Blonde

BLONDE, KAPİTALİZM MARİLYN’İ SÖMÜRMEYE DEVAM EDİYOR 

Yalnızca Amerika’nın değil, dünyanın seks sembolü haline gelmiş Marilyn Monroe’nun lakabı “Sarışın bomba” idi. Dirisinde Hollywood sinema endüstrisine milyonlarca dolar kazandıran Marilyn ölümüyle de kazandırmaya devam ediyor; aradan 60 yıl geçmesine rağmen hayatı didik didik ediliyor, ölümünün arkasındaki esrar çözülmeye çalışılıyor ve hala erkeklerin düşlerini besliyor… 

Marilyn Monroe’yu çocuk yaşta tanımıştım. Babamın gazete bayisi olması nedeniyle gazetelerde, dergilerde bolca fotoğraflarını görüyordum; ayrıca bana sinema sevgisini ilk kazandıran bir sinema sözlüğü vardı evimizde, bu sözlükten dönemin bütün yıldızları gibi Marilyn’in hayatına ve filmlerine dair çok okuma yapmıştım. Büyülü bir dünyanın kapılarını bu sözlük açmıştı bana; fakat  o büyünün arkasındaki gerçekleri bilecek yaşta değildim. Monroe’nun Tony Curtis ve Jack Lemmon ile başrolünü paylaştığı 1959 yapımı “Bazıları Sıcak Sever” filmini 1976 yılında İstanbul’da misafir olduğum amcamın evinde televizyondan seyretmiştim. Akşamın geç saatinde o çocuk ruhumla uykunun sıkıştırmasına rağmen filmi  sonuna kadar seyretmiştim…

Bütün bu tanışıklığıma rağmen Marilyn’e hayranlık duyan  biri olmadım hiç. Demek ki bedeniyle  ve sansasyonları ile öne çıkan (daha doğrusu öne çıkarılan) bir aktriste  daha o zamandan tepki duymuşum bilinçaltında, sadece ünlü amerikan yazarı Arthur Miller ile evliliği dikkatimi çekmişti…

Bu ön bilgilerden sonra 28 eylül’de Netflix’te gösterime giren “Blonde” filmini yorumlayalım.

FİLM, MARİLYN MONROE’Yİ ZAVALLI DURUMUNA DÜŞÜRMÜŞ!

Filmin yönetmenliğini yapan senaryosunu yazan Yeni Zelanda kökenli Avustralyalı Andrew Dominik.  

Amerikalı kadın yazar Joyce Carol Oates’in 1999 yılında yayınlanan ve Pulitzer Ödülü alan romanı “Blonde” dan uyarlandı. Romancı Mondroe’nin hayatına kurgusal bir bakış açısı sunduğunu söylemiş.

Filmi seyrettikten sonra bunun tam bir biyografi olmadığın az-çok bir  kurgu eklendiğini tahmin etmiştim, bu bilgileri okuduktan sonra yanılmadığımı gördüm.

Kadın romancımız kadın gözüyle baktığı için erkek dünyasında güzel ve seks sembolü haline gelmiş bir oyuncunun nelere maruz kaldığını anlatıyor. Böyle bir aktrisin yükselmesi için o dönemde Hollywood stüdyoları eline geçirmiş büyük yönetmenlerin yatak odalarından   geçtiğini ve daha pek çok şeyi… Bunun doğruluğunu birkaç ay önce yine Netflix’te yayınlanan Marilyn Monroe belgeseli “Kasetlerdeki Sırlar”ı izlediğimde görmüştüm, belgesele daha sonra değineceğim yine, bu eleştiriyi yazmak ve karşılaştırmak için  belgeseli ikinci kez izledim.

