Taylor Swift Olmak İlk gösterimini “Sundance Film Festivali“nde yapan, “Netflix” yapımı belgesel, “Miss Americana“da karşımıza, çok eskilerden bir yıldızın hayat hikayesi ile çıkılmıyor. Gençlerin sevgilisi, yeni otuzuna basmış bir pop ikonunun hayat hikayesi, kimi yönleri ile biraz abartılı bir aktarım ile de olsa, sevenlerini tatmin edici bir yapım olarak karşımızda.
Genç yaşına karşın, altı Grammy ve sayısız müzik ödülü sahibi olup mükâfat rekoruna doymayan Taylor Swift, tıpkı Selena Gomez, Katy Perry, Justin Bieber ya da Rihanna gibi, başta Amerikan gençliği olmak üzere, müzik endüstrisine etkileri tartışmasız genç şarkıcılardan.
Belgesel film, bir saati biraz aşkın, örneklerine nazaran kısa sayılabilecek bir zaman diliminde, Swift‘in dış sesi eşliğinde müzik ve biraz da siyasi hayatının önemli dönemeçlerini izleyenlerinin önüne seriyor oldukça yalınlıkla. Henüz filmin ilk sekanslarında, piyanosu ve yanından hiç ayırmadığı kedisi eşliğinde, hiç bıkmadığı bir söz yazım uğraşısının içinde izleyenini karşılıyor. Swift, o andan itibaren kendisinin özellikle on üç yaşından itibaren, mürekkepli, tüylü kalemle yazıp tuttuğu günlüklerinin rehberliğinde birçok sanatçının yaşadığı, kendisini kanıtlama zorluğunun aşamalarını bir bir anlatmaya başlıyor.
Bu günlükler, kendisine göre hayatına, gerçekliğine ve kariyerine karşılık gelmekte. Buradan hareketle dönüşümlerine kısmen değinirken, aslında ne kadar da haksızlığa uğradığını ve sıklıkla tekrarladığı üzere iyi bir kız olduğunun kanıtlarını sunmaya başlıyor. Burada görüyoruz ki, Swift‘in kariyer basamaklarını çıkmasında ailesinin, özellikle de annesinin büyük desteği oluyor. Ona, Sony CD’leri alıp, müzik okullarının önünden özellikle geçirmelerinden, enstrüman almaya, okuldaki müzik gösterilerine katılmaya teşviklerine kadar hep aile desteğini yanında buluyor, bu yönüyle çok şanslı.
Taylor Swift‘i diğer “teenager şarkıcılardan” ayıran önemli yanı olarak günlerce kapandığı stüdyolardaki söz yazarlığı olarak görmek de mümkün. Ve yine filmde görüyoruz ki, övgülere çok alışkındır ve bunları hissetmediği zamanlarda, star hastalığı olan depresif hale de kolaylıkla girebilmektedir. Bunu 2018 yılında Grammy adaylarının açıklandığında, kendisinin isminin geçmediği anlarda, evde bunu kendisine aktaran arkadaşı ile yaptığı sohbette net olarak görüyoruz. Ancak yılgın, yeis içinde bir karakter değil asla, çok azimli. O andan itibaren daha fazla çalışması ve “Reputation” albümünden daha iyi bir albüm çıkartması gerektiğini düşünmeye başlıyor ve sabahlara kadar devam edecek Stüdyo Electric Lady’de müzik çalışmalarına kaptırıyor kendisini.
Henüz 16 yaşında iken country tarzında ilk albümünü çıkartıp, ilk ciddi ödül olarak ise “Horizon” ödülünü alarak genç yaşta star olmanın ilk adımlarını sağlam atmaya başlıyor. Sonrasında 2009 yılında MTV ödülü geliyor. Ancak tam da bu ödül sırasında kariyerinin en korkunç olaylarından birini yaşar. Tören konuşması yaptığı sırada ünlü hip-hop şarkıcısı Kanye West, Swift’in elinden mikrofonu alır ve aslında ödülün Beyonce‘un hakkı olduğunu belirtir. Salon buz kesmiştir, çıkışta muhabirlerin bu olayı “ona gücendiniz mi?” şeklinde sormaları üzerine, “onu tanımıyorum ve birşey de başlatmak istemiyorum” diye karşılık verir. Bu olay o sıralarda Amerikan basınında o kadar yer edinir ki dönemin Amerikan Başkanı Obama da olaya müdahil olur ve Kanye West‘e “denyo” tarzı bir kelime ile hitap eder.
Bu olayı Swift sonradan psikolojik olarak aştığı için bir tür katalizör olarak gördüğünü belirtir. Çıkardığı tüm albümler liste başı olur ve satış rekorları kırmaya başlar. Henüz yirmi beşinde iken Amerika’nın en ünlü sanatçısı haline gelmiştir artık. Bir dergi artık bu yeni ikon için şöyle başlık atabilmektedir: “Müzik endrüstrisi Taylor Swift’tir!” Amerikan İkonu Olmanın Zorlukları Ancak tüm bu zirve anları, antik dünya mitolojisindeki “katharsis” halini de kendisinde doğurabiliyordu. Özellikle de kendisine hep destek veren annesi Andrea’nın kanser hastalığını geçirmesi ve yemek sorunu yaşaması benzeri sorunlar, iç dünyasına kapanmasına neden olur. Bununla da yetinilmez, bir de dıştan gelen sorunlar vardır. Kariyerinin bu en pırıltılı anları Amerikan magazin basınının kendisinin üzerine daha sıklıkla geldiği dönemlere de denk gelir.
Magazin proğramlarına göre kendisinin her gün yeni bir erkek arkadaşı olmaktadır. Ödül töreni sonrasında uzatılan mikrofonda, akşam hangi erkek arkadaşı ile evde buluşacağı sorusu milyonların önünde kendisine rencide edici bir tonla sorulmaya başlar. Bu sırada Kanye West de, yıllar sonra tekrar ortaya çıkmış ve Swift’e yeni şarkısı olan “Famous” üzerinden saldırmaya başlamıştır. Binlerce kişilik konserlerde sıkça yaptığı gibi küfürlü şarkılar eşliğinde, hakaretler yağdırır diğer şarkıcıya. Bunlara Swift hep, “bu tartışmalardan uzak durmak istiyorum” diye yanıt verse de, magazin basını için bunlar, suçlama aparatı olarak kullanılır ve bu zor durumun Swift tarafından ismini gündemde tutmak için bir fırsat olarak görüldüğü bile savlanır.
Amerikan medyası, ağzından hakaretler eksik olmayan ve üstelik de bunu eril bir tonla aktaran bir kişinin yanında konumlanarak, Swift’e “yalancı”, “sahtekar” gibi adlandırmalarla saldırıya başlar. Bu andan itibaren Swift, inzivaya çekilmeye karar verir. Uzun bir ara vermeden sonra, kendisine destek veren erkek arkadaşının da katkısı ile yine kaldığı yerden müzikal başarısına devam eder. Ancak bu kez kendisinin başına fotoğraf karelerine de yansıyan, menajerlerinden birinin cinsel saldırı olayı gelir. Uzun süren yargılama süreci sonunda jüriyi cinsel saldırı mağduru olduğuna ikna eder. Tüm bu zorlu kadınlık hallerini üzerinden atar, kendi tabiriyle ağzındaki mühürleri söker ve apolitik şarkıcı etiketini yırtar.
Bunu gösterdiği en ciddi durak, doğup büyüdüğü Amerika’nın doğu eyaletlerinden Tennessee’deki ara seçim olan, senatörlük seçimleridir. Politik Hattın Kıyısında Bir Star Kendisi de bir kadın olmasına karşın, Cumhuriyetçi Parti adaylarından Marsha Blackburn, kadınlara yönelik şiddet yasasına karşı oy vermesi benzeri eylem ve söylemleri ile konservatif bir anlayışın en tipik örneğidir. Daha önce “ben politikaya karışmam, sevenlerim arasında ayırım yapamam” diyen Swift, ailesinin bazı fertlerinin ve konser organizatörlerinin karşı koymasına rağmen instagramdaki hesabında bulunan 112 milyon takipçisinin başta gördüğü mesajı yollayarak, herkesi Blackburn karşıtı olarak oy kullanmaya davet eder.
Bu mesaj Amerika’da çok ses getirir. Zira daha önce country şarkıcıları ya da pop sanatçıları pek etliye sütlüye karışmayan kişilerdir. Ya da Britney Spears gibi daha çok militarist bir söylemin takipçisidir. Bunun istisnasından birisi de belgeselde de geçen “Dixie Chicks” isimli üç kadından oluşan county müzik grubudur. Grup özellikle 2013 Irak işgali öncesi Londra’da verdikleri konserlerlerinde protest bir tavra girmişler ve Amerikan basınının tepkisini üzerlerine çekmişlerdi. Medya daha önce hiç politik mecralara kaymayan bu genç şarkıcının da bu söylemini hareretle tartışır, hatta söylem Trump‘a da sorulur, cevabı “artık onun müziğini %25 daha az seviyorum” demek olur. Halbuki, muhafazakar bir eyalet ve aile yapısından gelen Swift, yıllardır Cumhuriyetçiler nezdinde “gizli Cumhuriyetçi” olarak bilinmiştir.
Swift daha da ileriye giderek ödül törenlerinde de ara seçimlerde Cumhuriyetçiler aleyhine oy verilmesi çağrılarını yineler. Ancak bu destek yeterli olmaz ve seçimleri muhafazakar aday Blackburn kazanır. Ancak Swift, politik hatta çıkışlarına devam eder. Özellikle de homofobik yaklaşımlar karşıtı mücadeleyi sürdürür. Filmin sonlarında görülen ödül töreni görüntüleri bu sürecin izlerini taşır.
Aktüel Biyografi Sevenler İçin Doyurucu Daha önce kürtaj yapan doktorların hikayesini ekrana taşıdığı 2013 yapımı “After Tiller” ve 2017 tarihli ödüllü “The Departure” gibi yapımlara imza atan Lana Wilson, tarafından çekilen bu belgesel formundaki film, “Bohemian Rhapsody“, “Bir Yıldız Doğuyor” ya da Ammy Winehouse‘un hayatını yansıtan “Amy” gibi bir sanatçının uzun erimli dönemini ele almıyor kuşkusuz. Zaten Swift’in yaşı buna müsait de değil. Özellikle de şarkıcının kendi ağzından bir kariyer çetelesinin dökümü gibi, kısa bir süre içinde şarkıcının ne kadar da zor bir mücadele geçirdiği gibi bir duyguyu izleyene vermeye çalışıyor.
Konser çekimlerinin oldukça başarılı olduğu ve stüdyodaki görüntülerin de doğallığa yakın olduğunu belirtmek gerekir. Bunda genelde biyografi filmlerinin hayatta olmayan kişilerin hayatını yansıtması, oysa bu filmin kahramanı olan Swift gibi pop ikonu ve her hareketi ilgi uyandıran bir şarkıcının, üstelik de kendi aktarımları ile hayatını ekrana getirmesinin yarattığı doğallık etkisinin bulunduğunu belirtmek gerek. Zaten Swift sadece şarkcı olarak değil, başka bir sanat alanında da, yani sinemada da yer yer görülen birisi. “Cats“, “Sevgililer Günü” gibi filmlerde de karşımıza çıkmıştı.
Belgesel filmin, özellikle Amerikan magazin medyasının zaman zaman ne kadar da acımasız bir mekanizmanın parçası haline geldiğini göstermesi, eril sistem karşısında ayakta durmanın zorluklarını bir ünlü penceresinden ekrana taşıması bakımından başarılı olduğunu söylemek mümkün. Ancak öte yandan düz bir anlatım içinde olması, kurgusal herhangi bir yeniliği barındırmaması itibariyle de kendi türünün çok iyi bir örneği olarak görmek de mümkün değil. Sözün hülasası, aktüel biyografi çalışmalarını takip edenlerin kayıtsız kalamayacağı türden belgesel filmlerden…
Yönetmen : Lana Wilson
Görüntü Yönetmeni : Emily Topper
Müzik : Alex Somers
Oyuncular : Taylor Swift, Andrea Swift, Scott Swift, Joel Little, Tree Paine, Jack Antonoff, Kamilah Marsall, Melanie Nyema, Max Martin, Dave Meyers, Paul Sidoti
ABD / Belgesel-Biyografi-Müzik / 85 Dk.
ortakoltuk.com