ve müziğin etkisi çok büyük. Yönetmen Verbinski, Lockhart’ı hastaneye soktuğu andan finale kadar seyirciyi de hastaneden çıkartmamayı başarıyor.

Hastane çalışanlarının almanca lisanı, Lockhart’ın ingilizcesi ile onlarla iletişim kuramaması, hastanenin içinde bulunduğu kalenin geçmiş yüzyıllardaki soylu bir aileye ait olması ve ailenin Kont’unun üstün ırk – soylu ırk arayışının hastalık derecesine ulaşması, filmde Lockhart’ın şehrin yerlilerinden bir gençle kavgası esnasında ona ‘Adolf’ olarak seslenmesi, İkinci Dünya Savaşı zamanlarında Adolf Hitler’in yaptığı deneyleri anımsatıyor.

Oyunculuklar neredeyse kusursuz. Özellikle Jason Isaacs’in hastane müdürü Volmer’ıcanlandırdığı performansı son yıllarda izlediğim en iyi antagonist (kötü-düşman) rol diyebilirim. Özellikle hastane müdürü Volmer’ın, Lockhart üzerinde kurduğu baskı, karakterin sakinliği ile pekişince gerilim dozunu her sahnede biraz daha artırıyor. Volmer bizi gittikçe Lockhart’ın hasta olduğuna dolayısıyla seyircinin gördüğü tüm hikayenin yanılsama olduğuna inandırıyor. Jason Isaacs’in muhteşem oyunculuyla film o kadar lezzetleniyor ki bu yıl bir çok festivalde ödül için aday olacağını söylemek mümkün. Jason Isaacs için hayatının rolü olmuş diyebiliriz. Film onun oyunculuğu ile bütünleşerek daha da parlıyor. Film boyunca izlediğimiz olağanüstü kötü adam performansı filmin gerilim anlamında en büyük silahlarından biri. Yalnızca bu harika oyunculuk performansı için bile ikinci kez izlenebilecek bir filmden bahsediyorum.

Başrolde Lockhart’ı canlandıran Dane DeHaan’ın da başarılı bir performans verdiğini söyleyebiliriz. Özellikle karakterinin en çok ön plana çıkan özelliği ‘hırslı’ olması, film boyunca etkili bir tempoda seyirciye yansıyor. Gerçekten karakterin hırsını gözlerinden okumamız mümkün.

Lockhart, Bay Pembroke’u çıkartmaya gitiği hastanede, hırslı, kolay pes etmeyen karakteriyle yıllardır saklanan gerçeği ortaya çıkarıyor. Sırrın çözülmesi, kendisinin hastaneden çıkışının tek yolu.

‘Peki filmi bu kadar övdün, hiç mi aksayan yanı yok Onur ?’ diyenlere… Filmin bahsettiğim unsurları o kadar güçlü işlenmiş ki gözüme takılan tek olumsuz yan filmin yarısında başlayan ve final öncesine kadar süregelen temposundaki ritm kaybı ve uzayan süre diyebilirim. Onun dışında filmin birincil afişlerinden biri ticari ve pazarlama açısından gerçekten yanlış bir seçim. İsimden de varlığını gizleyen gizemli bir yapıya sahip olan film, ürün fotoğrafından hallice bir afişe sahip. Bu da filmin duyurulmasını tehlikeye atabilir. Packshot fotoğraf çekimi gibi filmde kullanılan mavi iksirin beyaz fonda kullanılması, şişenin içinde bir kız olduğunu görsekte film hakkında hiçbir bilgi vermiyor bize. Afişlerinde filmin bütününe ait olduğunu düşündüğümden bir de bunu eleştirebilirim. Onun dışında film benim için dört dörtlük !

Yaşam Kürü, yarattığı atmosfer, başarılı oyunculuklar, hikaye, sanat yönetimi, müzik ve sinematografinin olağanüstü kullanımıyla kusursuza yakın bir eser. Tüm bu bileşenlerin bir araya gelmesi, filmde harika bir yönetmenliğin varlığına işaret. Gore Verbinski bu nedenle filmografisinin en önemli eserini üzerine fazlaca çalışarak, sessizce inşa etmiş ve bize ‘sinema işte bu!’ dedirtecek eşsiz masalına davet etmiş.

Bu harika filmi en kısa zamanda sinemada izleme keyfinden mahrum kalmayın, ortakoltuğunuza oturun ve muhteşem bir sinemasal yolculuğa çıkın. İyi seyirler.

OrtaKoltuk Puanı:

7 YORUMLAR

  1. SPOİLER İÇERİR!!!!!! iZLEYENLER OKUSUN!!!!
    Film etkileyici derece de iyi yapılsa da, sürekli izleyicinin aklında soru işareti bırakma ve yanıltmacalar sonlara doğru sıkmaya başlıyor. . Anlamadığım, hikayede anlatılmaya çalışılan doğrunun ne olduğu ve o eksik olan puzzle nin ne olduğu? Her şey olması gerektiği gibi yapılmışken neden o son sahne de lockhart pis pis sırıttı. Dişlerinin yenilendiğini mi gösterdiler yoksa yeni bir baron mu var? Aklımda deli sorular…

    • dişlerinin yenilendiğini göstermek çok basit olur. ki öyle bile olsa zaten sonlara doğru dişlerinin yenilenmiş hali kameranın önüne geldi. bence orda son cümlesiyle ve o sırıtma ile yeni baron o net belli. bu da demek oluyor ki yaşam kürü 2. kız kurtuldu sanarken ters köşe yapmıslar

    • Ahh sonu görünce kesinlikle kafamı tırmalayan sorular çok sinir bozucu neden böyle yapıyorlar anlamsız bırakıyorlar herşey gerçekmiydi yoksa halisilasyonmuydu cidden kafayı yedirirler insana

    • Ahh istediğmm yorum sonu görünce kesinlikle kafamı tırmalayan sorular çok sinir bozucu neden böyle yapıyorlar anlamsız bırakıyorlar herşey gerçekmiydi yoksa halisilasyonmuydu cidden kafayı yedirirler insana

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz