..bizlere yaşamın doğasını, geçmişi, geride bıraktıklarımızı, ölümü, mezarı hatırlatan, bir parça olsun kendimize gelmemizi sağlayan, zamanın ruhunun izini süren aşkın bir film izledik. Gözlerimiz yaşardı, boğazımız düğümlendi ve çok heyecanlandık. Öyle bir film ki, biraz daha sürse Çehov’un dediği gibi neden yaşadığımızı anlaşacaktık. En iyi yönetmen ödülünü ona vermekten gurur duyuyorum…” Zeki Demirkubuz’un Antalya Film Festivalindeki ödül töreni konuşması…
Festival tarihinin belki de en tartışmalısı…
Gerçekten Bozkır filmi, Anton Çehovvari, aşkın, göz yaşartıcı bir film miydi? Festivalde gösterildiğinde sinema eleştirmenlerinden ciddi eleştiriler aldı, hatta kimi festival seyircisi tarafından izlenmeye değer bulunmayıp, salon terkedildi. Fakat ne olduysa oldu ve yönetmeni dahil herkesi şaşkınlığa sevkedecek denli, tüm ciddi ödüllerin sahibi oldu. Ali Özel‘in yönettiği “Bozkır” filmi, (hemen parantez açalım, çok kötü bir film olan Mehmet Tanrısever‘in yönettiği aynı tarihli yapım olan Bozkır: Kuşlara Bak Kuşlara filminden bahsetmiyoruz, kimi zaman filmlerin karıştırıldığına denk gelebiliyoruz) geçen senenin en çok konuşulan filmlerinden. Bu durum filmin başarısından kaynaklanmıyor kuşkusuz. Zeki Demirkubuz‘un jüri başkanı olduğu 56. Antalya Film Festivali’nde hemen hemen tüm ödülleri, örneğin en iyi film, senaryo, kurgu, çok az müzik kullanmasına karşın müzik, görüntü yönetmeni, kimi oyunculuk ödüllerini alması, yönetmeliğin son anda değiştirilerek kimi uygulamaların rafa kaldırılması, bazı tartışmaları da beraberinde getirdi. Bozkır filmi kötü bir film mi? Değil bence, ancak bu kadar ödül alması, ki yarışmacı filmler seçkisi arasında örneğin çok beğendiğim “Küçük Şeyler“, “Bilmemek“, “Soluk“, “Bina“, Ümit Ünal‘ın “Aşk, Büyü vs” gibi nitelikli filmlerinin bulunması ve bunların Bozkır filminden çok daha estetik ve içerik bakımından dolu filmler olması karşısında, bütün eleştiri okları Zeki Demirkubuz’un üzerine yönlendirildi. Kimisi bunu Demirkubuz‘un, sinema eleştirmenlerinden ve film endüstrisinden bir öç alma hamlesi olarak okudu. Bu tartışmaları bir tarafa bırakıp filme dönelim şimdi…
Ne kötü, ne de başyapıt…
Filmin açılışı, göz yoran, derin bir karanlıkla başlıyor. Sonra yavaş yavaş ışıma başlıyor. Sanki izleyenlere filmin olay örgüsünün karanlıktan aydınlığa giden yol gibi yavaş yavaş verileceğinin işareti olarak sunuluyor. Film boyunca özellikle şimşeklerin çakması, tıpkı bir Karadeniz kentindeymişiz hissini veren doğası zor bir köyde olduğumuzu hissettiriyor. Sofrada üç erkek ve bir kadın oturmakta, erkekler arasında hararetli bir tartışma olmaktadır. Şunu anlamaktayız ki, ilerleyen sahnelerde görürüz ki, Konya’nın Hadim ilçesinde yapılacak baraj nedeni ile köy tamamen sular altında kalacaktır. Satırlara dökmek kolay olsa da, baraj altında kalan köy, tüm hatıraların silinmesi, geçmişin de su altında belleksizleştirmesine karşılık gelir. İşte tam da bu noktada tartışmanın nedeni de anlaşılır. Zira Ahmet (Ahmet Özel), köyün baraj altında kalmasına tepkilidir. Zira, çok sevdiği eşinin mezarı hemen evinin bahçesindedir. Sadece kendi hatıralarının yitimine dair endişesi yoktur yani, yeni yerleşim planında ölülere de yer bulmak gerekir. Ancak yeğenler onun kadar bunu dert etmezler. Belki biraz Şükrü (Hakan Emre Ünal), amcası Ahmet’i biraz anlayandır. Zira o da sular altında kalacak köy belleğinin tamamen yitimine gönlü el vermez ve uzakta, taşındıkları yeni yerde, evlerinin yerini en azından izini sürmek bakımından uzun bir direk geçirir.
Yeğenler Şükrü ve Rıfat (Ozan Dağara) amcalarını ikna edemeyince babası ile uzun süredir konuşmayan Harun’u (Mücahit Koçak) ikna için çağırırlar. Ancak Harun, annesinin ölümünden babasını sorumlu tutar. Ve gerginlikler film boyunca devam eder. Sonunda mezar taşımadan, elektrik kesintilerine, doğa tahribatından, belleksizliğe tepkiye değin, kasaba yalnızlığında bir dizi soru kalır aklımıza. Özellikle baba ile oğul arasındaki gerginliklerde iş makinalarının gerilim ritmini tutturması, doğa seslerinin kaynaşması, baraj yapımlarındaki doğa tahribatının aynı zamanda aile köklerinde de yarattığı sorunları görmeyi kolaylaştırıyor. Film boyunca Şükrü ve Rıfat’ın ağaç kesimlerindeki rahatlıkları, ailenin kökü olan Ahmet’i anlamazlıklarına da cevap verir gibi. Film, Ahmet ile oğlu Harun arasındaki gerginliğin geçmişine dair çok fazla açık vermiyor. Ancak anlıyoruz ki, annesinin ölümü asıl sorun kaynağı. Bunu kendi aralarındaki tartışmalar ele veriyor. Filmin asıl kahramanı ya da ana eksen kaynağı kuşkusuz evin kökü ve büyüğü olarak Ahmet’tir. Az konuşur, geçmişi günah ve sevaplarıyla temsil eder. Ancak baraj yapımı ile aile ve bürokrasi baskısı bir arada gelir. Gittikçe sıkışmışlık içine girer. Muhtarlık anonslarında elektriklerin kesileceğinin söylenmesi, bir köşeye çekilip yağmur altında olan biteni acılarla seyretmesi, son gün tek başına evde kalması hep yuvaya duyulan sevgi ve cendere altına girmenin zorluklarını gösterir….
Bol ödüllü Bozkır filmi, çekim teknikleri ve sinema estetikleri itibariyle benzerlikler taşıdığı kimi filmlerden konu itibariyle özgün bir yer tutturmayı kısmen başarıyor. Ancak diyalogların çok yetersiz kaldığı, kimi profesyonel olmayan, örneğin amca rolündeki Ahmet Özel‘in filmin yönetmeni Ali Özel‘in babası olması gibi oyunculukların da yer yer gerçeklikten koparak, amatör bir boyuta doğru evrildiği görülüyor. İlk dönem Nuri Bilge Ceylan filminden, örneğin cama yansıyan gölgeler, fotoğraf karesi gibi uzanan doğa yansımaları yahut amatör oyuncular kullanma gibi, kimi esintiler taşıyan filmin, bir kısım sinema eleştirmenlerinin belirttiği gibi çok kötü bir film olmadığını, hatta yönetmenin ilk ciddi yapımı olarak da hakkının tesliminin gerektiğini belirtmek isterim. Ancak bu, filmin Demirkubuz‘un abartılı “Çehovvari“, “hayatın anlamını bulacaktık“, “aşkın bir film“, “göz yaşartıcı” gibi nitelemelerini de gerektirmiyor. Ve, çok prestijli bir festival olan Altın Portakal’da Bozkır‘ın hakkı on bir ödül mü olmalı, bunun takdirini sinema severlere bırakalım. Zira tartışmalar en çok nitelikli festivallere ve dolaysıyla da sinemamıza zarar veriyor…
Bozkır çok az salonda gösterimde….
Yönetmen / Senaryo / Yapımcı : Ali Özel
Görüntü Yönetmeni : Ümit Çakmaksoy
Müzik : Hüseyin Özel
Oyuncular : Ahmet Özel, Hakan Emre Ünal, Mücahit Koçak, Ozan Dağara, Elif Aydın
Türkiye / Dram / 87 Dk.