Büyük Yolculuk / Grand Tour

Müthiş etkileyici ve benzersiz bir çalışma

Kendine özgü bir yaratıcı yönetmenin bu son filmi, emperyalizm ve modernite üzerine özgün bir eleştiri de sunarken, hınzırlığından ödün vermeyen, çarpıcı görselliği ve büyüleyici şiirselliğiyle müthiş etkileyici ve benzersiz bir çalışma. Mutlaka izlenmeli.

OrtaKoltuk Puanı:

 

Bin bir Gece Masallarını günümüz Portekiz’ine aktaran başyapıtı “As Mil e Uma Noites”ini tek bir destansı film sayarsak, “Grand Tour / Büyük Yolculuk” 2012’de bir Festivalde “Tabu” filmiyle keşfettiğimiz, 1972 Lizbon doğumlu Portekizli yazar, yönetmen, kurgucu, klasik dönem sineması tutkunu Miguel Gomes’in altıncı uzun metrajlı filmidir.

Tabu”nun (2012 ) hüzünlü geçmişe bakışıyla, “Canım Ağustos Ayımız” (2008) ve “Tsugua Günlükleri”nin (2021) deneysel özgürlüğünü harmanlayan “Büyük Yolculuk” (2024) bu sinefil sinemacının sinemanın geçmişine adadığı yeni bir lirik aşk şiiridir. Israrcı nişanlısından kaçmaya çalışan kamu hizmetlisiyle onu kaçışında inatla izleyen nişanlısı üzerinden, 1930’ların ve 1940’larını egzotik kolonyal dönem filmlerinden günümüz belgesellerine, sinemanın tüm geçmişini zarafetle anımsatan bu deneysel aşk öyküsü 1918’de Burma’da başlar.

Britanya İmparatorluğunda kamu görevlisi Edward (Gonçalo Waddington) elinde bir demet çiçek, yüzünü bile hatırlayamadığı yedi yıllık nişanlısı Molly’yi (Crista Alfaiate) Londra’dan getirecek gemiyi beklemektedir. Yıllardır evlilikten uzak kalmayı başarmış olan Edward, gemi yanaşmadan az önce panikler, çiçekleri etraftakilere dağıtarak Singapur’a giden bir vapura atlayıp kaçar. Singapur’a vardığında, nasılsa yerini öğrenmiş olan Molly’nin, onu çok sevdiğini ve gelip onunla buluşacağını bildiren bir telgraf alır. Artık Edward için, Güneydoğu Asya’da diyar diyar, amaçsızca gezeceği, her molanın ardından bıkmaksızın onu izleyen Molly’nin telgrafıyla kaçışını yeni bir ülkeye yönelerek sürdüreceği “Büyük Yolculuk” başlar. Bangkok’a giderken bindiği tren raydan çıkar, bir balıkçı teknesinin kaçak yolcusu olarak Saygon’a ulaşır, denizciler ve seks işçileri eşliğinde bindiği Amerikan savaş gemisiyle Osaka’ya varır, casus olabileceği savıyla Japonya’dan sınır dışı edilerek Çin’e gider.,,

Gomes zaman ve mekânda geriye çark ederek Sezuan’in derinlerinde Tibet’e gitmeyi planlayan Edward’ı bırakır, Molly’nin nişanlısına kavuşmak için yolda olduğu gemiye döner. Edward’a güvenini hiç kaybetmeyen, gemiden indiğinde öğrendiği kaçışını neredeyse eğlenceli bulan Molly, cazip ve neşeli gülüşünü hiç kaybetmeden, yolculukta karşısına çıktığında kendisine âşık olan varlıklı Amerikalı Timothy Sanders’e (Cláudio da Silva) de umut vermeden nişanlısının peşinden gider. Yolculuğunun sonlarına doğru hastalandığında kendisine büyük yardımı dokunan Sanders’i yine geride bırakır ve adamın kahya kadını Ngoc’un (Lang Khê Tran) eşliğinde kaderine doğru yola devam eder.

Benzersiz yolculuğun bu ikinci aşamasında Gomes, filmin ilk yarısındaki mekânları ve çekimleri farklı bir bakış açısı ve değişik bir kurguyla yeniden ele alır. Edward’ın bölümünde yeni keşiflerin yarattığı heyecan ve coşku, kamera hareketlerinin ve kurgunun dizginlenmeyen temposuyla yansıtılırken, Edward’ın bu uçarı ve anlamsız kaçışının aksine, Molly’nin her aşaması trajik bir finale yaklaşan kovalamasının dokunaklı ve acıklı boyutu, duygusal ve daha romantik tonlamalarla verilir.

Aynı öyküyü iki farklı “aynı” olarak aktaran bu “ikilik / dualite” filmin nerdeyse her anında karşımıza çıkar. Film iki kişinin hem zaman olarak yaşadıklarını iki farklı öykü olarak ele alır. Sömürgeci dönemde geçen sekanslar kimi zaman net kimi zaman puslu bir siyah beyazla çekilir ama, araya kısa fakat görkemli renkli sekanslar girer. Dış mekân görüntüleri, öykünün stüdyo çekimlerinin arasına girerek, yolculuğun mekân ve zamanlarını tersyüz eder. Örneğin Singapur’dan Bangkok’a giderken raydan çıkan trenden Edward’ın burnu bile kanamadan çıktığı sekans, bilinçli olarak dönem filmlerini anımsatan yapaylıktadır. Buna karşın kent çekimlerinde yollarda günümüz otomobiller, fondaki gökdelenler hiç çekinmeden görüntülenir; hatta Saygon’da Mavi Tuna Valsi eşliğinde motosikletliler yoğun bir trafikte caddelerde süzülürler. Filmin dili de karmaşıktır. İngiliz Edward ve Molly ile Amerikalı Timothy Portekizce konuşurlar; her durakta öyküyü aktaran çok sayıda ve farklı cinsiyette anlatıcıların dış sesleri ise, bulunulan yöreye bağlı olarak Çince, Tay dili, Fransızca, Birmanca, Vietnamca, Filipince ya da Japonca’dır. .

DSCF1557.RAF

Hou Hsiao-hsien’in “Kuklacı”sını (1993) anımsatan biri kadın biri erkek iki kuklanın renkli çekilmiş dansları boyunca arka planda kuklacıların görülmesini bu yolculuk senfonisini yaratanların metaforu; zaman ve mekânlarını iç içe geçmesini de Christian Petzold’un “Transit”indeki (2018) gibi toplumsal ve siyasi bir mesaj olarak algılamak kanımca yanlış olur. Araya giren renkli bölümler ve güncel çekimler aslında sadece anlatının büyüleyici şiirselliğini vurgular. Bu öyle bir büyüdür ki, filmin en sonunda çekim ekibinin görünmesi bile etkisini azaltacağına daha da arttırır…

Kendine özgü bir yaratıcı yönetmenin bu son filmi, emperyalizm ve modernite üzerine özgün bir eleştiri de sunarken, hınzırlığından ödün vermeyen, çarpıcı görselliği ve büyüleyici şiirselliğiyle müthiş etkileyici ve benzersiz bir çalışma. Mutlaka izlenmeli.

Yönetmen : Miguel Gomes

Senaryo : Miguel Gomes, Telmo Churro, Maureen Fazendeiro, Mariana Ricardo

Görüntü Yönetmeni : Sayombhu Mukdeeprom

Kurgu : Telma Churro, Pedro Filipe Marques

Müzik : Miguel Martins

Oyuncular : Gonçalo Waddington, Crista Alfaiate, Teresa Madruga, Jani Zhao, Lang-Khê Tran, Manuela Couto, Joao Pedro Benard, Cláudio da Silva, Joana Barcio, Jorge Andrade, João Pedro Vaz, Diogo Doria, Américo Silva

Portekiz-Fransa-İtalya-Almanya-Japonya-Çin / Tarihi-Dram-Romantik / 128 Dk.

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz