Bildiğin Gibi Değil / Not What You Thin
Sessizliğin ardındaki sesi duyurmak
“Bildiğin Gibi Değil”; oyuncularının muhteşem ve göz dolduran oyunculuklarıyla, Serdar Orçin’den gelen Tokat şivesi ve tanbur ziyafetiyle, sade mekânsal tercihleriyle, bireysel, ailesel ve toplumsal sorunları irdeleyişiyle, izleyicisini düşünmeye sevk edişiyle, iğdiş etmeden dramı sunuşuyla, sessizliğin ardındaki sesi duyuruşuyla ve mutlu anların dahi eksik kalabildiğini hatırlatmasıyla izlenmeyi hak eden bir film.
Hikâye
Sinemamızın genç yeteneklerinden Vuslat Saraçoğlu’nun 2018 yapımı “Borç” isimli ve ulusal / uluslararası festivallerde gösterilerek ödüllerle dönen ilk filminin takibinde yönetmenliğini, yapımcılığını ve senaristliğini üstlendiği ikinci filmi “Bildiğin Gibi Değil”; Adana Altın Koza, Antalya Altın Portakal ve İstanbul Film Festivallerinde gösterime girerek ülkemizdeki prömiyerini gerçekleştirdi. İstanbul Film Festivali’nde en iyi film, en iyi kurgu ve en iyi erkek oyuncu ödüllerini toplayan “Bildiğin Gibi Değil’in”, sinema perdelerine yansıması 2025 yılının Nisan ayı olarak planlanırken; 20 Ekim’de İstanbul Odtü Mezunlar Derneği Sinema Kulubü’nde, Yönetmen Vuslat Saraçoğlu ile söyleşi yapma imkânını yakalayan ve içlerinde şahsımın da bulunduğu minimal bir topluluk için filmin gösterimi yapıldı.
“Borç” filmi ile sinema camiasında adını duyuran Vuslat Saraçoğlu’nun bu filmi de Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan maddi destek alırken, Tokat ilinde geçiyor olması kendisi de Tokat doğumlu olan yönetmen için filmi özel bir noktaya taşıyor. Hatta, film için kullanılan evin Vuslat Saraçoğlu’nun 12 yaşına değin yaşadığı ev olduğunu öğreniyoruz. Filmin hikayesi, farklı düşün ve yaşam biçimlerine sahip 44 yaşındaki Tahsin (Serdar Orçin), 38 yaşındaki Yasin (Alican Yücesoy) ve 34 yaşındaki Remziye’nin (Hazal Türesan) babalarının gizem içeren ölümünün akabinde doğdukları şehirde toplanmalarını konu ediniyor. Yıllar sonra bir araya gelen üç kardeş, zaman zaman yakın temasa geçerek özlem giderirlerken, zaman zaman gerilim dolu anlar deneyimliyorlar. Kardeşler arasında ikili koalisyonların gündeme gelerek dengelerin değişim gösterdiği durumlar yaşanıyor ve ortak olarak nitelendirdikleri geçmişlerindeki bireysellikler ön plana çıkıyor.
Dramadaki Yumuşak Geçişler
Babalarının ölümünün sonrasında uzun süredir görüşmeyen Tahsin, Yasin ve Remziye’nin aile evine dönmeleri ile filmimiz başlıyor. Baba kaybı nedeniyle aile üyelerinin bir araya gelmesini dert edinen muadil filmlerin aksine bu filmde, morgdan cenazenin teslim alınması ve kısa süren cenaze töreni haricinde ölümün içerdiği geleneksel ritüellere dair herhangi bir sahneye rastlamıyoruz. Kaybın getirdiği derin üzüntü, çökkünlük hissi ve geçmişin mutlu anlar üzerinden yad edilmesi gibi dramatik unsurlara başvurulmuyor. Tersine, daha önce annelerini de yitirmiş olan üç kardeş tarafından kayıp süreci normalleştiriliyor ve hayat “halledilmesi gereken işler” üzerinden olağan akışında devam ediyor.
