House of Guinness
BİRANIN KÖPÜK KÖPÜK DÜNYAYA YAYILMASI
Peaky Blinders’in yaratıcısı Steven Knight’ten benzer bir güzel öykü daha. Sanayinin doğduğu yer olan İngiltere’den yarışmalara adını veren ünlü Guinness’in doğuşu ve gelişimine tanık olurken İrlanda’nın İngiltere’ye karşı yürüttüğü mücadele tarihine bir bakış atıyoruz. Çerçevesi siyaset, din, sermaye, işçi sınıfı olan çemberin merkezinde Guinnessler var ve çember köpüklerini saça saça dünyanın merkezine doğru yayılıyor. 19.yüzyılın atmosferinde Guinness mirasçılarının hikayesi geleneksel ve popüler müzik eşliğinde izlenmeye kesinlikle değer…
Bugün birasından çok rekorlar kitabıyla öne çıkan Guinness tarihine baktığımızda bir bira markasının rekorlarla ne ilgisi var diye düşünenlere cevap vermek gerekir önce. (Bu soruyu kendime sorduğuma göre herkes kendine soracaktır.)
“10 Kasım 1951’de, Hugh Beaver, İrlanda’da bir atış partisine gitti. Av gezisinde kendisinden kaçan altın cılıbıtın aslında Avrupa’nın en hızlı av kuşu olduğunu iddia etti ve çözülemeyecek bir tartışma başladı. O akşam evinde altın yağmurcunun Avrupa’nın en hızlı av kuşu olup olmadığını kitaplardan doğrulamanın imkansız olduğunu fark etti. Beaver, halk arasında tartışılan çok sayıda başka sorunun olduğunu biliyordu ancak dünyada bu rekorlarla ilgili tartışmaları çözecek bir kitap yoktu. O da bu tür soruların yanıtlarını veren bir kitabın başarılı olabileceğini fark etti… 27 Ağustos 1955’te ilk Guinness Rekorlar Kitabı yayınlandı. Sürümün ana sponsoru olan şirketin onuruna, başlığın yanında “Guinness” kelimesi belirdi.”
Hugh Beaver Guinness’in müdürüydü; bu yüzden kitabın adı Guinness Rekorlar kitabı oldu. Bu yan bilgiyi verdikten sonra dizimize geçebiliriz.
AİLE, GÜÇ VE İHANET ÜZERİNE SERT BİR DESTAN
25 eylül’de Netflix’te gösterime giren sekiz bölümden oluşan dizi gerçek kişi ve gerçek olaylardan esinleniyor. 19.yüzyıl çalkantılı bir yüzyıl, feodalizmin tasfiyesi ile burjuva devrimi sahnede yerini almaya başlamıştır. Sanayinin doğum yerinin İngiltere olduğunu düşünecek olursak boyunduruğu altındaki İrlanda’da da sanayinin beşiği sallanmaktadır. Evet Dublin’de fıçı şeklindeki beşiklerde siyah bira sallanarak büyüyecektir. O büyürken fıçıların babası Benjamin Lee Guinness ölecektir. Tarih 27 Mayıs 1868’dir. (Fabrikayı büyükbaba Arthur Guinness 1759’da kurmuştur)
Ölümü Dublin halkı tarafından lanetle anılır ve temsilen kuklasını yakarlar. Protestoların nedeni halkın yoksulluğu ve bağımsızlık isteğidir. Benjamin Guinness belli ki zalim ve işçilerin haklarını vermeyen bir patrondu. Onun cenazesi kapitalist dünyada bir devrin kapanışı başka bir devrin başlangıcını temsil eder. Yani kapitalizmin ilkel vahşiliğinin yerini modern vahşiliği alacaktır. İşçilerin protestolarını söndürmek ve dünyaya yayılmak için bir takım haklar verilmeye başlanacak, sosyal konutlar ve sosyal alanlar açılarak minimum insani yaşam koşulları oluşturulacaktır. Bunu başlatandan da Benjamin’in dört mirasçısından biri olan Edward olacaktır…
GUİNNESS KARDEŞLER; Beş Parmağın Beşi bir Değil
Kardeşlerin anlatıldığı büyük edebiyat eserlerinde hiçbir kardeş bir diğerine benzemez. Buna en güzel örnek “Karamazov Kardeşler”dir. Dostoyevski bu romanında her bir kardeşe bir kimlik verir ve onları tahlil eder. “Bir baba cinayeti etrafında şekillenen üç kardeşin çatışmalı ilişkisi, inanç, ahlak ve özgür irade üzerine felsefi tartışmalarla iç içe geçer.” Bu eserdeki kardeşler asker, yazar, kesiş ve (gayri meşru olan kardeş) hizmetçi dir. Her biri bir sınıfı temsil eder… Aileyi, kardeşleri anlatan önemli eserlerde bu kurala dikkat edilir. Guinness’de aynı yoldan ilerleyerek her bir kardeşe farklı bir toplumsal kimlik veriliyor. Önce kardeşleri tanıyalım o halde :
Guinness ailesinin, dört mirasçısı :
Arthur (Anthony Boyle), homoseksüel; özel hayatını kabullenememenin verdiği yıkımla baş etmeye çalışan, dürtülerini kontrol etmekte zorlanan biri; ancak İngiliz parlamentosunda bir koltuk kapmak için sahte bir evlilik dahil her şeyi yapmaya hazır.
Edward (Louis Partridge), “Altın Çocuk”, ailenin iyisi, dış görünüşlere takıntılı ve Guinness soyadını aristokrasiyle eş anlamlı hale getirme fikrine saplantılı.
Anne (Emily Fairn) dindar, bir papazın karısı, kardeşler arasındaki tek kadın. Bölümler ilerledikçe güç kazanıyor ve kendisinde büyük bir yaratıcılık ve zekâ keşfediyor.
Benjamin (Fionn O’Shea), ailenin serserisi, sürekli sarhoş, diğerlerinden daha hesapçı. Dizinin ilerleyen bölümlerinde asker oluyor ama hakkını veremiyor tekrar içmeye başlıyor. Aslında çok kırılgan…
DUBLİN’DEN NEW YORK’A UZANAN İMPARATORLUK PEŞİNDEKİ GUİNESSE
Aile bireylerinden Edward şirketin bütün sorumluluğunu üzerinde hissettiği için akılcı ve yayılmacı politikalar üretmekte önder konumdadır. Bu yüzden markasını New-York’a kadar yayar. Büyük abi homoseksüel ve kendi hayatını yaşamak istese de gerek o dönemdeki toplumun baskısı gerek babanın bıraktığı vasiyette şirkete bağlayıcı maddeler olduğu için toplumun ona biçtiği rolü gayet iyi oynamaya başlar hatta zaman geçtikçe tutkuyla yapar bu işi. Karakteri karmaşıktır, içindeki canavarı bastırmakla mücadele etmektedir. Kız kardeşleri Anne ise sessiz gibi görünen güçlü bir karakterdir. Dönemin kadını hiçe sayan değerlerinden dolayı miras hakkı bile yoktur ancak aileyi korumak ve iyilikle anılmasını sağlamak için katoliklik çerçevesinde girişimlerde bulunacaktır. Ailenin sarhoş varisi Benjamin ise dışlanmış, kendi dünyasında aileye başkaldıran ama dirayetli ve güçlü olmayan bir karakter…
Guinness’e evlilikle ve aşkla dahil olan kadınlar da oldukça ilginçtir. Dönemine göre her biri kendi ekseninde oldukça güçlü figürlerdir; özellikle Edward’ın sevgilisi Ellen (Niamh McCormack) İrlanda’nın bağımsızlığı için barışçıl mücadele veren önder bir kadındır. Kimseye pabuç bırakmayan zeki, bilinçli, olayları doğru yönlendiren oldukça güçlü kızıl saçlı bir kadın. Ellen’in abisi de toplumsal mücadelenin önderlerinden biridir. Patrick (Seamus O’Hara) ise kardeşinin tersine silahlı mücadeleyi savunmaktadır…
Tüm bu karakterler çerçevesinde gelişen olaylar; aile, sınıf ve ülke çatışmalarını iç içe yedirerek sosyo-politik gerilimle devam ediyor. Muhtemeldir ki Peaky Blinders gibi uzun soluklu bir dizi olacak. İkinci sezonu merakla bekliyor olacağım…
Pahalı prodüksiyon, kalabalık kadro dönem ve sınıf mücadelesinin uzmanı olmuş bir yönetmen, senarist Steven Knight’ten geleneksel ve modern müzik eşliğinde destansı şekilde anlatılan bir aile hikayesi seyredilmeye değer…
Yönetmen : Tom Shankland, Mounia Akl
Senaryo : Steven Knight
Görüntü Yönetmeni : Nicolai Brüel, Joe Saade
Kurgu : Ben Yeates, Malcolm Crowe, Sarah Peczek, Vicky Tooms
Müzik : İlan Eshkeri
Oyuncular : James Norton, Anthony Boyle, Louis Partridge, Niamh McCormack, Emily Fairn, Fionn O’Shea, Jack Gleeson, Dervia Kirwan, Seamus O’Hara, Michael McElhatton, Danielle Galligan, David Wilmot, Hilda Fay, Ann Skelly, Elizabeth Dulau, Jessica Reynolds
İngiltere / Tarihi-Biyografi-Dram / 8 Bölüm 55 Dk.