Filmin başrollerini Marilyn’i Küba asıllı oyuncu Ana de Armas, Arthur Miller’in hit filmi olmuş “Piyano”dan tanıdığımız en iyi Oscar oyuncu ödülü almış Amerikalı oyuncu Adrian Brody, Amerikalı ünlü beyzbolcu Joe DiMaggio’yu canlandıran  Bobby Cannavale paylaştılar. Filmin sanat yönetmeninin hakkını vermek için onun da ismini yazmak gerekiyor, Peter Andrus

Filmi izledikten sonra bende oluşan ilk duygu, açık ve net söyleyeyim acımayla karışık irrite! Yönetmenimiz kusura bakmasın ama kaş yapayım derken göz çıkarmış, Marilyn  Monroe‘yi resmen zavallı durumuna düşürmüş; sanki dünyanın starı olmamış, sanki dünyanın en ünlü erkekleriyle evlenmemiş veya sevgili olmamış (tamam en ünlü erkeklerin bile iç yüzünü göstermiş buna diyeceğimiz olamaz)  sanki o şöhretin nimetlerinden faydalanmamış…

Elbette büyük şöhretin büyük bedeli vardır; fakat dünyanın gelmiş geçmiş en ünlü popüler artisti olmak hiç kolay değildir. Bunu sadece bedeniyle değil; aklıyla, duygularıyla, öğrenmeye meraklı haliyle başarabildiyse yaşadığı onca ıstıraplara rağmen nasıl zavallı olabilir? Kadın kendini yoktan var etmiş, bu da tesadüf olmasa gerek; filmdeki gibi sürekli sızlanan bir Marily’nin bunu başarması mümkün olur muydu? Açıkçası Marilyn Monroe’ye hayran değildim ama film resmen ondan soğuttu. Neyse ki “Kasetlerdeki Sırlar” belgeselini yeniden izledim de eski duygularıma geri döndüm. Kadın bakışıyla dramın dozunu çok kaçırmış, güçlü kadın imajının zerresi yok. Bir kadın elinden bunu yapılması beni hayal kırıklığına uğrattı. Monroe, yaşadığı travmalara rağmen bu kadın gücüne sahip olmasaydı ölümünden 60 yıl sonra bile konuşulmaya devam edilir miydi?

EN PARLAK YILDIZIN BİLE  ARKASINDA KARANLIK GECE VARDIR

Gerçek adı Norma Jeane olan Marilyn Monroe trajik bir çocukluk evresi geçiriyor. Deli bir anne ve ortaya asla çıkmayan bir baba! Gayri meşru olarak dünyaya gelen çocuk şizofrenik bir annenin bakımıyla nasıl büyütülürse  o şekilde yedi-sekiz yaşına kadar geliyor. Anne bir gün  cinnet anında kızını öldürmek isterken  Norma daha o yaşta bir şekilde annesinin elinden kaçıp komşularından yardım istiyor ve böylece  anne akıl hastanesine Norma ise yetimhaneye gidiyor…

Yetimhanelerde ve koruyucu ailelerde büyüyen Norma, belli bir yaşa geldikten sonra güzellik müsabakalarına katılıyor ve kendini Hollywood sinema platolarına atıyor. Oyuncu olma arzusu çok büyük ama bunun bedelini daha ilk anda yönetmenin tacizine maruz kalarak ödüyor… Sonrasında adım adım yıldız; hatta en parlak yıldız olarak gökyüzüne doğru yükseliyor; fakat o yıldızın arkasında karanlık  vardır. Blonnde” işte bize o karanlığı gösteriyor. 

Film, o herkesin bildiği meşhur sahneyle açılıyor. Hani rüzgarın  beyaz elbisenin eteklerini uçuşturan  sahne. “Yaz Bekarı” filmi çekilirken   Monroe caddede üzerinde bulunan ızgaradan metrodan yukarı çıkan esintiyi görünce kendini o ızgaranın üstüne atıyor ve olanlar oluyor, etek havaya kalkıyor. (Belgeselde anlatıldığına göre önce 3-5 kişi olan  o caddede sonra on bin kişi birikiyor, hepsi de erkek tabii, yıldızın eteğinin altına bakmaya çalışıyorlar.)

Erkeklerin aradığı başka şey (ki yönetmen bir sahnede bu durumu erkeklerin ağzını kurt gibi açmış kocaman dillerini göstererek  çok güzel eğretileme yapmış) fakat  bir eğretileme de ben yapayım, o eteğin altını bilinçaltı olarak algılayalım. O bilinçaltında sürekli eksikliğini hissettiği sevgiyi arayan biri vardır. Kendini yetim olarak görmeyen  ama kimsesizliğini direkt kabul eden biri ancak on bin kişiyi başına yığabilir… Marilyn, burada eteğindeki ağır taşları döküyor!

Sanat yönetmeni başarılı, metaforik bazı sahneleri oldukça beğendim, oyuncular da iyi, belgeselde anlatılan birçok olay filme yansıtılmış, Norma ve Marilyn arasında sıkışan ruhun yansıtılması yerinde; ancak belirttiğim gibi hikayenin biçimini beğenmedim… 

Marilyn Monreo’yı merak ediyorsanız filmi izleyin, asıl  Netflix’te gösterilen  “Kasetlerdeki sırları” izlemenizi öneririm. O belgeselde İngiliz araştırmacı gazeteci Anthony Summer’in üç yıl boyunca yaptığı araştırmalar sonucu kasetlere aldığı seslerden yola çıkarak bizi esrarlı bir  yolculuğa çıkarıyor. Marilyn Monroe‘nun ölümünden iki yıl önce sürekli bir psikiyatriste gittiği, kullandığı uyku hapları, Kennedy kardeşlerle (başkan Kenedy ve adalet  bakanı olan kardeş Kennedy) olan ilişkisi ve ölüm detayları…

Kapitalizm, erkekler için sarışın aptal bir bomba yarattı hala parçalaya parçalaya yediriyor… Ve sanrılardan kazanmaya devam ediyor…

Filmde geçen bir söz de öyle söylüyor:

“Tüm aşklar da sanrı değil mi zaten”

Yönetmen / Senaryo : Andrew Dominik

Görüntü Yönetmeni : Chayse Irvin

Kurgu :

Müzik : Nick Cave, Warren Ellis

Oyuncular : Ana de Armas, Adrien Brody, Bobby Cannavale, Julianne Nicholson, Caspar Phillipson, Tobby Huss, Sara Paxton, David Warshofsky, Lily Fisher, Colleen Foy, Catherine Dent, Evan Williams

ABD / Biyografi-Tarihi-Dram / 166 Dk.

OrtaKoltuk Puanı:

1 YORUM

  1. “Blonde”u, Peter Morgan imzalı “The Crown”, Pablo Larrain tarafından yönetilen Jackie Kennedy ve Diana Spencer filmleriyle birlikte izlediğinizde 20. yüzyılın en çok konuşulan dört kadınını yakından tanımış olacaksınız…Marilyn Monroe (1926-1962) babasını hiçbir zaman tanıyamadı…Babasının kim olduğu bilinmiyor…Şizofren annesi (1902 doğumluydu) onu 7 yaşındayken öldürmeye kalkıştı…Annesi bu olaydan sonra akıl hastahanesine yatırıldı…Hollywood’un tüm hetero kodamanlarının (Darryl Zanuck dahil) tecavüzüne uğradı…Judy Garland gibi Marilyn’de Hollywood stüdyolarının sözleşmeli kölelerinden sadece bir tanesiydi…Fox Stüdyosu’yla yaptığı yanlış ve sorunlu sözleşmelerden dolayı “Erkekler Sarışınları Sever”den Jane Russell 400.000 dolar kazanırken, baş rolde olduğu halde Marilyn Monroe 18.000 dolar elde etti…Çocuğu şizofren doğacak korkusuna kapılarak ya da film stüdyosu baskısıyla kürtaja zorlandı…Yanlış iki evlilik yaptı…Bir de düşük yaptı…Babasını tanımak ve sıradan ev kadını olmak en büyük hayalleriydi…Ancak gerçekte ABD Başkanı tarafından seks işçisi ve escort muamelesi gördü…Oysa Marilyn kitap okuyan, entelektüel bir insandı…Arthur Miller bile Marilyn Monroe’nun kitap analizlerine hayran kalmıştı…

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz