Tsai Ming-Liang’ın dönüşü

Ünlü Tayvanlı sinemacı Tsai Ming-Liang, 2013’de “Stray Dogs” un Venedik Film Festivalindeki prömiyerinin ardından, ticari film endüstrisinin muhafazakârlığına ve baskıcı egemenliğine bir karşı çıkış olarak artık film çekmemeye niyetli olduğundan söz etmişti. Bundan sonra, fetiş oyuncusu Lee Kang-sheng’in rol aldığı, daha küçük boyutlu, daha kişisel ve samimi yapımlara yönelen yazar yönetmen, aralarında 5 kısa filmden oluşan “Walker / Yürüyüşçü” serisinin ve seriyi taçlandıran 56 dakikalık “Xi yu / Batıiya Yolculuk”un da yer aldığı, kısa filmlerden belgesellere uzanan, bir kez de sanal gerçekçilik (VR) dünyasını da dalan değişik formatlarda işler yaptı.

Rizi / Günler” (2020) ile 7 yıl sonra tekrar kurmaca uzun metraja dönen Tsai, tüm filmografisini etkilemiş olan karmaşık arzu ve cinsellik temalarını yeniden ele aldığı bu son filmiyle Berlinale’den bir Teddy Özel Mansiyonu aldı.

Aslında “Günler”in oluşum öyküsü filmin kendisi kadar ilginç. Lee Kang-sheng’in 20 yıl kadar önce gerçek hayatta yaşamış olduğu ve Tsai Ming-Liang’ın ödüllü “He Liu / Nehir” filminde aktardığı garip boyun tutulması, hekimlerin hiçbir çare bulamamasına karşın bir süre sonra kendi kendine geçmişti. Bundan dört yıl önce aynı sancılı tutulma yeniden başlamış, ancak bu kez elliden fazla uzmanla görüşen Lee’ye yapılacak pek bir şey olmadığı, ömrünün sonuna kadar bu sorunla yaşamaya alışması gerektiği söylenmiş. Tsai, olayı yeniden belgelemek istemişti.

Aynı dönemde Tsai tesadüfen, Laos’dan göç ederek Tayvan’da yaşamını sürdürmeye çalışan bir genç adamla, Anong Houngheuangsy ile tanışır. Ailelerine gönderecekleri birkaç kuruş için her türlü işi yapan Laos’lu göçmenlerin son derece zor şartlardaki yaşam savaşından müthiş etkilenen Tsai, bu iki gerçek yaşam parçasını belgesel olarak değil, öykülerin birbirini tamamladığı kurmaca bir filmde birleştirmeye karar vermiş; sağlık durumunu gizlemekle, izleyicilerle paylaşmak arasında kararsız kalan Lee’yi de ikna etmiş.

Daima, yaratının yaratıcısından bağımsız olarak algılanmasını savunmuş olan, eğitmenlik yaptığım ya da film atölyeleri yönettiğim dönemlerde analizini yaparken “filmin yönetmeni ne demek istemiş diye düşünmeyin, filmin kendisi size ne diyor, onu algılamaya bakın” diyen biriyim ama, her kuralın bir istisnası olduğunu ve Tsai’nin sinemasını tam olarak algılayabilmek için, gerçek hayattaki Tsai Ming-Lang – Lee Kang-Sheng ilişkisini ayrıntılı olarak bilmek gerektiğini de kabul etmek zorundayım

Tayvan sinemasının “İkinci Yeni Dalga”sının, Hou Hsiao-hsien ve Edward Yang’la birlikte en önemli üç yaratıcısından biri olan Tsai Ming-Lang, 1957’de Malezya’da doğmuş, 20 yaşına kadar ülkenin küçük bir köyünde basit ve kaygısız bir yaşam sürmüş, bu süreçte büyükbabası ve büyükannesi tarafından sık sık götürüldüğü sinemaya tutkuyla bağlanmış. 20’li yaşlarını başında, liseyi bitirip Tayvan’ taşınınca Taipei Çin Kültürü Üniversitesi’nde drama ve sinema eğitimi alan Tsai, 1989 ilâ 1991 arasında televizyonda çalışmış, çoğunu yönettiği televizyon oyunları yazmış.

Tsai,1990’da tesadüfen bir atari salonunda Lee Kang-Sheng’le tanışmış ve ona çekeceği filmde oynamayı teklif etmiş. Hiçbir oyunculuk tecrübesi olmayan 22 yaşındaki genç adamın bu teklifi kabul etmesi, ikisinin de tüm kişisel ve profesyonel yaşamlarını değiştirmiş. Tsai, ilk uzun metrajı Rebels of the Neon God (1992) filminde, Lee’nin artık imzası hâline gelmiş olan, hiç kamera yokmuş gibi doğal ötesi oyunculuğundan müthiş etkilenmiş. Bu sıralarda Lee’nin az önce söz ettiğim, boynunu acılarla çarpıtan sağlık sorunu ortaya çıkınca Tsai, 9 ay boyunca Lee’ye destek olmuş, onu doktordan doktora taşımış. Hekimlerin çare bulamadığı, ancak bu 9 ayın sonunda kendi kendine geçen hastalık süreci boyunca ikilinin arasında çok samimi bir yakınlık ve arkadaşlık oluşmuş.

Otuz beş yaşlarında eşcinsel yazar yönetmenle genç heteroseksüel oyuncusu arasında anlayışa, sevgiye ve güvene dayalı olarak gelişen bu dostluk, Tsai’nin tüm sinemasını, bir tür ilham perisine dönüşmüş olan Lee’nin üzerinde kurmasıyla sonuçlanmış. O kadar ki, o günden bu yana yaptığı tüm filmleri hepsinde adı Xiao-Kang olan ve hepsini Lee Kang-Sheng’in canlandırdığı karakterinin yaşamına odaklanan tek bir film olarak algılamak bile mümkün. Tabii ki, Tsai ile Lee’nin ortak çocukları olarak yarattıkları Xiao-Kang, Tsai’nin öteki benliği olarak Lee’ninkinden farklı, Tsai’ninkine daha yakın karmaşık ve ikircikli bir cinsel kimliğe sahiptir.

İkisi arasında, hiçbir zaman tensel bir yakınlığa dönüşmemiş olan bağın, ne derecede derin ve sağlam olduğu, Tsai’nin 2015’de çektiği, ikisinin sinema geçmişleri ve arkadaşlıkları üzerine 137 dakika boyunca konuştukları “Nori xia wu / Öğleden Sonra” adlı belgeselde iyice belli olmaktadır.

Bu benzerine az rastlanan dostluk ve mesleki iş birliğinin temelinde yatan, otuz yıl yıl önceki bir atari salonunda gerçekleşen rastlantısal tanışmanın bir benzerinin “Günler” filminin çekimlerinde bir süre öce yeniden yaşandığını ve Tsai’nin ilk kez kamera karşısına geçirdiği Anong Houngheuangsy ile, genç Laos’lu göçmen sokak yemekleri satarken tesadüfen tanıştığını da belirtelim.

Hemen belirtmem gerekir ki, filmle ilgili izlenimlerimi öykünün ayrıntılarına girmeden yazmam mümkün değil. Bundan sonrası için, “dikkat spoiler!” diyerek devam etmek zorundayım. Bilgilerinize.

Otuz yıl önce başlayan bu yolculuğun başında neredeyse yeniyetme gibi duran Xiao-Kang, “Günler”de, karşımıza elli yaşlarında, büyük bir evde tek başına yaşayan varlıklı bir adam olarak çıkar.

Günler”, geniş penceresinin önüne oturmuş Kang’ı dışarıda yağan yağmuru seyrederken gösteren, yağmurlu dış mekândan içeriye bakarak çekilmiş çok uzun bir sabit planla başlar. Neredeyse tamamı uzun sabit çekimlerden oluşan filmde kısa bir süre sonra Kang’ı yüzünde acı çektiğini belirten bir ifadeyle boynunu ovuştururken görürüz. Bu sekans karakterin “He Liu / Nehir”de anlatılmış olan hastalığının yirmi yıl sonra yeniden nüksetmiş olduğunu hatırlatırken, Tsai sinemasının sadık izleyicilerine, adını sadece final jeneriğinde göreceğimiz bu yaşlanmaya yüz tutmuş adamın 30 yıldır izini sürdüğümüz Xiao-Kang olduğunun bir kez daha altını çizer.