Evlatların en büyüğü, hayatını babasının istek ve arzularına göre yaşamak durumunda kalmış, babasının esnaflık mesleğini devam ettirmiş, memleketinden ayrılmayı düşünmemiş ve geleneksellik temelli dini öğretilere önem vererek yetişmiş Tahsin, kardeşlerine kıyasla mevlüt için hoca ayarlanması, misafirlerin ağırlanması ve aile büyüklerinin davetlerine icabet gösterilmesi gibi meselelerin yürütülmesinde gönüllü oluyor. Yazarlık ve belgesel çekimi mesleğini icra eden Yasin ve İzmir’de tezgâhtarlık yapan Remziye ise, ailenin uzun zamandır uzağında yaşayan ve cenaze için memlekete gelen çocuklar olarak, bu gelenekselliğin dışında konumlanmayı ve özel yaşamlarındaki meşguliyetleri aile evine taşımayı yeğliyorlar.
Aile Evi Regresyonu (Gerileme)
Regresyon, psikolojik açıdan gerileme yani daha önceki az gelişmiş bir aşamaya dönme anlamında kullanılmaktadır ve sıklıkla klinik olgularda karşımıza çıkmaktadır. Olumsuz yaşam deneyimlerinin söz konusu olduğu ruhsal gelişim dönemlerinde bazı takılmalar oluşmaktadır. Zihnimizin bilinçli yanı takvimsel ilerlemeye eşlik ediyor olsa da, olumsuz yaşam deneyimlerimiz bilinçaltımızın karanlık taraflarına doğru bastırılmaktadır. Bilinçaltımızın derinliklerine bastırdığımız deneyimleri anımsatacak ögelerle veya durumlarla karşı karşıya kaldığımızda, psikolojik olgunluğumuz ortadan kalkmakta ve regresyona zemin hazırlanmaktadır. Böyle anlarda, yetişkin işlevselliğimizin yerini, psikolojik dengemizi sarsarak bizi gerileten; kırılgan, hırçın, depresif, çaresiz ve öfkeli çocuksu yanımız almaktadır.
Aile evine dönmek, yıllar önce bu evde yaşamakta iken bilinçaltımıza ittiğimiz olumsuz hislerin bilincimize gelmesi noktasında tetikleyici bir rol üstlenmekte ve örtük kalanın belirginleşmesine neden olmaktadır. “Bildiğin Gibi Değil” bu açıdan iyi bir örnek sunuyor. Çekmecelerden çıkan oyuncaklar, günlükler ve aile albümleriyle beraber Tahsin, Yasin ve Remziye’nin bastırdıkları çocuksu yanları da evin baş köşesine yerleşiyor. Yetişkin kimliklerini rafa kaldıran kardeşler, birbirlerinden destek arayıp bulamadıkları zamanların faturasını ortaya çıkarıyorlar. İkili koalisyonlar ışığında pozisyon alan kardeşler, diğer kardeşin tabiri caizse çıplak ve yalnız hissetmesine yol açıyor. Gerilimin filmin tümüne belirli dozlarda yayıldığı ve izleyicinin gerilim düğümünün nereye varacağını merak ettiği bu sahnelerde, kardeşlerin regresyona uğramış hallerini izliyoruz.
Kaynakların Adil Dağılımı
Çok sevdiğim bir hocam, “Kardeş rekabeti yoktur, kaynakların ebeveyn tarafından adil dağılım sorunu vardır” der. Ebeveynlerin maddi (para, imkân) ve manevi (sevgi, ilgi, kabul, şefkat vb) konularda çocukları arasında farklılık gözetmeleri kaynakların adil dağılımı ilkesine ters düşmekte ve haksızlığa uğradığını düşünen çocuklar arasında rekabet ortamı gelişmektedir. “Bildiği Gibi Değil” filmi, ebeveyn kaynaklı bu tutumun iyi bir temsili. Babasının mesleğini sürdürmek ve bakımını üstlenmek zorunda kalan, kardeşi Yasin’e okurken harçlık gönderen ve ikinci bir baba gibi aile içinde rol edinen Tahsin, Anadolu’nun kırsal bir ilinde eril egemenliğinin altında sıkışıp kalarak hayallerine erişmeyi hayal dahi edemeyen Remziye ve entelektüel kapasitesini arttırarak toplumda yer edinmeyi hedeflediği için arzuladığı ölçüde aile bireyleri ile bağ kurmayı öğrenemeyen Yasin de kaynakların adil dağılamayışının birer mağduru olmuş vaziyette..
Filmde, vefat sonrasında mirasın paylaşılması mevzusu ebeveyn tarafından kaynakların dağıtımının bir uzantısı ve adil olmaması durumunda kardeşler arasında çeşitli sorunların meydana gelmesine gebe. Geçmişe dair göremedikleri ve ebeveynlerinden alacaklı olduklarını düşündükleri hesapları miras kavgası üzerinden görmeye çalışmaları haliyle beyhude bir çaba oluyor.
Yaratılan “Persona”
Film süresince, aile bağlamından uzakta yaşayan kardeşler Yasin ve Remziye’nin “bir başkası” olmaya karşı yoğun bir istek duymalarına ve yıllar içerisinde oluşturdukları bu ideal benliği muhafaza etmek için çaba sarf etmelerine şahit oluyoruz. Yasin, bir kitap yazarı ve belgeselci kimliğini inşa etmek ve bu kimliğini tanınır hale getirmek, Remziye ise uçarı ve maceraperest yapısıyla ilerlemekte olan yaşına rağmen pahalı kozmetik malzemeleri ile güzelliğini korumak ve sosyal medyayı aktif kullanmak için tüm varlığıyla mücadele ediyor. Hatta, Remziye’nin İzmir’de yaşamakta iken “Sude” ismini kullanacak ve bir kadını annesi şeklinde etrafa tanıtacak kadar ileri gittiğini anlıyoruz. Tıpkı biz izleyiciler gibi Tahsin de, kardeşleri Yasin ve Remziye’nin kendilerine oluşturdukları bu kalıplara yerleşmeye çalışmalarına şaşkın gözlerle bakıyor. Kardeşler arası bu ilişkilerin, “özü benimseme ve öze yabancılaşma” çatışmasına atıfta bulunduğunu anlamak güç olmuyor. Beraberinde, yazarlık gibi dolaylı bir meslek ile topluma temas etmeden ve en yakınındakinin yarasına merhem olmadan toplumun iyileştirilmesine katkıda bulunmanın ne derece işlevsel olduğu sorusunun altı çiziliyor.
Etiketlemeler ve Travmaların Getirdikleri
Filmin sonlarına doğru, erkek arkadaşı Burak’ın aile evine ziyarette bulunmasıyla birlikte, Remziye’nin iki kimliği arasında bir buhrana düştüğünü, erkek arkadaşının ağabeyleri tarafından onaylanmasına bağlı her şey yolunda gitmekte iken pasif agresif bir tutum sergileyerek bir dönüşüm yaşadığını görüyoruz. Remziye’nin, ağabeylerin ona karşı yaftalayıcı söylemleriyle pekişen ve şiddetini arttıran olumsuz davranışları tüm aileyi bir kırılma mevkisine götürüyor.
Aile içerisinde “sorunlu” ve “hep böyleydi, şimdi de böyle” şeklinde addedilen bireylerin, hâlihazırda yine süreğen aile dinamikleri dolayısıyla ve her aile bireyinin katkısı ile “sorunlu” hale geldiklerini hepimiz görüyoruz, duyuyoruz ve yaşıyoruz. Aileden bireye / bireyden aileye giden uzamda, bireye yapılan etiketlemelerin ardında bir travmanın yattığını film bizlere bir kez daha hatırlatıyor.
Filme Dair
“Bildiğin Gibi Değil”; oyuncularının muhteşem ve göz dolduran oyunculuklarıyla, Serdar Orçin’den gelen Tokat şivesi ve tanbur ziyafetiyle, sade mekânsal tercihleriyle, bireysel, ailesel ve toplumsal sorunları irdeleyişiyle, izleyicisini düşünmeye sevk edişiyle, iğdiş etmeden dramı sunuşuyla, sessizliğin ardındaki sesi duyuruşuyla ve mutlu anların dahi eksik kalabildiğini hatırlatmasıyla izlenmeyi hak eden bir film.
Şimdiden herkese iyi seyirler..
Yönetmen / Senaryo : Vuslat Saraçoğlu
Görüntü Yönetmeni : Meryem Yavuz
Kurgu : Naim Kanat
Oyuncular : Serdar Orçin, Alican Yücesoy, Hazal Türesan, Ozan Çelik, Ünal Yeter, Elif Neva Özhan Ahmet Sarp Keşkek, Ayşe Saraçoğlu, Ayşe Çiğdem Atasoyu, Mahir Berkant Varol, Özge Yıldırım
Türkiye / Dram / 107 Dk.