40. İstanbul Film Festivali Mayıs Seçkisi 3 a

bir başyapıt yaratmak için yarım saat yeter

“The Human Voice / İnsan Sesi”

Ünlü Fransız şair, grafik tasarımcısı, ressam, oyun yazarı, “auteur” yönetmen Jean Cocteau (1889 /1963), “La Voix Humaine / İnsan Sesi”ni 1928-1929 arasında yazmış, oyun ilk kez 1930’da sahnelenmiş. Yaklaşık yarım saat kadar süren bu tek kişilik oyun, bir odada, kendisini terk eden sevgilisiyle boşluklu ve kesintili bir konuşmayı telefonda sürdürmeye çalışan bir kadının monoloğudur. Söylenemeyenlerden kadının adamı hâlâ sevdiği, ve büyük olasılıkla intihara teşebbüs ettiği hissedilir.

İnsan Sesi” ilk sahnelendiğinden beri izleyicilerin ve oyuncuların ilgisini çeker, çok sayıda ünlü kadın oyuncu bu adı bile belli olmayan, metinde “elle/o” diye söz edilen kadını canlandırır. Ünlü Fransız çağdaş besteci Francis Poulenc, 1959’da Cocteau’nun, metin sinemacıların, özellikle de İtalyanların ilgisini çeker. Roberto Rossellini 1948’de, o zamanki büyük aşkı Anna Magnani ile çektiği “L’Amore / Aşk” filminin ilk bölümünde oyunu “La Voce Umana / İnsan Sesi” adıyla sinemaya uyarlar. !966’da Ted Kotcheff bir televizyon filminde kadını İngrid Bergman’a yorumlatır.1988’de Francesco Maselli, metni 90 dakikalık “Codice privato” filmine uyarlayarak tek bir oyuncuyla, Ornella Muti ile çeker.

2014’de Edoardo Ponti’nin yönettiği “Voce Umana” filminde uzun bir aradan sonra ekranlara dönen annesi 80 yaşındaki Sofia Loren hâlâ büyük oyucu olduğunu bir kez daha kanıtlar.

La Voix Humaine”, Petro Almodóvar’ın epey ilgilendiği, filmografisine de birkaç kez aksetmiş olan bir metindir. “La ley del deseo /Arzunun Kanunu” (1987) filmine oyunun final bölümünü ekler, ünlü “Mujeres al borde de un ataque de nervios / Sinir Krizinin Eşiğindeki Kadınlar”ı (1988) Cocteau’nun oyunundan özgür olarak uyarlar.

Kırk yıllık kariyeri boyunca Pedro Almodóvar, belki de uçuk kaçık kitsch tarzının, aşırıya kaçmış renklerinin ve onlardan da aşırı duygusallığının Hollywood tarafından baskılanıp kısırlaştırılacağı korkusuyla, birçok yurttaşının yapmış olduğu gibi Amerikan sinemasının albenisinden uzak durmayı yeğlemiştir. Cocteau’nun yine özgürce uyarladığı özgün metnine, Venedik’te prömiyer yapan 30 dakikalık “The Human Voice” ile dönerken, İngilizce yaparak sadece lisan engelini aşar, covid’in izolasyon şartlarında çektiği filmde Tilda Swinton’un ateşli yorumuna tüm bildik temalarını da katar.

The Human Voice”, Tilda Swinton’u bir stüdyonun gri ve çıplak mekânında dolaşırken izleyen, giydiği muhteşem Balenciaga tuvaletinin kırmızısının ortamın renksizliğiyle daha da büyük bir karşıtlık yarattığı kısa bir sekansla başlar, Swinton’ın canlandırdığı karakterin bir nalburdan balta satın almasıyla devam eder ve Swinton’ın köpeğiyle Antxón Gómez’in tasarladığı eve girmesinin ardından bu altın kafes gibi mekânda kalır.

Kadının evi, heykelsi kitaplıkları, kitsch süslemeleri, çarpıcı tabloları, nerdeyse saldırgan renkleri, banyo seramiklerinin turuncusuyla havluların birebir uyumu, tarçın renkli mutfak dolapları, kadının içtiği hapların çılgın renk paleti gibi ayrıntılarla, tam anlamıyla “Almodóvar’lıktır”. Ve Swinton, kopeği Dash alçak sesle sızlanırken, bu müthiş etkileyici mekânda Sonia Grande’nin çizdiği elbiseleri giyip çıkararak, iğne topuklu ayakkabılarıyla kapana kısılmış bir köpek gibi dolanır.

Almodóvar, bu rafine mekânın bir stüdyonun içinde inşa edildiğini izleyiciye durmaksızın hatırlatır. Kamerası kimi zaman dekora tepeden bakarak, odaların tavanları olmadığını ya da set dışına çıkarak şık duvarların dışının yalın panellerden oluştuğunu gösterir. Kadın evinin balkonuna çıktığında manzara olarak stüdyonun duvarına bakar. Ancak, Almodóvar gerçek bir sinema büyücüsüdür ve bu farklı bakış, özenle hazırlanmış bir kurmaca izlemekte olduğumuzu nerdeyse gözümüze sokarken, anlatım temposu, sinema dili ve de tabii ki Tilda Swinton’un olağanüstü yorumuyla yanılsamayı müthiş inandırıcı bir gerçeğe dönüştürmeyi başarır.

Adından da belli olduğu gibi, tüm görselliğine karşın, film insan sesi üzerine bir metni aktarmaktadır. Evin içinde ve dışında gezinerek konuşan kulaklık takmış kadının konuşması muhatabını görüp duyamadığımızdan neredeyse kendi kendine konuşuyor izlenimi ediniriz.

Dört mutlu yıl sonra artık kendisini sevmediği için telefonla veda eden ve sesi duyulmayan erkeğe ve de kendisine, bu ilişkinin ne derecede önemli olduğunu, bitirmeye hazır olup olmadığını sakin sakin anlatırken, adamın gitmesiyle gelen yalnızlığın, umutsuzluğa, melankoliye hatta çılgınlığa yol açabileceğini seyirciye gizli bir mizah da içeren bir içtenlikle azar azar, yudum yudum duyumsatır. Film boyunca yapay bir sükûnetle gidip gelerek ortak anılarını, müşterek geçmişlerini, anımsayan, ayrılıkla başa çıkmaya çalışırken birilerine zarar vermekten korktuğunu da söyleyen Swinton, fırtına öncesi sessizliği andıran göreceli dinginliğinin belki intihara, belki cinayete belki de daha beter bir patlamaya yol açabileceğini her an hissettirir.

Sonuç olarak Pedro Almodóvar’ın, müthiş etkileyici bir metinden ustalıklı yönetimi, kusursuz sinema duygusu ve müthiş oyuncusu sayesinde bir başyapıt oluşturduğu heyecan verici bir kısa film, küçük ama çok değerli bir mücevher.

Gösterim süresi 8 Mayıs 21.00 – 13 Mayıs 21.01. Kaçırmayın derim.

Yönetmen / Senaryo : Pedro Almodóvar

Özgün yapıt : Jean Cocteau

Görüntü Yönetmeni : José Luis Alcaine

Kurgu : Teresa Font

Müzik : Alberto Iglesias

Oyuncular : Tilda Swinton, Agustín Almodóvar, Miguel Almodóvar, Pablo Almodóvar

İspanya-ABD / Kısa-Dram / 30 Dk.

OrtaKoltuk Puanı:

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz