Anıl Gelberi’nin Seyfi Teoman İlk Film Ödülü’ne aday filmi “Plaza” (2020), ailesinin de yönlendirmesiyle güvenlik görevlisi olarak bir plazada çalışan Emre’nin bu plazada yaşadıklarının hikâyesi.

Atanamamış̧ öğretmen adayı Emre, eğitimini alıp güvenlik görevlisi olduktan sonra çalıştığı şirket onu bir bankaya yollamış, banka ondan memnun kalmayınca bu kez yıllardır atıl duran bomboş̧ bir plazada görevlendirilmiştir. İstanbul’da, 27 katlı, içinde kendisinden başka kimse olmayan bu plazada 12 saat geçirmek zorunda olan Emre, ilk başlarda yalnızlık ve can sıkıntısıyla nasıl başa çıkacağını bilemez. Giderek durumuna alışmaya başlayarak bilgisayarda “chat” lere katılmaya başlar. Böyle bir “chat” sırasında tanıştığı Rahime ile giderek duygusal bir bağ da kuran Emre, kızla İstanbul’da bir gün geçirdikten sonra ona sırılsıklam aşık olacak ve kızın alır almaz kayıplara karıştığı yüklüce bir parayı ona kaptıracak kadar da saftır.

Askerlik arkadaşı açıkgöz ve “fırlama” Ferhat’ın İstanbul’a gelip onu sık sık ziyaret etmeye başlamasıyla Emre kendini hiç beklemediği olayların içinde bulur. Fırat’ın ısrarıyla, direne direne de olsa, bir dans gurubunun, sosyal sorumluluk projesi üreten genç reklamcıların ve olası bir mafya liderinin plazanın müsait bir katını sırayla kullanmalarını kabul eder.

Tabii ki sonunda işler bozulacak, mafyacıların peşindeki polis plazayı basacak, ancak Emre sadece kovularak kurtulacak ve nihayet tayininin çıktığı Ağrı’ya doğru yola çıkacaktır.

Anıl Gelberi, aslında pek de büyük olayların, ya da çatışmaların olmadığı bir senaryo yazmış ve bu öküyü son derece düzgün bir anlatımla sinemaya aktarmış. Sadece 9 çalışma gününde çekmek zorunda olduğu filmin inandırıcılığında ve akıcılığında üç usta oyuncusunun büyük katkısı var.

Tiyatrodan yakinen tanıdığım, çok çeşitli rollerde her zaman çok beğendiğim Onur Berk Arslanoğlu, ilk sinema oyunculuğunda müthiş doğal ve inandırıcı. Tüm hatalarına karşın, saflığı ve iyi niyetiyle sempati yaratan Emre’yi başarıyla canlandırıyor. Dizi özürlü olduğum, son yıllarda İBBŞT’ye de pek uğramadığım için ilk kez izlediğim Deniz Altan’ın Rahime’sini de çok beğendim. Nerdeyse çocuk yaşta bir öğrenci iken tanımış olduğum, oyunculuğun yanında yazar ve yönetmen olarak da çok sağlam iler çıkaran Adnan Devran hem sahnede hem gerçek yaşamda kendisiyle uzak yakın hiçbir alakası olmayan Ferhat’a getirdiği inandırıcılıkla beni gerçekten şaşırttı.

Senaryoda takıldığım bir tek yer var. O da Emre’nin içki içtiği, devamlı müşterisi olduğu pespaye mekân. Gerek öğrencilik, gerek eğitmenlik yıllarımda taşradan İstanbul’a ilk kez gelmiş pek çok üniversite öğrencisi tanıdım. Artık Türkiye’nin her yerinde, estetiğe ve sanata büyük yönelme olduğu için, nereden gelirse gelsin öğrencilerimin kuşağında sanata yönelik bir eğilim ve açlık duygusuna şahit oldum. 60 yıl ötesinden anılarımdaki eski dönemde de, Anadolu’nun en uzağından gelen okul arkadaşlarımın da, ilk şaşkınlıklarını attıktan yine sanatsal estetiği arayışlarına çok tanık oldum. Onun için, zaten iç kapatıcı bir işte gününü geçiren üniversite mezunu Emre’nin bula bula işinden de beter bir mekânda rahat edebilmesi ilginç tabii ki.

Sonuçta, pek önemli bir film olmasa, ikinci yarısında biraz uzasa da, pek aksamayan bir öyküyü, eli yüzü düzgün bir sinemayla aktaran iyi oynanmış bir film.

Yönetmen / Senaryo : Anıl Gelberi

Görüntü Yönetmeni : Kağan Kerimoğlu

Kurgu : Fırat Terzioğlu

Oyuncular : Onur Berk Arslanoğlu, Deniz Altan, Adnan Devran

Türkiye / Dram / 82 Dk.

OrtaKoltuk Puanı:

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz