A Different Man

Karanlığa Yön Vermek : Buhranlı Metamorfozlarımı

Filmin psikolojik tarafı ağır bassa da, aynı zamanda gerilim ve mizahı da iyi şekilde harmanlıyor. Anlattığı absürt hikayesi ve absürt karakterlerini psikolojik bir savaşın içine atmaktan çekinmiyor. Bunu trajikomik bir dille yaparak, seyirciye bir filmin içindesiniz, yine de Edward’ın çaresizliğini hissediyorsunuz diyor; çünkü yönetmen hikayesini kendi deneyimlerinden faydalanarak anlatıyor.

OrtaKoltuk Puanı:

 

Sıradanlık ve İlgi Çekicilik Arasında Bir Yerde

Franz Kafka’nın ünlü kitabı Dönüşüm’ün giriş cümlesini hatırlatarak başlayalım. “Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu.

Film, Nörofibromatozis hastası olan Edward’ın (Sebastian Stan) hayatından kesitler sunuyor. Edward, Gregor Samsa’nın tersine bir dönüşüm yaşıyor. O, her sabah uyandığında bir böcek gibi hissederken metamorfoz geçirerek güzel bir adama dönüşüyor. Toplumun dışlanmışlarından biriyken, en sevilenlerinden biri oluyor. Aynaya baktığında Frankenstein’in canavarıyla karşılaştığı sonsuz bir döngüdeyken, bir sabah uyandığında yaratığın onu terk ettiğini fark ediyor. Oysaki böcek gibi küçücük ve değersiz hissetmek de Frankenstein’ın canavarı olmak da insanın kendi gerçekliğini kabullenmesiyle ve bu etiketlerden kurtulmasıyla mümkündür. A Different Man, hikayesini farklılaşmak üzerine kuruyor. Bu farklı olma hikayesini, metaforlarla zenginleştirerek sembolik anlatıma da göz kırpılıyor. Filmin sürrealist bakışı da bütünü tamamlayan parçalardan sayılabilir.

Mükemmel Bir Adam

Yönetmenliğini Aaron Schimberg’ün yaptığı A Different Man, adıyla müsemma bir film. Film baştan sona farklı biri olmak üzerinden ilerliyor; ancak bunu sadece fiziksel farklılıklardan bahsederek yapmıyor. Filmin başrolünde yakışıklı çehresiyle Sebastian Stan’i izliyoruz. Ona eşlik eden diğer isimlerse şöyle sıralanıyor : Renate Reinsve, Adam Pearson, Liana Runcie, Michael Shannon. İrili ufaklı rolleriyle ara sıra filmde varlık gösterenler olsa da, Sebastian Stan, Renate Reinsve ve filmin ikinci yarısından sonra filme dahil olan Adam Pearson’ın öne çıktığı bir film olarak nitelendirilebilir.

Filmin psikolojik tarafı ağır bassa da, aynı zamanda gerilim ve mizahı da iyi şekilde harmanlıyor. Öyle ki; Altın Küre Ödüllerinde, Komedi / Müzikal kategorisinde En İyi Film ödülüne adaylık kazanırken, aynı kategorinin En İyi Erkek Oyuncu ayağında Sebastian Stan’in performansı ödüllendirildi. Fazlasıyla hak edilmiş bir ödül olduğunu belirtmem gerekiyor. Sebastian Stan filmin her anında yıldızlaşıyor. 2024’ün onun için epey verimli bir yıl olduğunu söylemek mümkün. A Different Man dışında, Donald Trump’ın hayatının bir kısmının anlatıldığı The Apprentice filminde Trump’a hayat veriyor. The Apprentice’ın yılın iyi filmlerinden biri olarak öne çıktığını söyleyebiliriz. Sebastian Stan, Altın Küre’nin Drama dalında En İyi Erkek oyuncu adayı olarak da yarışa dahil oluyor. Neredeyse töreni domine ettiğini söyleyebiliriz. Ayrıca Berlin Film Festivali’nde de aynı ödülle taçlandırıldığını söyleyelim.

Renate Reinsve, The Worst Person in the World (Dünyanın En kötü İnsanı) filmiyle Cannes Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazandıktan sonra, Norveç Sinemasından Hollywood’a geçiş yaparak Amerikalı aktrislerin rollerine ortak oluyor. Kendisini aynı yıl içinde Armand filminde ve Presumed Innocent dizisinde muhteşem şeyler yaparken izleme şansına eriştik. A Different Man’de de en az filmin hikayesi kadar ilginç bir karakterle yer alıyor.

Gerçekliğin Yaraladıkları

Edward, hastalığının yüzünde oluşturduğu tahribat nedeniyle yalnız bir ruh olarak hayatını sürdürürken, bir yandan da hastalığıyla ilgili tedavisi devam ediyor. Hiçbir işe yaramayan tedaviler devam ederken, doktoru yeni bir deneysel ilacın varlığından bahsediyor. Henüz kimse üstünde denenmemiş olduğunu da belirtiyor. Edward bu yeni tedaviyi kabul ediyor. Hayatında böyle bir değişim yaşanmadan önce yeni taşınan komşusu Ingrid’le samimi bir ilişki kurması onu yalnızlık buhranından biraz olsun aydınlığa çıkarıyor. İlacın yan etkileri nedeniyle, yaşadığı acı hissiyle boğuştuğu bir gecenin sabahına yepyeni bir adam olarak uyanıyor. İlacın işe yaradığını ve tümörlerin altından çok yakışıklı bir çehrenin çıkmasıyla Edward’ın hayatı da değişiyor. Bu yeni fiziksel görüntüsüyle birlikte Edward’ı öldürüp Guy’ı yaratıyor. Kimseye Edward olduğunu söylemiyor. Yeni hayatına, yeni bedenine yeni bir isim vererek başlıyor. İşini ve evini değiştiriyor. Belki de ilk kez istediği gibi yaşama şansı oluyor. Eskiden yüzüne korkuyla, iğrenmişlikle ya da en kötüsü acımayla bakanların yerini hayranlık ve arzu alıyor. Edward artık herkes gibi mutlu ve normal bir hayatı olacağına inanıyor.

Tüm bu değişimler yaşanırken Ingrid’in Edward isimli bir tiyatro oyunu yazdığını öğreniyor. Edward rolü için seçmelere katılıyor ve kazanıyor. Bu şaşırtıcı değil elbette. Neticede kendisini oynuyor. Tiyatro oyunu sayesinde Ingrid’le yakınlaşıyorlar. Hayatta her şey istediği gibi ilerlerken bir gün tiyatronun kapısından onun eski haline çok benzeyen bir adam giriyor. Oswald…

Oswald, Edward gibi Nörofibromatozis hastası. Oyundaki karakteri görünce rol için uygun olabileceğini düşünerek başvuru yapmak için tiyatroya geliyor; fakat rolün zaten bir sahibi olduğunu öğrenince iyi dileklerini sunup oradan ayrılıyor; fakat Ingrid Oswald’ın aradığı kişi olduğunu düşünmeye başlıyor. Dolayısıyla Edward rolünü Oswald’a veriyor. İlk önce rolünü, sonra da sevgilisini Oswald’a kaybeden Edward yaşadığı kayıp hissiyle başa çıkamıyor. İstediği hayatı, eskiden olduğu adama kaptırmasının şoku ve durumu anlamlandıramaması bazı fevri davranışlarda bulunmasına ve hatalar yapmasına neden oluyor. Final sekansı filmi tamamlıyor. Epey vurucu ve trajik olduğunu söyleyebiliriz; ancak bir taraftan da absürt ve filmin kendisi gibi tuhaf hisler uyandırıyor.

Görünenler ve Görünmeyenler

Edward’ın hastalığı ve görüntüsü nedeniyle psikolojisinin bozuk olması normal karşılanacakken, değişime uğradıktan sonra yaşadıkları, yaptıklarının hayatının büyük bir bölümüne şekil veriyor olması oldukça ironik bir mesele gibi görünüyor. Fiziksel olarak deforme bir görüntüsü olan Edward, rutin bir yaşayış içinde ilerlerken; herkes gibi normalleştiğinde nevrotik bir tavra doğru evriliyor. Mutlu olmasa da sorunsuz bir hayat sürerken, en büyük arzusu gerçekleştiğinde mutsuzluğun dibine vuruyor. Aldığı her karar, söylediği her söz, yaptığı her davranış onu bir adım daha geriye itiyor. Tüm bu yaşanan kötü deneyimleri, Oswald’ın onun elinden aldıkları sonucunda yaşanıyor. Üstelik Oswald kötü bir insan bile değil. Tam tersi iyi, kibar, eğlenceli, sosyal, komik bir kişiliğe sahip diyebiliriz.

Aslında filmin asıl derdinin bu olduğunu söylemek mümkün. Film; Edward’ın yakışıklı, çekici ve kusursuz yeni görüntüsünün; tıpkı onun eski hali gibi görünen bir adama kaybetmesi ironisinden bahsediyor. Film, bizi yukarılara taşıyan ve görünür kılanın, görüntümüzden ziyade nasıl biri olduğumuzla ilgili olduğunu söylüyor. Edward’ın bu kadar takıntı yaptığı şeylerden dolayı sahip olduğu asosyal kişiliği, onu yaşamak için teşvik edemiyor. Dolayısıyla yakışıklı bir adama dönüştüğünde gelen sosyal hayatla da baş edemiyor. Her şeyden önce kaybetmeye tahammülü olmaması onu aşağı çekiyor. Oswald’ın rolü ondan daha iyi oynayabileceğine inanmıyor; çünkü metinde yazılan kişinin kendisi olduğuna, kendisini feci şekilde kaptırıyor; ancak o artık kendisinin de kabul ettiği gibi Edward değil. Diğer tarafta da eski Edward’ın Oswald’ın sahip olduklarına sahip olamamasına şaşırıyor. Bu şaşkınlık dönüşüm geçirerek yerini kıskançlığa bırakıyor. Oswald gibi görünen biri nasıl olur da sahip olduklarını onun elinden çekip alabilir düşüncesiyle iyice batağa sürükleniyor. Aslında Edward’ın hayatta çok büyük istekleri olmadığını onu izlerken anlıyoruz. O, basit bir ıslık çalabilmenin peşinde olan sıradan bir adamken, Broadway’e merdiven dayıyor. Her ne kadar trajediyle hayatının büyük bir bölümünü mahvetmiş olsa da Edward’la bağ kurmayı başarıyoruz. Edward’ın çalınan hayatıyla birlikte ruhuna yerleşen karanlık, ona hayatını değiştiren büyük hatayı yaptırıyor. Edward kendi karanlığını yine kendi yaratıyor. Sahip olduklarını bir kenara itip, takıntı yaptıklarının peşinden giderek, o yarattığı karanlığın içine atlıyor. Edward ve Guy olarak iki farklı insan olarak karşımıza çıksa da, yaşadığı karakter çatışmasıyla başa çıkamıyor. Edward’ın Guy kişiliğine dönüşürken geçirdiği karanlık, filmin depresif atmosferiyle de uyum sağlıyor.

A Different Man, anlattığı absürt hikayesi ve absürt karakterlerini psikolojik bir savaşın içine atmaktan çekinmiyor. Bunu trajikomik bir dille yaparak, seyirciye bir filmin içindesiniz, yine de Edward’ın çaresizliğini hissediyorsunuz diyor; çünkü yönetmen hikayesini kendi deneyimlerinden faydalanarak anlatıyor. Yönetmen aynı hastalığa sahip değil, ama sahip olduğu hastalık sonucu yaşadığı değişimler onu bu filmi anlatmaya itmiş. Filmi izlerken tanık olduğumuz psikolojik etmenler filmin çok kişisel bir taraftan anlatıldığını hissettiriyor.

Yönetmen / Senaryo : Aaron Schimberg

Görüntü Yönetmeni : Wyatt Garfield

Kurgu : Taylor Levy

Müzik : Umberto Smerilli

Oyuncular : Sebastian Stan, Renate Reinsve, Adam Pearson, Billy Griffith, Martin Ewens, Lawrence Arancio, Eleanore Pienta, Miles G. Jackson, John Keating, C. Mason Wells

ABD / Komedi-Dram-Gerilim / 112 Dk.

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz