Kutsal İncirin Tohumu / The Seed of the Sacred Fig
Sokaktaki şiddetten uzak duralım derken şiddeti evin içine taşıyan ailenin filmi!
İran sineması, çoğu yapımında sadece ülkede yaşanan atmosferin boğucu havasını yansıtsa da, sinematografik açıdan başarılı ürünler veriyor, ilgiyle izleniyor. Kutsal İncirin Tohumu, Fransız Alman yapımı bir film, çünkü yönetmeni Muhammed Rasulof, İran’da hapis cezasına çarptırılınca Almanya’ya kaçmayı başarabilmiş ve filmini de çoğu gizli ve kaçak görüntülerle yurt dışında tamamlayabilmiş. Film, işkencede öldürülen Mahsa Amini olayına protesto gösterilerinin sokakları ateşe çevirdiği ve Devrim Muhafızlarının olayları bastırmak için daha da fazla işkence ve ölüme yol açtığı dönem. Filmde ters köşe yapılan şiddet, çok anlamlı: Biri ergen, biri üniversiteye giden iki kızı olan ailenin babası İman, çok arzuladığı hakim olma idealine kavuşmak üzeredir; Devrim Mahkemeleri’nde soruşturmacı olmuştur. Ancak olayların da patlak vermesi, gerçekle yüzleşmesine yol açar. Ondan istenen araştırmak, suçluyu bulmak ve adaleti sağlamak değil, savcının istediği cezayı, yani idamı sağlamak için gelen rapora imza atması, onay vermesidir, kişi suçsuz ve genç bir öğrenci de olsa!
İman, tam bir ikilem içinde bocalar: bir yandan ailesinin rahatlığa kavuşması, iyi bir maaş, lojman ve en önemlisi güvenlik! İş yerinde ona bir de tabanca verilir, kendi güvenliğini sağlaması için. Çünkü protestocular, Devrim Mahkemeleri’nde gelişigüzel idam kararları veren görevlileri ifşa etmekte ve rastladıklarında da cezasını kesmektedir! Karısının beklentileri ise gerçeklerden uzak, daha iyi bir hayattır: kızlarına ayrı birer oda, bol alışveriş. Devlet televizyonunda israfı önleyin, alışveriş etmeyin, vaazları verilirken pek çok şey Türkiye’yi anımsatıyor. Hele Farsça konuşmalar, birbirlerine efendim yerine canım diye hitap etmeler. Cümlelerin içinde geçen tanıdık sözcükler.
Kızların üniversite yurdunda kalan bir arkadaşlarının sadece gösterici kalabalığının içinde kaybolduğu için yüzünden saçmalarla vurulması, gözünü kaybetmesi, kanlar içinde arkadaşının evine getirilip saklanması ailenin yaşadığı gerilimi daha da arttırır. Kızlar, evden gönderilen arkadaşlarının peşine düşerken telefondan gösterişçilere nasıl işkence yapıldığı videolarını izleyip isyan eder; gece eve geç gelen babaları ise vicdan azabıyla kıvranmasına karşın ailesini düşündüğü için onlarca idam kararına imza basmaktadır.
Tabanca nereye gitti?
İman, bu itaatkarlığıyla tam da terfi etmek üzereyken evde tabancası kaybolur! Tabancasını kaybetmesi demek, terfisinin durması ve hatta hapse girmesi demektir. Aile içinde olaylar bundan sonra çığrından çıkar. Filmin de biraz şirazesi kayar. Evin her yanı alt üst edilirken şüphe de babayı kasıp kavurmaktadır. Karısından ve kızlarından şüphelenen baba, sonunda onları işkenceci bir sorgucuya getirir. Şahıs arkadaşının ailesine maddi işkence yapmaz ama sorgulama yöntemleri bile sıradan bir gence neler yapılacağı konusunda hayli ip ucu barındırır. Üstelik de o kadar baskıya karşın doğru bir sonuç da alınamaz? Tabanca hala kayıp, çalan kişi de meçhuldür, anne mi, kızlardan biri mi? Suçlanan büyük kız ise yapmadığını iddia ederken kimin niye yaptığı sorusu da ortada asılı duruyor.
Nedense iyi filmler yapan yönetmenler aynı zamanda çektikleri çarpıcı sahnelerine kıyamayıp uzattıkça da uzatıyor. Filmin bitmesine yakın kutsal mabetin olduğu bölümde aile artık paramparça olmuş ve bir birine şüpheyle yaklaşırken o kaçış sahnelerini o kadar uzatmanın gereği yok? Görüntü güzel diye iki saat sürmüş filmde, Kapadokya benzeri bir coğrafyada, bir delikten girip bir yerden çıktıkları sahnelerin tekrarı isyan ettiriyor izleyiciyi ve son sahnenin çarpıcılığı, oh nihayet bitti düşüncesiyle zayıflıyor. Ayrıca silahın kaybolması ve çalanın niyeti ortada kalıyor! Film yurt dışında çekilip ev içi sahneleriyle İran’ın kadına yönelik baskı ve şiddeti sadece telefon çekimleriyle sorgulanabildiği için biraz da afakanlar basıyor ama zaten o ülkede herkesi afakan basıyor!
Eninde sonunda bitecek
Şeriatı kafaya takmış ve kadını örtmek, eve kapamak, yok etmek için uğraşan rejimler eninde sonunda yıkılacaktır. Afganistan, en son olarak pencereleri bile kapadı. Çarşaf yetmedi, kadınlar dört duvar arasında hapsoldu. Suriye’de Işid ve PKK kalıntılarının yönetime geldiklerinde ne halt edeceği belli değil. Laikliği korumaya çalıştığımız Türkiye’de isteyerek yüzünü gözünü kapayıp siyahlar içinde şeytan gibi dolaşan kadınlar ülkelerine gidince memnun mu olacak, isyan mı edecek? Bu süreçte kaç kadın yaşamdan koparılacak, kaçı hayatını yaşayamayacak, ama ben yanmasam, sen yanmasan, nasıl çıkar bu karanlıklar aydınlığa demiş şair! Bazı eksiklerine rağmen Batı’daki festivallerde çok beğenilen film, bizde de ses çıkaracaktır.
Yönetmen / Senaryo : Mohammad Rasoulof
Görüntü Yönetmeni : Pooyan Aghababaei
Kurgu : Andrew Bird
Müzik : Karzan Mahmood
Oyuncular : Soheila Golestani, Setareh Maleki, Missagh Zareh, Mahsa Rostami
İran-Fransa-Almanya / Suç-Dram / 168 Dk.