Laurel ile Hardy / Stan & Ollie
“Laurel ile Hardy” ya da “Stan & Ollie”
1972 doğumlu İskoç sinema ve televizyon yönetmeni Jon S. Baird, 2013’de Irvin Walsh’ın ayni adlı romanında uyarlayarak yazdığı, yönettiği ve yapımcılığını yaptığı “Filth / Pislik” ile uluslararası ün kazanmış. İngiltere’de tüm zamanların en büyük hasılatını yapan on filmden biri olan “Filth” çok sayıda festivalde gösterilmiş 9 önemli ödül kazanmış. Uzunca bir süre sadece televizyona odaklanan Baird, “Stan & Ollie” ile sinemaya parlak bir dönüş yapıyor.
Film, 1920’lerden 1955’e kadar yüzü aşkın filmde birlikte rol alan Hollywood tarihinin en çok sevilen komedi ikilisi Stan Laurel ve Oliver Hardy’nin yaşamlarını bir bölümüne odaklandığı için, ithalatçı firma filmi, ikilinin ün yaptığı “Laurel ile Hardy” adıyla gösterime sokuyor. Anlaşılan “Jon S. Baird niye herkesin bildiği bu isim yerine göreceli olarak daha az kullanılan “Stan & Ollie”yi yeğlemiş?” diye düşünen olmamış. Halbuki bunun çok geçerli bir sebebi var. İkilinin şöhretin doruğundayken çektikleri “Way out West” (1937) filminin setindeki kısa girişle başlayan film, hemen 1953 yılına, artık kariyerlerinin altın çağını geride bırakmış olan ikilinin, İngiltere’de çıktıkları, veda turneleri olacak gösteri turuna odaklanıyor. Artık onlar, ” kim bunlar?” ya da “bu ikisi hâlâ yaşıyor mu?” diye zar zor anımsanan Laurel ile Hardy’den çok sadece Stan ve Ollie’dir.
Jenerikte Jeff Pope’un filmin senaryosunu A.J.Mariott’un “Laurel & Hardy – The British Tours / Laurel & Hardy – Britanya Turneleri” adlı kitabından esinlenerek yazdığı belirtiliyor.
The Laurel and Hardy Magazine dergisinin editörü ve yazarı, 1981’den beri Laurel & Hardy Değerlendirme Kurumu üyesi Mariott, ayrıca ikilinin İngiltere, Avrupa ve ABD turneleri hakkında kitaplar yazmış bir uzman. Bu “esinlenme” sözcüğü, filmin hangi öğelerinin gerçek, hangilerininse kurmaca olduğunu belirlemese de, filmin tamamına bir yaşanmışlık, bir inandırıcılık tadı katıyor.
Film iç içe geçmiş iki katmanda gelişiyor. Birincisi, yıllar önce stüdyo uygun bulduğu için berber çalışmaya başlayan ve birlikte 100’ü aşkın filmde oynayan bu iki adam arasında, karakteriyel hiçbir ortak noktası olmamasına rağmen gelişmiş olan, anlamını kriz anlarında yeniden keşfettikleri sağlam dostluğun öyküsü. Filmin ortalarında onlara katılan, onlardan bile zıt bir diğer ikili, kocasının üzerine titreyen nazik Lucille Hardy (Shirley Henderson) ile, Stan ile evlenmek için hayatının fırsatını (aslında minik bir rol) tepmiş olduğunu durmaksızın tekrarlayan güçlü ve kararlı Rus asıllı Nina Arianda (Ida Kitaeva Laurel), bu dostluğun bir diğer yüzünü da açığa çıkarıyor. Öykünün omurgasını oluşturan Steve Coogan (Stan Laurel) ve John C. Reilly (Oliver Hardy) gibi iki büyük oyuncunun yanında yok olmak bir yana, kocalarını şiddetle destekleyen bu iki kadını yorumlamaları filme müthiş keyifli bir enerji katıyor.
Filmin diğer katmanı ise güldürünün varlığı. İkilinin beyni Stan, neredeyse dürtüsel olarak espri imal eden, her konuşmaya her davranışa bir şaka ya da abartılı bir hareket sokuşturan bir güldürü dehası. Taşıdığı bagajların altında kaldığında, elinden kaçırdığı sandık merdivenlerin en dibine kadar indiğinde ya da resepsiyon ziliyle oynamaya giriştiğinde, gülmece ile yaşamın benliğinde iyice harmanlandığı ortaya çıkmakta. Orijinal filmlerini izlemiş biri olarak, Stan Laurel’e çok fazla benzemese de adamı, mimikleri, sesi ve beden diliyle var eden Steve Coogan’ın müthiş performansına hayran olduğumu belirtmek isterim. Tabii ki günde dört saat makyajla ve bedeni birkaç kaz kalınlaştırılarak, güleç yüzlü, ancak Stan olmayınca her an kaybolacakmış gibi duran Oliver Hardy’ye can veren John C. Reilly de olağanüstü.
İkilinin sahne performansları, hem en ünlü gösterilerinin bir antolojisi olarak, hem dönemin güldürü anlayışını bir belgeselmişçesine irdelemeleriyle çok önemli bölümler.
Aslında, çok ünlüleri gelmiş geçmiş de olsa, sinema tarihinde Laurel ve Hardy dışında gerçekten iz bırakmış komedi ikilisi zor bulunur.
Bob Hope – Bing Crosby ya da Jerry Lewis – Dean Martin gibi ikililerde tek bir komedyen ve ona eşlik eden güzel sesli bir şarkıcı)oyuncu vardır ki, her biri ayrı ayrı kariyerlerini rahatlıkla sürdürmüşlerdir. Bud Abbott – Lou Costello ya da İtalyanların Franco ve Ciccio’su, bir miktar başarılı olmuşlarsa da, durmaksızın kendilerini tekrarladıkları ve sonuçta belirli bir düzeyi tutturamadıkları için zamanla unutulup gitmişlerdir.
Sonuç, bir dostluk öyküsünü, tüm duygusallığıyla, ancak duygu sömürüsü yapmamayı başararak veren, güldürünün mekanizması hakkında söyleyecek sözü de olan nostaljik, hüzünlü bir komedi. Haftanın en iyi filmi. Kaçırmayın derim.