Tsai’nin kamerası ara ara, yine Bangkok’da, küçük, mobilyasız bir dairede yaşayan, pazarda çalışan çok daha genç bir adama, Nan’a odaklanır. Kentte aylak aylak dolanan, kimseyle konuşmayan bu yalnız ve arkadaşsız genç, bir bakıma Lee’nin Tsai’nin ilk filmlerinde canlandırdığı Kang’ı anımsatır.

Bu iki yalnız adam 127 dakikalık filmin ilk 1 saati boyunca aynı kentte, iki paralel evrende imiş gibi yaşarlar. Kang, akupunktur içeren karmaşık alternatif tıbbi tedavilerden medet umarken, Nan, mutfağındaki toprak mangalı yakar, kendine uzun uzun yemek hazırlar, duş yapar. Tabii ki her iki yaşam Tsai’nin ünlü uzun sabit çekimleriyle anlatılır.

Bu iki farklı dünya, beklenmedik bir şekilde, Kang’ın komple bir beden masajı için Nan’ı tuttuğu bir otel odasında çakışır.

Sadece bir slip giyen Nan, yüzükoyun yatmış çıplak Kang’ın sancılı vücudunun her santimetresini ovalarken bu ana kadar tamamen sabit kalmış olan kamera, belli belirsiz hareket etmeye başlar. Çamaşırını çıkarıp atan Nan rahatlatmayı sevişmeye dönüştürürken ve ikili sevişme sonrası duşa girerken, bu yavaş hareket devam ederek, yaşananları müthiş edepli bir şekilde aktarır. Bu iki yalnız insanın iletişim hasretini duygusal bir yakınlıkla giderdikleri bu yarım saatlik bölüm, Tsai sinemasında (eş)cinselliğin en serbest anlatıldığı, cinselliğin tüm filmografisinde en müşfik ve en sevecen yansıtıldığı sahnedir.

Sevişmenin coşkusunun ardından gelecek kaçınılmaz ayrılığın kederi başlar. Kang, parasını ödedikten sonra Nan’a minik bir müzik kutusu armağan eder. Yan yana oturarak, kutunun çaldığı, Charlie Chaplin’in “Limelight” filmini melodisini dinlerler. Tamamen diyalogsuz bir film yapan Tsai, böylece “Benim diyaloga ihtiyacım yok, anlatacağımı konuşmaya gerek duymadan da aktarırım” diyen ustaların ustasına saygılı bir selam çakar.

Odanın kapısında, sarılıp ayrılmayı denerler. Ancak bunu başaramayınca dışarıda bir aşçıda oturup bir şeyler atıştırırlar. Farklı lisanlar konuştukları için zaten birbirine söyleyecek bir şeyleri olmasa da, karşılıklı oturarak paylaştıkları bu samimiyet sanki birazdan gelecek vedalaşmanın etkisini yumuşatacaktır.

Bundan sonra Kang ve Nan’ı yine paralel evrenlerde kendi yalnız yaşamlarını sürdürürken görürüz. Filmin olağanüstü dokunaklı finalinde evine dönerken bir banka oturan Nan ile karşılaşırız. Nan o minik müzik kutusunu çıkarıp melodiyi uzun uzun dinler. Filmde diyalog yoktur ama, şehir tüm varlığı ve tüm gürültüsüyle filmdedir. O gürültü ki, bizim kutunun cılız müziğini duymamızı sık sık zorlaştırmaktadır. Ama ne fark eder. Biz biliriz ki, Nan, hayatına beklenmedik minik bir sıcaklık getirmiş olan o otel odasında, hiçbir notayı kaçırmadan, melodiyi gönlünün kulağıyla dinlemektedir…

Yönetmen / Senaryo : Tsia Ming-Liang

Görüntü Yönetmeni : Chang Jhong-Yuan

Oyuncular : Lee Kang-Sheng, Anong Houngheuangsy

Tayvan / Dram-Romantik / 127 Dk.

OrtaKoltuk Puanı:

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz