Rüzgarda Salınan Nilüfer

İlk filmi “Çoğunluk” ile 67. Venedik Film Festivali’nde “Geleceğin Aslanı” ve 47. Altın Portakal Film Festivali’nde “En İyi Yönetmen” ödüllerini kazanan ve günümüze değin birçok başarılı film ve diziye imzasını atan yönetmen Seren YÜCE’nin 2016 yapımı ve 40. Montreal Dünya Filmleri Festivali’nden “En İyi Senaryo” ödülüyle dönen “Rüzgarda Salınan Nilüfer”, yine adından oldukça söz ettiren filmlerinden birisi.

Film, orta-üst sınıf olarak konumlandırılabilecek ailelerin (Korhan-Handan ve Aykut-Şermin çiftleri) günlük yaşamları üzerinden kesitler sunarken, radikal olay örgüleri olmaksızın onların yaşamlarını mercek altına alıyor. Filmin belirli bir sınıfın mensubu olan ailelerin yaşamlarını konu alması her ne kadar filmi toplumsal ve politik bir açıdan değerlendirmek için elverişli hale getirse de, tercihimi Colette Dowling’in yazarlığını, Selçuk Budak’ın ise Türkçe’ye çevirmenliğini üstlendiği “Sindrella Kompleksi : Çağdaş Kadının Bağımsızlık Korkusu” isimli kitap eşliğinde “Handan” karakterini yorumlamaktan yana kullanacağım.

Sindrella Kompleksi

Bilindiği üzere, anne –babalar kız çocuklarını erkek çocuklarına kıyasla daha korumacı ve sakınmacı bir davranış örüntüsü ile yetiştirmekte fakat bu yetiştirme tarzı kız çocuklarının ilerleyen zaman dilimlerinde tek başınalıklarını sağlıklı bir şekilde deneyimlemelerine ve dışadönük bir kişilik geliştirmelerine engel teşkil etmektedir. Özgüvenli bir çocuk olması adına anne ve babası tarafından yeterli bir yatırımda bulunulmayan kız çocuğu ise hayatının yetişkinlik dönemlerinde yetiştirilme tarzına uygun olarak kendileri için belirlenen toplumsal rolün dışına çıkmakta zorlanmaktadır.

Eğitim-öğretim süresi zarfında, akademik başarı açısından değerlendirildiğinde, erkek çocuklara göre akademik başarısı yüksek olan kız çocuklarının, eğitim hayatını tamamlayıp, iş yaşamına geçtiklerinde başarılı olmaya yönelik arzularında ve motivasyonlarında büyük bir düşüş yaşandığı gözlenirken, kadınların eğitim ve öğretim hayatında gösterdikleri azmi niçin koruyamadıkları ve iş yaşamına taşıyamadıkları düşündürücü olmaktadır. Denklemsel olarak bakıldığında, kadınlar akademik mecraları varoluşları ile bütünleştirmeyi kolay bulurlarken, iş yaşamında hırslı ve disiplinli bir yapıya sahip olmaya henüz hazır hissetmeyebilmektedirler. Bununla beraber, kadınların seçtikleri iş alanları gözden geçirildiğinde, seçilen iş alanlarının kadınların toplumsal rollerine uygunluk açısından bir paralellik taşıdığı ve toplumsal rollerine uygun düşmediği algısına sahip olduğu iş sahalarını kadınların tercih etmekte güçlük yaşadıkları görülmektedir. Örneğin, kadınların eşi ile birlikte değil de tek başına ev işleriyle hemhal olması ya da çocuklarının bakımını üstlenmesi gerektiğine dair inancı onların öğretmenlik, hemşirelik, hasta bakıcılığı, diyetisyenlik vb. mesleklere yönelmelerine sebebiyet vermektedir.

Ayrıca, yapılan araştırmalar, kadınların mevcut işlerinde yenilikçiliği benimsemek, yeni bir iş kurmaya dair girişimci olmak, terfi etmek ve işlerinden ayrılarak başka bir işe girmek konularında çekimser davrandıklarına ve iş hayatlarındaki düzene yönelik korumacı bir içgüdü ile hareket ettiklerine işaret etmektedir. Kadınların hangi maksatla iş alanlarındaki koşullarını muhafaza etmeye çalıştıkları ve niçin üst düzey pozisyonlar için gönüllü olmadıkları üzerine kadınlarla yapılan görüşmeler neticesinde, üst düzey pozisyonlarda çalışmayı gerektirecek kişilik özelliklerinin (azim, hırs, yenilikçilik, otorite figürü olma vb.) erkekler tarafından kabul görmede hoş karşılanmayacağını düşünmelerinin yattığı anlaşılmaktadır. Görüşmeler yalnızca bununla da sınırlı kalmamış ve üst düzey pozisyonlarda çalışan kadınlarla yapılan görüşme içeriklerinde, iş hayatında yüksek performans sergileseler dahi yaşamsal memnuniyetleri hakkında kadınların kendilerini tatminkâr hissetmedikleri ve aslında başarılı olmanın kadınlara kendi başlarının çaresine bakmaları ve düzenlerine yalnız bir şekilde devam etmeleri gerektiğini hatırlattığı ortaya çıkmaktadır.

Sindrella kompleksine göre kadınlar, kendi ayakları üzerinde yaşamlarına idame ettirebilmek adına her türlü donanıma sahip olsalar dahi yetiştirilme kültüründen kaynaklı, bir erkek tarafından korunmaya, kurtarılmaya, bakımlarının üstlenilmesine ve güvende oldurulmaya arzu duyabilmektedirler. Söylemsel olarak her ne kadar kadınlar bunun aksi yönde ifadeler kullansalar da, derinlerde bir yerde hala erkeklerin tedarikçi kadınların ise bakım veren pozisyonlarını doldurmalarının lazım geldiği fikrini benimseyebiliyorlar. Bu fikrin sürekliliği, kadınlar ve erkekler arasında bağımlı ilişkinin sinyalini verebilmektedir. Çalışma hayatında aktifleşmesi durumunda ise, kadın bakım veren pozisyonunu terk etmek yerine her iki pozisyonu birden karşılamaya çalışmakta ve omuzlarındaki yükü arttırma yolunu seçmektedir.

Kitap başlığından da çıkarımsayacağımız üzere, çağdaş yaşamda kadınlar bir bağımsızlık korkusu yaşıyorlar ve kendi yaşamsal sorumluluklarını almakla ilgili isteksiz davranabiliyorlar. Günümüz dünyasında aile evinden ayrılan ve ekonomik bağımsızlığını elde eden kadınlar var olan özgürlüklerini değerlendirme ve kendilerini geliştirmeleri konusunda tereddüde düşüyorlar. Oldukça şaşırtıcı olan noktalardan biri de evli olmayan kadınların, yalnız oldukları yaşam süresince kullandıkları bilgi ve becerilerinin çoğunu evli iken kullanmayı reddetmeleri ve sahte bir güven duygusu yaratan ve beklentilerinin karşılanmadığı ilişkilerine devam etmeleri oluyor. Mutsuz hissedilen bu ilişkilerde, ilişkiyi devam ettirmemeye yönelik arzular ve bağımsız olmaktan duyulan korku arasında yaşanan içsel çatışma kadının mevcut enerji ve hareketlilik kapasitesini azaltmakta ve azalan enerji ve hareketlilik kapasitesi de değişim için bir adım atma ihtimalini köreltmektedir.

Çağdaş Bir Kadın Olarak “Handan” ve Bağımsızlık Korkusu

Handan, şirket sahibi eşi Korhan ve kız çocukları Aleyna ile İstanbul’un lüks semtlerinden birinde ikamet eden ve herhangi bir işte çalışmayan bir kadın karakter. Rutinini, evin işlerini eve gelen yardımcı kadın üzerinden takip etmek ve kızı Aleyna’nın eğitimine yardımcı olmak üzerinden kurgulayan Handan’ın film boyunca kendi hayatına yerleşme çabası mevcut. Yerleşemiyor çünkü anlam bulamıyor, yerleşemiyor çünkü ait/değerli hissetmiyor. Daha filmin başlarında, şöbiyet tatlısıyla ilgili sahnede karşılaşıyoruz Handan’ın Korhan ile kurduğu ilişkideki pasif agresif davranış örüntüsüne :

K : Şöbiyeti attın mı?

H :Evet tatlım, kaymağı sararmıştı. (İç ses:Attım a.k. şöbiyetini!)

Dikkatle incelendiğinde, kendini ifade etme kabiliyeti yerinde, bir restorantta tek başına siparişini verebilen ve bir alışveriş merkezinde dilediğince zaman geçirebilen bir kadın olan Handan, mevcut becerilerini bağımsızlığı doğrultusunda kullanmada sorun yaşıyor. Varoluşunu ilişkisi üzerinden tanımlaması sebebiyle, kendi adına bir karar vermede, verse dahi bu kararı uygulamada ve sürdürebilmede güçlük çekiyor. Bir kafe açmak istiyor önce fakat uygun bir dükkânın bulunmasıyla ilgili desteği eşi Korhan’dan bekliyor. Aile olarak görüştükleri arkadaşı Şermin’in yazarlığına özeniyor sonra. Şermin’in kitabını okuyor ve tabiri caizse “onun gibi” yazmaya çalışıyor. Yazdığı metinleri ona gösteriyor. Onun yazdığı çalışmaların bir fotoğrafını alıyor. Kitap işi sarmayınca bir kitap-kafe açma fikrine evriliyor planları ve bu planına dair Şermin’e ortaklık teklif ediyor. Handan’ın aksine Şermin bireyselliğinin farkında, kendini ve dünyayı anlamaya dair daha yoğun bir ilgide, yazarlık mesleği ile kendi ayakları üzerinde ve bağımsızlığı için net bir duruş ortaya koyabilen bir karakter olarak yansıtılıyor. Handan ise düşünceleri arasında savruluyor yani su durgun olsa da rüzgârda salınan bir nilüfer oluyor.

Bununla beraber, Handan ve Korhan arasındaki duygusal ve cinsel paylaşım yok denebilecek kadar az. O günün nasıl geçtiğine dair sözel iletişimlerindeki kısırlık birçok sahnede göze çarpıyor. Film boyunca derin ve yapıcı bir sohbete denk gelemiyoruz çift arasında. Konuşulanlar da, ya Handan’ın bir türlü hayata geçiremediği iş planlarına dair beklediği destekle ya da çiftin çocukları Aleyna’nın kursları ile ilgili. Genellikle farklı zaman dilimlerinde yatağa giriyorlar. Cinsellikle alakalı tutumlarını ise birbirlerine sırtları dönük şekilde yatağa her uzanışları ele veriyor. Tamamen temastan yoksun bir ilişki onlarınki. Eşi ile cinsel paylaşımda bulunmak yerine, internet üzerinden tanıştığı kişilere yönelmeyi yeğliyor Korhan. Hatta, askerlik arkadaşı Aykut’un eşi Şermin’le dahi yakınlaşmaya çalışıyor ve Şermin tarafından reddedildikten sonra Handan’ı ilişkiye girmeye zorlaması söz konusu oluyor.

Ayrıca, Handan’ın herhangi bir işte çalışmıyor oluşu, evin ekonomik yükünün tamamını Korhan’ın sırtlamasına neden oluyor. Korhan için aldığı hediyeleri dahi Korhan’ın maddi imkânları üzerinden elde etmesi filmin ironik taraflarından. Korhan’ın evin maddi ihtiyaçlarını karşılayan “tedarikçi” rolüne karşılık Handan, eşinin ve çocuğunun ev içerisindeki ihtiyaçlarını karşılayan “bakıcı” rolüne soyunuyor. Eve gelen yardımcı, yemekleri hazırlıyor olsa da, yemeklerin sofraya olan servisini Handan yapıyor. Bir defasında sofrayı hazırlamaya yeltenen Korhan, Handan tarafından ikaz ediliyor ve kendine ait olmayan bu rolden uzaklaştırılıyor. Diğer bir deyişle, herhangi bir rol dağılımının olmadığı ve herkesin her işi yapabildiği sağlıklı bir çiftin davranışlarına, bağımlı bir çiftte rastlamak mümkün olmuyor.

Filmin ilerleyen süreçlerinde, Handan Korhan’ın ilişki dışı ilişkileri hakkında bir farkındalığa sahip oluyor ve oluşan bu farkındalık karşısında nasıl bir pozisyon alması gerektiğini kestiremiyor. Bu noktadaki içsel çatışmasını sonlandırmak adına arkadaşı Şermin’e “Sen olsan ne yapardın” diyerek akıl danışıyor. Handan’ın akıl danışması göze alamadığı bağımsızlığından kaçarak, Korhan’ın ilişki dışı ilişkisini normalleştirmeye hizmet ediyor. Konuyla ilgili Şermin’den arzuladığı onaylanmayı kazanamayan Handan her erkeğin “aldatacağı” fikrini ortaya koyarak, ilişkisinin devamlılığı için bir savunma mekanizması geliştiriyor. Handan’ın kendi duyguları anlamaktan ve bağımsızlık korkusuna karşı koyarak yaşamsal sorumluluğunu almaktan bu denli uzak oluşu, bir erkek tarafından korunmaya, kurtarılmaya, bakımının üstlenilmesine ve güvende olmaya arzu duymasından kaynaklanıyor. Evliliğinin ona verdiği sahte bir güven duygusu ise beklentileri karşılanmadığı halde evliliğini sürdürmesine zemin hazırlıyor.

Filmin çözülme sahnesinde ise, Handan’ın hevesleri günden güne değişen kızı Aleyna ve özenti ile başlayarak gittikçe koyulaşan bir rekabet duygusu üzerinden arkadaşlık ilişkisini var ettiği Şermin’in oğlu Poyraz arasındaki çocuksu yakınlaşma, Handan’ın aklına Şermin tarafından uğratıldığı son zarar olarak kazınıyor. Kültürel kodlanmaların ışığında Handan kızı Aleyna’yı sert bir dille uyarırken, Poyraz’ın davranışı ise annesi Şermin tarafından yumuşak bir üslup ile geçiştiriliyor. İki çocuğun maruz kaldıkları farklı yetiştirilme tarzlarının bir kız çocuğu olan Aleyna’nın yetişkinlik dönemine olacak yansımasının rol model aldığı annesi Şermin’in bir uzantısı niteliğinde olup olmayacağı merakı ile film sonlanıyor.

Yönetmen / Senaryo : Seren Yüce

Görüntü Yönetmeni : Barış ÖZBİÇEN

Kurgu : Mary STEPHEN

Müzik : Gökçe AKÇELİK

Oyuncular : Songül ÖDEN, Tolga TEKİN, Tülay GÜNAL, Eraslan SAĞLAM, Sezin BOZACI, Serkan KESKİN, Duru Lal PEKEL, Taha Yusuf TAN, Esme MADRA, Ayşe TUNABOYLU

Türkiye / Dramatik Komedi / 107 Dk.

OrtaKoltuk Puanı:

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz