Oppenheimer

Oppenheimer, öyküsüyle, oyuncularıyla, müziğiyle, görselliği ile sağlam bir iş; Nolan ateşi seyircinin kucağına bırakıyor ve”biraz da siz yanın” diyor…

ETKİLEYİCİ, SARSICI, DÜŞÜNDÜRÜCÜ…

OrtaKoltuk Puanı:

 

Öncelikle belitmeliyim ki uzun bir aradan sonra kendi ülkemde, iyi bir sinema salonunda film izlemek, hele de Oppenheimer’i izlemek tam bir şölen oldu benim için. Genelde Netflix filmlerini yorumladığım için bilgisayar ekranından bıkmıştım, film dediğin sinemada izlenir… Görsel efektleri bol olan bir filmse hele…

Oppenheimer’in basın gösteriminde İstanbul’da bulunmak güzel bir tesadüf oldu; Akasya Sinema salonunda yerimize mıhlandık, ara vermeden üç saat boyunca nefessiz filmi izledik…

Doğrusunu söylemek gerekirse  Oppenheimer atom bombasının babası sayılmasına rağmen aynı güzergahta bilim üreten  Albert Einstein kadar, uranyumu kullanarak radyoaktiviteyi bulan Marie Curie kadar popülaritesi yüksek biri değildi. Günümüz sinemasının dahisi sayılan  Christopher Nolan bu filmi çekerek Oppenheimer’i tüm dünyaya yeniden  tanıttı. Eminim ki bundan sonra en az onlar kadar popüler olacaktır. Elbette her üç bilim insanının bilime ve insanlığa hizmet için buldukları ve  ürettikleri elementler tam tersine insanlığı yok etmek için kullanılınca yaptıkları buluşlardan bile pişmanlık duymuşlardır ve vicdanlarının baskısıyla hayata veda etmişlerdir. Einstein şöyle demiştir:”Ben atomu insanlığa hizmet etmek için parçaladım. Onlar bomba yapıp birbirlerini yok ettiler.

Curie de Artık dayanamadığım bu aşağılık dünyaya veda etmek istiyorum. Neyse ki yokluğum büyük bir kayıp olmayacak!Muhtemel o aşağılık dünyada bilimin aşağılık şeyler için kullanılması da vardı. Ama vicdanı yaralayan en acı söz Oppenheimerê ait, ilk  atom bombasının patlatılmasından sekiz saniye sonra ağzından şu sözler dökülmüştür : Ben artık dünyaları yıkan ölümün kendisiyim!’

Size önerim filme gitmeden önce Oppenheimer hakkında ve dönem hakkında okuma yaparak bilgi toplayın. Daha anlamlı izleyeceksiniz.

BİLİM, SAVAŞ, SİYASET

Bilim, savaş ve siyaset üçgeninin içinde bir bilim adamının biyografisi alanı kaplarken üçgen kenarlarının birbirleriyle ilişkisinde; siyaset savaşı, savaş da bilim ihtiyacını doğuruyordu. Oppenheimer (Cillian Murpy) ve arkadaşları Almanya’nın dünyaya açtığı dehşeti ve  savaşı durdurmak için atom bombası çalışmalarına başlıyorlar, devlet  bütün olanaklarını seferber ediyor. New Mexico’daki Jornada de Muerto çölünde  bomba çalışmaları için resmen küçük bir kasaba kuruluyor. Bilim insanları aileleri ile birlikte çöle yerleşiyorlar ve  Los Alamos labaratuvarında çalışmalara başlıyorlar… Sonuç : bilim adına başarı, insanlık adına başarısızlık… 

Bombanın deneme sonucu başarılı olunca çöl sakinleri dehşetli bir sevinç yaşıyor. Tam da bu sahnede benim gözlerden yaşlar boşanıyor….

Yönetmen Nolan’ın  bu abartılı sevinç sahnesini kasıtlı yaptığı aşikar. Kastı seyirciye tabii; bu sevinç gösterisiyle izleyicinin duygularını kışkırtıyor siz burada gülerken ve sevinç çığlıkları atarken insanlık ağlayacakdedirtiyor… Ve o meşhur bomba, Almanya’yı durdurmak için yapılan bomba Hiroşima ve Nagazaki’de patlatılıyor!.. Sonuç korkunç! 200 binden fazla ölüm ve dünyanın en büyük travmalarından biri!

Amerika’nın Prometheus’u Oppenheimer dünyayı ateşe veriyor! Ancak Christopher Nolan bu sonucun üzerinde pek durmuyor nedense, filmdeki en büyük eleştirim bu olacak. Keşke Nazım Hikmet’in, 7 yaşında atom bombası ile öldürülen Sadako Sasaki adına yazdığı Kız çocuğuadlı şiir filmde okunsaydı ne müthiş olurdu :

KIZ ÇOCUĞU

Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.

Hiroşima’da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.

Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.

Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kağıt gibi yanan çocuk 

Kapitalist dünyada bilim elbette ki insanlığa değil efendisine hizmet edecekti. Hiroşima’da bomba atılmış netice alınmıştı. Dolayısıyla bilime hizmet ettiğini düşünen Oppenheimerîn da işi bitmişti. Ne diyordu bomba çalışmasına katılmak istemeyen arkadaşı : Onların ihtiyacı olduğu sürece sen varsın, ihtiyaçları bittiğinde seni atacaklar”… Ve dediği  olur…  Ekim 1945 yılında Oppenheimer Başkan Truman’a Ellerimde kan olduğunu hissediyorum der. Truman ona aşağılayıcı ve alaycı gözlerle bakar: o kan benim ellerimde, bırakın ben endişeleneyimdiyerek onu küçümseyici bakışlarla yolcu eder…

                                              

TANRI’DAN ŞEYTANA DÖNÜŞEN OPPENHEİMER!

Ortaçağda cadı avı meşhurdur. Yirminci Yüzyılda ise Amerika’nın “komünist avı”. Senatör Mccarthy  kamuoyuna bir liste sunar ve av başlar. Avlanaların içinde Bertolt Brecht, Charlie Chaplin, Arthur Miller, Orson Welles ve Pete Seeger de vardır. Truman 1945’te 2. Dünya Savaşı sonrasında Roosevelt’in ölümünden sonra başkan olmuştur ve komünist, sempatizan, ilgi duyan herkesi toplamaya başlamıştır…. Yani asıl tehlike olan faşizm yerine artık komünizmle mücadele başlamıştır; süreç sıcak savaştan soğuk savaşa evrilmiştir… Vee bomba çalışmalarında Tanrı katına çıkarılan Oppenheimer bir anda şeytana dönüşür. Çünkü Komünizm sempatizanıdır. Kardeşi komünist parti üyesidir, eski sevgilisi komünisttir ve o çevreden hayli arkadaşı vardır. Yargılama başlar, aklanır ama vicdanını aklayamaz…

Oppenheimer hayatının geri kalanı boyunca bombanın teknik başarısından gurur duyduğunu ama etkilerinden dolayı suçluluk duyduğunu dile getirmeye devam etti.”

KADIN KARAKTERLER ARIZALI VE ZAYIF, BENİ RAHATSIZ ETTİ!

Filmdeki ikinci eleştirim şu : İki önemli kadın karakter var. sevgilisi Jean Tatlock (Florence Puck). Aslında çok okumuş entelektüel bir kadın, psikiyatrist ve Amerika Komünist Partisi üyesi, karmaşık ruh yapısına sahip; ama filmde bu özellikleri gösterilmemiş  ve zayıf  bir karakter olarak öne çıkarılmış. Eşi Kitty Oppenheimer ise itici bir karakter olarak yer alıyor filmde. Her ikisi de bilim kadını olmalarına rağmen bu özelliklerinden eser göremiyoruz. Nolan’ın kadınlara bir kastı mı var diye düşünmeden edemiyor insan. 

