Hellboy
Araf’ta kalmış bir yaratığın son salvosu…
Çizer Mike Mignola tarafından yaratılmış ve asıl sinema ortamını paylaşan Marvel ve Detective Comics ailelerinin dışında kalan Hellboy karakteri, uzun metrajlı bir sinema filminin (animasyon versiyonlarını saymazsak!) üçüncü adımı olarak beyaz perdeye taşınmış oluyor! Bu üçüncü devam filminde her ne kadar ilk iki filmde, karakterle özdeşleşmiş başrol oyuncusu ve yönetmen değişmiş olsa da hem gelen yeni yönetmenin özellikle korku türünde deneyimli olması, hem de hikayenin gidişatının filmin asıl ruhunu kuran atmosferle uyumlu olması, türe meraklı sinemaseverlerin ağzında hiçbir şekilde ekşi bir tat bırakmıyor aksine belli bir keyif ve zevk veriyor. Bu devam filmi, başkahramanın bakış açısına ve senaryonun akışına yeni bir açılım getirmese de, yönetmen ve ekibi beklentilerimizi boşa çıkarmıyor. Ortaya çıkan sonuç: tempolu, bol aksiyonlu, hoş bir kara mizah barındıran ve Hellboy karakterine uyan dinamik, şiddetli (hatta gore!) ve eğlenceli bir yapım…
Hellboy, hala insan dışı varlıkları kullanan bir gizli servisin emrinde çalışmakta ve sıradan bir ajan gibi kendisine verilen tehlikeli görevleri yerine getirmektedir. Ancak ona en son yüklenen görev belki de şu ana kadarki en zor olanıdır: Kral Arthur zamanında, büyücü Merlin’in güçlerini çalan, insanlığa ve dünyaya karşı savaş açan Kötülükler Kraliçesi (diğer adıyla Kan Kraliçesi) Nimue’ye karşı çarpışacaktır. Zaman zaman hangi tarafta olması gerektiğini sorgulayan Hellboy, bu sert yüzleşmede sadece süper güçlerini değil, kararlı gibi görünen ama her an karanlık tarafa kayabilecek iradesini de kullanmak zorunda kalacaktır…
Araf’taki kahraman…
Hellboy bilindiği gibi hem yaradılışı, hem de diğer insanların ona bakışı itibariyle diğer süper kahramanlardan ayrışan bir karakter… Öncelikle kendisi, örneğin Marvel ailesinin fertleri gibi iki değişik yaşamı ve yüzü olan bir karakter değil. Aksine, bir anlamda hapsedildiği özel tesiste, birkaç kişi dışında kendisine korkuyla hatta iğrenmeyle bakan ajanların ‘kullandığı’, ne kadar insanlaşmaya çalışsa da bunu, tam anlamıyla başaramayan bir ‘anti-kahraman’! ‘Traş’ edilmiş ve törpülenmiş boynuzlarına (!) rağmen her haliyle cehennemden çıkmış gibi duran, inanılmaz bir dayanma gücüne sahip, sert, biraz maço, bir taraftan da yanından ayırmadığı ‘altıpatlar’ı, pardösüsü ve ağzından düşürmediği purosuyla (bu filmde nedense yok!) bir post-modern kovboyu anımsatan ama aynı zamanda da belli bir mizah, ahlak duygusu ve adalet duygusuna sahip bir yaratık… Başka bir deyişle bu yönleriyle, bir tür ‘iyi’ canavar!
Ancak ilk olarak yönetmen Guilermp Del Toro’nun hayat verdiği bu karakter, birçok insanın hayatını korusa da, her zaman ait olduğu yeri anımsayan, yani sanki cehennemden çıkmış gibi olduğunun farkında olan ve sadece kendisine ihtiyaç duydukları anda ona destek çıkan insanlara her an sırtını dönebilecek ve zaman zaman da, asıl tarafının belki de çarpıştığı karanlık güçlerin yanında olduğunu düşünen bir varlık…
Senaryoda yenilik yok!
Ancak bu filmin zayıf noktası tam da tasvir ettiğimiz ana karakterin ve içsel gel-git’lerinin hiç gelişememesinde yatıyor. Bu kadar değişik yönleri olan bir kahramanın sadece karanlık tarafa geçme tereddütlerinin daha önceki bölümlerde de işlendiğini ve sonuna kadar kullanıldığını göz önüne alırsak tekrar bu konuya değinmek senaryo açısından biraz ‘yerinde sayma’ ve ‘başka açılımlar yakalayamama’ hissiyatı veriyor.
Hellboy’un duyguları da, çevresindeki insanlarla ilişkisi de hiç değişmemiş hatta biraz kısıtlanmış gibi duruyor. Bu kadar aykırı ve özellikleri net bir şekilde çizilmiş bir kahramanın komple bir şekilde başka tavırlar sergilemesini bekleyemeyiz ancak ilk bölümde Hellboy en azından kendisi gibi ‘süper güçlere sahip’ bir kızdan hoşlanıyor, onunla yakınlık kuran adama karşı kıskançlık duyuyor yani kısaca daha insani tepkiler sergiliyordu. Bu filmde ise belki arkadaşlarına karşı belli bir yakınlık hissediyor ama onun dışında yine ‘baba’ dediği karaktere itaat ediyor ve onu bir ‘ucube’ gibi gören diğer insanlara karşı alaycı ve şüpheci bir bakış açısı sergiliyor…
Dolayısıyla senaryonun gidişatında ciddi bir farklılık ve özgün bir şey yok. Ancak olay filmin temposuna ve çarpışma sekanslarına gelince yönetmen Marshall bir şekilde becerisini gösteriyor, nasıl bir devam filmi sorumluluğunun altında olduğunun farkına varıyor ve türün meraklılıklarının beklentilerini karşılamak için bütün kapasitesini sergiliyor. Zaten korku filmlerine aşina olduğu ve daha önce ‘The Descent’ (2005) gibi birçok başarılı korku filmi yarattığı için ürkütücü yaratıklar kullanmayı ve onların estirdiği tehlike havasını hissettirmeyi çok iyi biliyor. Filmde Hellboy’un, sırasıyla Dev Canavarlarla, garip, mutasyona uğramış yaratıklarla ve son olarak Kan Kraliçesi Nimue’yle kapıştığı sahneler gerçekten etkileyici ve heyecanlı anlar sunuyor. Her ne kadar filmin finalinde görsel efektlerle yaratılmış canavarlarda biraz sayısal aşırılık ve abartma olsa da yine de bu sekanslardaki teknik beceri ve sahnelemeyi tebrik etmek gerekir…
Bir de şu notu düşmekte yarar var: Kuşkusuz her Hellboy filminde şiddet ve kan vardır ama bu filmde yönetmen bunu en üst seviyeye çekmiş durumda… Filmdeki bazı sekanslar korku türünden nerdeyse ‘Gore’ film türüne dönüyor. Özellikle bazı sekanslarda nerdeyse bir kan banyosu alıyoruz. Bu katliamın doruk yaptığı finalde bu kadar kan ve parçalanmış insan görmek çok gerekli miydi? Bizce değil!
Başrolü, yani Hellboy’u, usta oyuncu Ron Perlman’dan devralan David Harbour her ne kadar selefi kadar role uyan bir fiziği olmasa da ustaca yapılmış makyaj yardımıyla rolünde hiç sırıtmıyor. Kan Kraliçesi’ne hayat veren Milla Jovovich ise ciddi anlamda, ilk defa oynadığı bir ‘kötü’ karakterde inandırıcı bir performans sergiliyor. Diğer oyuncular da görevlerini layığıyla yapıyorlar…
‘Hellboy’, çok yeni bir bakış getirmese de asıl hedeflerini gerçekleştiren, heyecanlı, etkileyici ve enerjik bir dile sahip, özellikle fantastik film meraklılarını tatmin edecek bir yapım… ‘Hellboy’ hayranları ise bizce hiçbir şekilde hayal kırıklığına uğramayacak…
Yönetmen : Neil Marshall
Oyuncular : David Harbour, Ian McShane, Milla Jovovich, Sasha Lane, Terry Kinney, Penelope Mitchell, Daniel Dae Kim, Brian Gleeson… Ülke : ABD
Sen bi daha yorum yazma canım ya 😀 Benicio Del Toro derken? Bu kadar kan görmek istemiyoruz derken? Güldürdün valla ne diyim 😀