Coda / Koda
CODA : SAĞIRLARIN DÜNYASINA BAKIŞ
17 yaşında lise sona giden bir genç kız, okul müsameresinde sahnede şarkı söylüyor. Kadife gibi bir ses kulağınızı şenlendirirken birden ses kesiliyor; sessizlik alabildiğine büyüyor, genç kızın sadece dudak hareketlerini görüyorsunuz, işte o an sağırların dünyasına girdiğinizi hissediyorsunuz ve içinize büyük bir eksikliğin sızısı doluyor. Şarkı söyleyen genç kızın ailesi; annesi, babası, abisi seyirciler arasındadır ve bu sessiz dünyanın kahramanlarıdır, sağırlardır. Ailenin tek konuşan ferdi ise işte bu liseli genç kızdır ve bu sessiz dünyanın sesi olma sorumluluğu omuzlarına artık ağır gelmektedir…
Ailesini seyirciler arasında gören genç kız şarkısını işaret diliyle söylemeye başlar, ağzından çıkan şarkı sözlerini onlar için parmaklarıyla anlatır…
CODA, ÜÇ DALDA OSCAR’A ADAY
En İyi Film, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu, En İyi Uyarlama Senaryo…
Seyrettiğim Oscar’a aday olan dört beş filmden yola çıkıp bir tahmin yürütecek olursam; belki En İyi Uyarlama Senaryo dalında alabilir. “Hayatımın Şarkısı” filminden uyarlandı. Fransız komedi- dram filmi olan Hayatımın Şarkısı 2014 yılında gösterime girmiş ve neredeyse bütün Cesar ödüllerini toplamış. En İyi Yardımcı Erkek oyuncu Ödülünü alır mı tahmin etmek zor; benim kafamda en iyi erkek ve erkek yardımcı ödülü aktörleri var; öte yandan da Coda’nın baba rolündeki Amerikalı erkek oyuncusu Troy Kotsur’un gerçekten sağır bir oyuncu ve yönetmen olduğunu düşünürsek ihtimal dışı görünmüyor.
Sian Heder; filmin hem senaryosunu yazdı hem de yönetmenliğini yaptı. Siar Eder En İyi Uyarlama Senaryo Ödülünü alır mı bilemem ama son dönemde yazdığım eleştirilerde yönetmenlerin kadın olarak karşıma çıkması beni ziyadesiyle memnun ediyor. Üstelik ciddi anlamda ödüller de kazanıyorlar.
CODA NEYİ ANLATIYOR?
Coda, bir kısaltmadır, “Child of Deaf Adults” yani sağır ailenin çocuğu. İşitme engelli ailenin konuşan tek bireyi Ruby Rossi (Emilia Jones)’dir. Hikaye Ruby’nin üstüne kurulurken etrafında dolaşmayı unutmuyor. Ailenin gerçeğini, tek geçim kaynakları olan balıkçılığın ekonomik piyasadaki seyrini, komisyoncuların -bütün üretim piyasasında olduğu gibi- malı birinci elden çok ucuza alıp piyasaya daha pahalıya sattıklarını, bu duruma başkaldıran dilsiz ailenin; özellikle abinin dilini güçlü bir şekilde gösterip kooperatif kurmalarını anlatıyor. Bir kompozisyonu var filmin ve bu kompozisyon dışına çıkıp, dağılıp farklı yerlere savrulma tehlikesi oluşmamış.
Ruby sabahın çok erken saatinde babası Frank Rossi’yi (Troy Kotsur)ve abisi Leo’yu (Daniel Durant) kaldırıp balık tutmak için denize açılırlar. Topladıkları balıkları komisyoncu şirkete satarlar, geçimlerini bu şekilde sağlarlar. Ve bu geçim öyküsünün her aşamasında Ruby çevirmen olarak başroldedir. O küçük omuzlarında dünyanın yükü ile hayatını sürdürmeye çalışır. Öyle yorgun düşer ki okul sıralarında çoğu zaman uyuyakalır. Bu yükün psikolojik dönütü ise kendine güvensizlik olur; akran zorbalığı yüzünden ailesinin sağır olması ve üstünün balık kokması alay konusu olur; oysa içinde bir cevher taşımamaktadır. Müzik!
İçindeki bu ateşle çekingen adımlarla girdiği müzik odasından müzik öğretmenin sayesinde geleceğin şarkıcısı olarak çıkar…
DUYGUSAL, ETKİLEYİCİ SAHNELER…
Abi Leo’nun bencil davranmayıp, kardeşinin kendi emellerine ulaşması için onu yüreklendirmesi. Bu, Leo’ya aynı zamanda yıllarca kardeşinin gölgesinde yaşamanın onda yarattığı derin yaralardan kurtulma imkanı sağlayacak; dilsiz de olsa bir şeyleri başarabileceğini gösterecek, rüştünü ispat edecektir.
Okulun müzik sunumu sahnesinde, sahneyi izleyen kalabalık seyirciler arasında işitme engelli ailenin konuşanların dünyasında nasıl yabancı oldukları çok çarpıcı bir biçimde yansıtılmış. Yönetmenin gönlüne sağlık.
Ruby şarkı söylerken babanın eliyle kızının boynundan ses tellerine dokunarak şarkıyı algılamaya çalışması ise en etkileyici, en duygusal sahne olarak karşımıza çıkıyor…
Hikaye bütünün ah-vah duygusuyla ağlak değil; ölçüsünü aşmayan komediyle verilmesi takdir ettiğim bir başka unsur oldu.
Empati sonucum; biz çok konuşanlar yüreklerimizi sağır ederken sessizler yürekleriyle çığlık atıyorlar…
YERİ GELMİŞKEN OSCAR TAHMİNLERİM:
En İyi Filme 10 aday :
- The Power of the Dog
- West Side Story
- Belfast
- Dune
- Licorice Pizza
- King Richard
- CODA
- Don’t Look Up
- Drive My Car
- Nightmare Alley
Bu filmler arasından beş tanesini izledim. (The Power of the Dog, Belfast, King Richard,Coda, Don’t Look up)
En İyi Filmde The Power of the Dog ile Belfast arasında kaldım. The Power of the Dog (Köpeğin Gücü) edebi lezzeti yüksek; Belfast’ın ise sinema lezzeti…
Tahminim The Power of the Dog.
En İyi Erkek Oyuncu:Benedict Cumberbatch(Köpeğin Gücü)
En İyi Kadın Oyuncu: Nicole Kidman ( Being the Ricardos) (Being The Ricardo filmini seyretmeden önce Karanlık Kız’daki rolüyle Olivia Colman’dı ama Nicole Kidman’ı izledikten sonra fikrim değişti.)
En İyi Yönetmen; yine iki isim arasında kaldım; Jane Campion (The Power of the Dog) ve Sir Kenneth Branagh (Belfast) sinema açısından değerlendirecek olursak:
Tahminim : Sir Kenneth Branagh
Peki sürpriz olur mu?
Evet olabilir. Dünya bugün iklim krizi ile boğuşmaktadır. Bizde birinci sorun değil ama şu an yaşadığım Avrupa’da medyada her gün dile getirilen sorun! İklim krizine dikkat çekmek için Don’t Look Up (Yukarıya Bakma) filmi sürpriz yapabilir.
Ne diyelim iyi olan kazansın. Hayat sinema ile güzel!
Yönetmen / Senaryo : Sian Heder
Görüntü Yönetmeni : Paula Huidobro
Kurgu : Geraud Brisson
Müzik : Marius De Vries
Oyuncular : Emilia Jones, Troy Kotsur, Daniel Durant, John Fiore, Lonnie Farmer, Kevin Chapman, Ami Forsyth, Courtland Jones, Molly Beth Thomas, Ferdia Walsh-Peelo, Ayana Brown
ABD / Müzik-Dram / 111 Dk.