Üçüncü eleştirim ise filmin atom bombası yapım sürecindeki gereksiz uzatmalara girilmesi ve ortalara doğru hafiften sıkıcı olmaya başlaması; ama son yarım saatte Nolan öyle bir toparlıyor ki artık nefessiz kaldığınızı hissediyorsunuz. Dolayısıyla o yarım saatlik sıkıcı zaman dilimi absorbe ediliyor, kendinizi yeniden filme kaptırıyorsunuz…

VE OYUNCULAR! CİLLİAN MURPHY BÜYÜK OLASILIKLA OSCAR ÖDÜLÜ ALIR 

Cillian Murphy beğendiğim bir oyuncuydu, bu filmdeki performansıyla doruğa ulaşmış. Oppenheimer zayıf bir adam olduğu için Murphy olağanüstü çabayla (günde bir badem yiyerek) zayıflamış ve elmacık kemiklerinin ortaya çıkmasıyla tam bir karakter oyuncusuna dönüşmüş…Büyük ihtimalle yardımcı erkek oyuncu da bu filmden çıkar : Levis Strause rolüne can veren Robert Downey JR.

Gelelim Oppenheimer’in gerçek kişiliğine, delilikle dahilik arasında olan ve psikoz rahatsızlıkları nedeniyle psikiyatriste tedaviye giden ancak psikiyatristin tedavinin işe yaramayacağını söyleyerek başından savdığı bir şahsiyet. Edebiyata son derece düşkün, Marcel Proust’un Geçmiş Zaman Peşinderomanı baş ucu kitabı; çünkü o romanda  kendini görüyor. Okuduğum bilgilere göre bir kadın arkadaşına şiddet uygulayıp hatta öldürmeye çalışmış, kadının kendini kurtarmasıyla bu kez  oturup ağlamıştır. Karmaşık bir ruh yapısına sahip, ikircikli bir yandan vicdan azabı çekerken bir yandan bilimdeki bu başarısından dolayı büyük memnuniyet duymuştur. 

Einstein, kendisi gibi Yahudi olan  Oppenheimer hakkında şöyle diyecektir : “Oppenheimer’ın sorunu, kendisini sevmeyen bir şeyi, ABD hükümetini sevmesidir.”

Cristopher Nolan’ı anlatmaya gerek yok! Özellikle gençlerin taptığı bir yönetmen. Filmdeki o şahane görsel efektlerde bilgisayar tekniğinden yararlanmadığını söylüyor. Politik filmde politik yanını ortaya koyuyor ve ülkesini eleştiriyor; elbette ki bunu sol kimlik ile yapmıyor liberal kimliği ile eleştiri gözlüğünü takıyor…

Ludwig Göransson’ın müziği ise adeta bir aktör rolünde, set oyuncularının duygularına ve hikayenin ritmine göre oynuyor, opera havasında… Kısaca; öyküsüyle, oyuncularıyla, müziğiyle, görselliği ile sağlam bir iş; Nolan ateşi seyircinin kucağına bırakıyor ve”biraz da siz yanın” diyor…

Yazımızı Albert Einstein’ın  sözü ile bitirelim.

 “Bilim atom bombasını üretti, fakat asıl kötülük insanların beyinlerinde ve kalplerindedir.”

Yönetmen : Christopher Nolan

Senaryo : Christopher Nolan, Kai Bird

Görüntü Yönetmeni : Hoyte Van Hoytema

Kurgu : Jennifer Lame

Müzik : Ludwig Göransson

Oyuncular : Cillian Murphy, Robert Downey Jr., Matt Damon, Emily Blunt, Rami Malek, Florence Pugh, Josh Hartnett, Casey Affleck, Kenneth Branagh, Jason Clarke, Benny Safdie, Dane DeHaan, Jack Quaid, Matthew Modine, Dylan Arnold

ABD / Biyografi-Tarihi-Gerilim-Aksiyon / 180 Dk.

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz