Eşitlik Savaşçısı
“Kadın hakları yurttaşlık haklarıdır”
1956 yılında Harvard Üniversitesi Hukuk Fakültesine emin adımlarla ve büyük bir heyecanla anfiye girip onlarca erkeğin içinde sırasına oturdu. Hoca, onca erkeğin arasında bulunan birkaç kadına, öğrenciye sordu: “Harvard Hukuk Fakültesinde okuyup avukat olacaksınız, bir kadın olarak niçin hukuku seçtiniz?” Verilen iki cevabın birini beğendi, diğerini beğenmedi. Sıra ona geldi, verdiği cevap diğerlerinden çok farklıydı: “Eşim hukuk fakültesi ikinci sınıfa gidiyor, ona karşı daha sabırlı olayım diye üniversiteye girdim” O; hem kadın, hem anne, hem de Yahudi’diydi. Bütün bu zorluklara rağmen çok başarılıydı; ancak çok geçmeden dekanın yemeğinde konuşma yaparken rahatsızlanan eşinin hastanede testis kanseri olduğu anlaşıldı
Doktor onlara gerçekçi davranıp yaşama olasılığının yüzde beş olduğunu söyledi.Kadın kocasına dönüp “asla pes etmeyeceğiz” dedi. Kadının yükü iyice ağırlaşmıştı, uykuyu eksiltip, koşuşturmayı artırmıştı. Artık kocasının yerine derse giriyor, onun için de not tutuyor; eve geldiğinde çocuğuyla ve hasta kocasıyla ilgileniyor, geceleri de ders çalışıyordu. Bütün bu zorluklar onu yıldırmamış, sınıf birincisi olmuştu. Bir yandan da ayrımcılık yapan Amerikan hukukuna başkaldırıyordu. Hukuk savaşçısı olmaya ve yasalarda bulunan ayrımcı maddelere kafa tutmaya karar vermişti. Kocası iyileşip vergi avukatı olmuş, kendisi de okulu birincilikle bitirmişti. Avukat olmak istiyordu ancak her taraftan eli boş döndü.Kimse bir kadına avukat olarak iş vermiyordu. Bir üniversiteye hoca oldu. Hukukun asla son bulmayacağını, sürüp giden bir savaş olduğunu öğrencilerine aşıladı, özellikle kız öğrencilerine mücadele ateşini fitillemekte geri durmadı… Bu, bir elli beş santimetre boyunda, boyu küçük, aklı çok büyük, kalbi ateşli kadın, benim de bu film aracılığı ile tanıştığım ve kendisine hayran kaldığım Amerikan hukukuna başkaldırmış Ruth Bader Ginsburg’tan başkası değildir…
Ünlü bir vergi avukatı olan kocası Martin (Armia Hammer) onun en büyük destekçisi olduğu için bulduğu bir vergi davasıyla ilgili dosyayı karısına sunarak onun kendini kanıtlamasına vesile olacağını düşünür. Konu şudur; hasta olan annesine bakan bir erkek vergi yükünden muaf tutulmamıştır.Oysa bir hastaya bakan kadın vergi düşürümünden yararlanabilmektedir.Vergi davası ile kadın hakları mücadelesinin; hem de bir erkek üzerinden ne alakası var diye düşünebilirsiniz.Fakat bu çift oldukça akıllıdır; vergi düşürmenin kadınlar için geçerliyse erkekler için de geçerli olmalıdır tezinden kadınlar aleyhine yapılmış 187 ayrımcı maddeye emsal yaratarak o maddeleri bir bir hukuk sayfasından çıkarma amacı gütmektedir. Ve bunun bir erkek üzerinden yapmak da en akıllıca iştir.
1970’li yıllara gelindiğinde Amerika Vietnem’a gitmek istemeyen gençlerin protestolarıyla çalkalanıyordur. Başta kendi kızı olmak üzere (filmde her ne kadar 68 ruhuna hiç vurgu yapılmamış olsa da) gençler asidir ve önlerine getirilen her şeyi kabul etmemektedirler. Toplumun bu hareketliliği de ilham olur Ruth Bader’e , çünkü filmin anahtar bir cümlesi vardır “Hukuk çağın ikliminden etkilenecektir”
Bütün bunlar birleştiğinde kızının da ergenlik dönemindeki dik başlılığını annesini hukuk mücadelesine aktararak genç bir avukat olarak annesinin yanında yer alması onun gücünü artırır. Annesi zorlanıp karamsarlığa kapıldığında kızı ona şu sözü söyler: “Benim için değilse kimin için yapıyorsun anne, diğer herkese ne olacak?”
Amerika’da öğrenemediğini Kolombiya’da öğrenen ve “geleneksel silkinme zamanının çoktan geldiğini” anlayan bu 20. yüzyıl kadın kahramanlarından Ruth Bader, kredi kartlarının bile kocalarının adına olduğu sözüm ona bir gelişmiş ülkede “yeter artık, kadın hakları yurttaşlık haklarıdır” diyerek ülkesindeki; bir bakıma dünya kadınlarının önündeki taşları temizlemeyi kendine görev saymış bu hukukçunun önünde eğilmekten başka (pardon eğilmeyi sevmiyorum) saygı duymaktan başka ne yapılır?
Amerikan tarihine adını altın harflerle yazdıran, oturduğu otobüsün koltuğundan kalkmayarak mücadele başlatan zenci kadın Rosa Parks, öldürülen onca kadın dokuma işçisinden sonra kanlarıyla bedel ödeyerek 8 Mart’ı kadınlar Günü olarak bizlere armağan eden Amerikan kadınına ve kadın olarak dünyanın her yerinde mücadele vermiş kadınlara bin selam olsun….
Ve ülkemiz! dünyanın hemen her yerinde Fransa’da Simone de Beauvoir, Almanya’dan Rosa Luxenburg, İngiltere’de Mary Smith’in ve kadın yazar Virginia Woolf gibi kadınlar kadın hakları için mücadele verirken, dünyanın çok gerilerinde kalmış,erkeksiz ve peçesiz dışarıya çıkamayan bu koşullar altında mücadelesi cılız kalmış Yaşar Nezihe ve diğer sayılı Osmanlı kadınlarının mücadelesi sonuç vermemiş bir ülkede; cumhuriyetin kuruluşu ile bir çok hakkı kadınlara bedavadan hediye etmiş liderimiz Mustafa Kemal’e; bu filmi seyrettikten sonra bir kez daha şükranlarımı sundum. Biz Türk kadınları büyük mücadeleler vermeden çok önemli haklara kavuştuğumuz için olsa gerek kıymetini bilmiyoruz….
Bu filmde hele de kadınsanız hikayenin çekiciliğine kendinizi o kadar kaptırıyorsunuz ki sinematogratif ayrıntılarla ilgilenmiyorsunuz bile. Ruth Bader’in adımları, yürüyüşü, kararlılığı, dik duruşu alıp götürüyor sizi. “Her Şeyin Teorisi” nde izlediğimiz Felicity Jones esaslı bir oyunculuk döktürmüş filmde..
Yasa koyucular erkek olunca hukuk fakültesine kadın tuvaleti yapmak ya da annesine bakabilecek bir erkeğin olamayacağı düşüncesiyle yasaya erkekler için de vergi düşürmek gerektiği akıllarına gelmeyen bir toplumda; kadının yazgısının yalnızca eş ve çocuk olmadığını, kanunun cinsiyet ayrımı yaptığı sürece asla eşit olunamayacağını, aklın tüm kanunların can damarı olduğunu, ırk ve cinsiyet ayrımcılığının aynı şey olduğunu , Mahkeme salonunda; Yargıtay 10. Dava 71/ 1117 tarih ve sayılı savunmada, vergi hukukun 214. maddesine itiraz ederek çekinmeden söyleyen ve kanıtlayan Ruth Bader Ginsburg’u anlatan bu filme kadınlar ve hukuk öğrencileri gitmeliler. İlham alıyorsunuz ve sinema seyrinden sonra evinize giderken daha emin adımlarla gidiyorsunuz.
2019 Yılına bu duygularla başlamak, daha güçlü, daha kararlı, daha umutlu olmak eminim enerjimizi artıracaktır…
Vizyon tarihi 28 Aralık 2018 (2s 0dk)
Yönetmen : Mimi Leder
Oyuncular : Felicity Jones, Armie Hammer, Justin Theroux, Kathy Bates, Sam Waterston, Jack Reynor, Stephen Root
Tür Dram : Biyografik Ülke : ABD
Osmanlı ve Türk Kadının seçilme hakını elde etme mücadelesi bahsedildiği gibi kolay olmamıştır.Onlarda çok mücadele etmişlerdir.Mustafa Kemal Atatürk’ün 1 Şubat 1931 günü yaptığı konuşma aynen şöyledir;
‘Türk kadınları… milletin vatandaşlara tahmil ettiği [yüklediği] vazifelerin hiçbirinden kendilerinin uzak bırakılamayacağını düşünmezler. Çünkü vazife mukabili olmayan hak mevcut değildir.’
30 Haziran 1933’de Ankara Hukuk Fakültesi’ndeki kız öğrenciler milletvekili olmak istediklerini söylediklerinde ‘Niçin mebusluk istiyorsunuz da askerlik istemiyorsunuz?’ diye biraz da kızgınlıkla sorar. Kasım 1934’de Ankara Kız Lisesi’ni ziyareti sırasında kız öğrencilerin sıkıştırması üzerine de, ‘Mebus seçer ve mebus olursunuz; fakat aynı zamanda asker de olacaksınız’ demek zorunda kalır.
Atatürk’e göre askerlik bir vatandaşın en büyük vazifesidir. Kadınlar bu vazifeden kaçtıkları sürece, yarım vatandaş olarak kalmaya mahkûm kalacaklardır. Onun kafasındaki formül şudur: Askerlik varsa mebusluk var! Nitekim káğıt üzerinde de olsa, kadınlara da askerliği zorunlu kılan yasal değişiklikler yapılmış, hatta bazı yerlerde kadınlar göstermelik olarak eğitime dahi çıkmışlardır.
Bu yıllarda Atatürk’le görüşmeye giden kadın heyetleri hep aynı nasihati alıp dönmektedirler: Köylere gidip kadınları eğitmek milletvekilliğinden daha öncelikli bir görevdir.
Ne var ki, Birlik üyeleri kararlıdır. Nitekim 1934 yılı sonlarında Ankara’da Türk Kadınlar Birliği’nin ılımlı kanadı kalabalık bir toplantı düzenler. Türk Ocağı şubesinde düzenlenen toplantı kadınların tam bir gövde gösterisi şeklinde geçer. Hararetli konuşmalarla ortamın zaman zaman sertleştiği görülür. Heyecanın dozu, alabildiğine yükselmiştir.
Nihayet toplantı sonunda kadınlar hep beraber TBMM’ne kadar izinsiz bir gösteri yürüyüşü yaparlar. Meclis’in önünde slogan atarak Atatürk’ün gelip kendilerini dinlemesini isterler ve ‘Atatürk bizimle görüşmeden buradan bir yere ayrılmayız’ diye haber gönderirler. O gün, Atatürk, Türk Kadınlar Birliği yöneticilerini kabul eder. Taleplerini bu defa olumlu karşılamıştır; kadınlara, haklı olduklarını ifade ederek yaklaşan milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme haklarının tanınacağına dair söz verir.