Faysal Soysal’ın ikinci uzun metrajı “Ceviz Ağacı” (2019), ödüllü bir kitap yazmış olan, Göynük’te bir lisede öğretmenlik yapan ve iki yıl önce evlendiği, aynı okulda eğitmen Yaprak’la evliliği çökerken yazma yeteneği de körelmeye başlayan Hayati’ye odaklanır.
Ömür boyu, pek de karşı koymaksızın hep başkalarının dediğini yapmış olan pasif ve pısırık Hayati, biraz da annesinin ve yakın arkadaşı Ahmet’in de teşvikiyle sanat ve edebiyat tutkusunu paylaşan meslektaşı Yaprak’la evlenir, ancak evlilikte beklediğini bulmayan karısı giderek ondan uzaklaşmaya başlar. Hayati’nin eşini cinsel yönden tatmin edememeye başlaması ilişkiyi daha da imkânsızlaştırır ve ikili, aynı evde yaşamayı sürdürerek, ayrılmakta olduklarını, başta Hayati’nin hasta annesi, bütün kasabadan gizleseler de boşanma işlemlerine başlar.
Yaprak’ın büyük olasılıkla okuldan Murat ile ilişkisi olduğu kasabanın diline düşse de ciddi bir tepki gösteremeyen Hayati giderek yalnızlaşır. Bu yalnızlık, babasının ölüm sebebini ve geçmişi kurcaladıkça daha da derinleşir.
Her şey ters giderken çocukluğundan beri beraber olduğu yakın arkadaşı Ahmet’in nişanlısı Serap Göynük’e taşınır. Gençliğinde âşık olduğu kızı anımsatan Serap, yazma konusunda Hayati’ye ilham verirken, onun takıntılı şekilde diriltmeye çalıştığı annesinin bahçesindeki kurumuş ceviz ağacı da tomurcuklanmaya başlar.
Annesinin ölümünden ve karısının Murat’la kaçışından sonra evi yanan Hayati, yangından sonra kasabayı terk eder. Döndüğünde, gölde yanmış bir kadın cesedi bulmuş olan polis onu karısını öldürmekle suçlandığında, Hayati, masum olmasına rağmen bu iddiayı kabul eder…
Geçmişle edebiyat üzerinden bir hesaplaşmanın anlatıldığı söylenmiş olan bu filmle ilgili epey yüksek beklentilerim vardı. Ancak, böyle bir bakış açısını epey etkileyici şekilde aktardığını kabul etsem de senaryodaki bazı ayrıntılar bende biraz tatminsizlik yarattı.
Faysal Soysal, klasik Yeşilçam tarzı, biraz demode bir anlatımla, tam olarak belirlenmese de, cep telefonu öncesi geçmişte yaşanan bir öykü aktarıyor. Özenli sinema dili, teknik başarısı ve etkileyici oyuncu yönetimine karşın, dönemseli, dönemsel formda anlatmasını yeğlemesi bende bir eskimişlik, bir yapaylık duygusu oluşturdu. Hemen hepsi deneyimli oyunculardan oluşan kadrosunun başarılı ve doğal oyunculuğu bile benim bu yapaylıktan çıkmama yetmedi.
Bence sorun ne anlatımda ne yönetimde, sadece senaryonun ayrıntılarına girildiğinde ortaya çıkan inandırıcılık sorununda. Evet tutarsızlıkların hemen hepsi ayrıntı olmasına ayrıntı ama, bilindiği gibi “şeytan ayrıntılarda gizlenir”. Zaten epey bildik bir hikâyeyi az biraz sıkılarak izleyen seyirci, mantığı zorlanmaya başlayınca, biraz zeka düzeyiyle dalga geçildiği izlenimine kapılıyor. En azından ben, iki saate yakın süren filmin sonlarına doğu böyle bir duyguya kapıldım.
Mantığın zorlanması, olayların geçtiği dönemle başlar. “Ceviz Ağacı” Hayati’nin geçmişle ve babasının ölümüyle 12 Eylül 1980 darbesi üzerinden hesaplaşması gibi durur ama, cep telefonlarının henüz kullanımda olmayışı, öykünün “bugününü” en geç 1990-1995 arası olarak işaret ediyor. Ahmet’le Hayati’nin tahminen 35 yaşlarında olduklarına bakılırsa, Hayati babasının ölümünde 10 yaşlarında olduğuna göre kurcaladığı geçmiş kesinlikle 1980’ler olamaz. Olsa olsa 1971 Muhtırası ve onu takip eden Balyoz Harekâtı yılları olabilir. O dönemde sıkıyönetim sadece Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Diyarbakır, Kocaeli, Sakarya, Eskişehir, Hatay, Zonguldak ve Siirt’te ilân edildiğine göre, Bolu’nun tarihi bir ilçesinde muhaliflerin tutuklandığına ve işkence gördüğüne dair bir bilgimiz yok. Tabii ki sinemanın kendine has bir gerçeği vardır ve tutarlılıkla aktarıldığı zaman, gerçek yaşama bağlı kalma zorunluluğu hiç yoktur. Ancak Göynüklü bir tutuklunun, o tarihlerde Göynük cezaevinde işkenceyle öldürülmüş olması yetmezmiş gibi, kalp krizinden öldüğüne dair raporu, bir hekimin değil bir gardiyanın imzalaması, tutarlılığı zedelemeye başlar. Mantık, boşanma duruşmasında da zorlanmayı sürdürür.
Hayati’nin evlendiğinde sorun yaşamazken, sonrasında gelişen cinsel yetersizliğinin, evliliğin yürümemesi yüzünden mi ortaya çıktığı, yoksa gerçekleştiği için mi evliliğin yürümediği belirsizdir ama, Yaprak’ın avukatı bunu ilk duruşmada boşanma sebebi olarak kullanmak amacıyla hâkime bir dosya verir. Hâkim, “doktora danışmadınız mı” diye sorduğuna göre dosyadaki bir hekim raporu değildir; Yaprak da “başlarda her şey iyi gidiyordu” dediğine göre, hâlâ bakire olduğu iddiası da yoktur. O zaman izleyici “bu dosyada ne var” diye kendi kendine sormaya başlar. Peşinden, aynı zamanda ressam olan Yaprak’ın son resmini göstermek için meslektaşlarını eve davet ettiği absürt ötesi sekans gelir. Ciddi ciddi Picasso ve Van Gogh benzetmeleri, yarı aydın kesimin kara mizah dolu eleştirisi gibi başlar ama, Hayati’nin tartışmalara ipe sapa gelmez itirazı öykünün yine dramatik formatta kalacağını belirliyor.
Yeni bir kalp krizi geçiren annenin ölümüyle mantıksızlık ipini koparır. Yaprak eşyasını bir kamyona doldurup Murat’la birlikte kasabayı terk eder. Karısını mektubunu ve tabloyu bulan Hayati, beş yaşında bir çocuğun bile yapamayacağı bir beceriksizlikle evinin yanmasına sebep olur. Kasabayı terk edip göl kıyısında romanını bitirmeye gittiğinde, gizemli bir katilin, koca Türkiye’de başka yer yokmuş gibi, Yaprak’ı geri getirerek, öldürüp cesedinin yakılışına uzaktan tanık oluyor. Ben izleyici olarak “yeter artık” desem de, Faysal Soysal öyküsüne Hayati saçma sapan gerekçelerle cinayeti üstlenerek huzura kavuşana dek devam eder.
Kanımca üzücü olan, kuşaklarının en yetenekli oyuncuları olarak gördüğüm Serdar Orçin ve Sezin Akbaşoğulları’nın, deneyimli oyuncular Şebnem Dilligil ve Rıza Akın’ın kusursuz yorumlarının, inandırıcı ve sevilesi bir Ahmet’i var eden Ali Mert Yavuzcan’ın, sahnede ve beyaz perdede oyunculuğu ve ışıltısıyla her göründüğü anı aydınlatan Kübra Kip’in çabalarının boşa gitmiş olması.
“Ceviz Ağacı” benim pek de sevemediğim bir film oldu. Bir siyasal kırılma dönemiyle edebiyat üzerinden hesaplaşmak tabii ki çok parlak bir fikir ama, bunun için hem o dönemi, hem edebiyatı bilmek, ama öncelikle mantığın sesini dinlemek gerekir. Olur a, belki de ben anlayamamışımdır. Tabii ki son karar siz izleyicilerin.
Yönetmen / Senaryo : Faysal Soysal
Görüntü Yönetmeni : Vedat Özdemir
Kurgu : Mostafa Kherghehpoosh
Müzik : Payam Azadi
Oyuncular : Serdar Orçin, Sezin Akbaşoğulları, Kübra Kip, Ali Mert Yavuzcan, Şebnem Dilligil, Rıza Akın
Türkiye / Dram / 118 Dk.