KUTSAL KİTAPLAR NE DİYOR?
Saul’un Oğlu filminin yönetmen koltuğuna Macaristan 1977 doğumlu ”Beyefendi İzne Çıkar (2010)” filmi ile tanıdığımız Laszlo Nemes oturmuş. Yabancı Dilde En İyi Film Oscar‘ına aday olan Saul’un Oğlu, Polonya’nın Auschwitz toplama kampında geçen gerçek bir hikayeden senaryolaştırılıp beyaz perdeye uyarlanmış. Yer yer Schindler’in Listesi filmini hatırlatan Saul’un Oğlu’nda, 2. Dünya Savaşının yaşandığı 1944 yılında Auschwitz kampında genç bir adamın küçük bir çocuğun cesedinin yakılmasını önleyip toprağa verdirmek için verdiği mücadele filmin ana teması. Schindler’in Listesi’nde bir adam hayat kurtarmak için mücadele veriyordu, bu filmde ise ölenlerin yakılmasını önlemeye çalışıyor.
Kutsal kitaplarda, kim, ne olursa olsun dinine uygun bir şekilde defnedilmelidir diyor. Ama Almanlar bu durumu tarihte hiç önemsememişler. Soykırıma maruz kalan bütün Yahudileri gaz odalarında öldürüp yakmışlar ve küllerini, tarlalara, denizlere atmışlar.
O BENİM OĞLUM..
Hitler, geçmişte bir söyleşisinde ”-Bir gün herkes, Yahudilerin kökünü kazıyamadığım için benden nefret edecek” demişti. Şimdiki Yahudilerin yaptıklarını görünce insanın aklına ister istemez Hitler’in o cümlesi geliyor ne yazık ki. Ancak, yine de benim görüşüm cenazeler, din, dil, ırk ayırt etmeden din kitaplarında yazıldığı gibi inanışlarına göre defnedilmeli. Yahudi soykırımı, sinema tarihinde sıklıkla işlenen, sinemacıların vaz geçemediği bir konu. Bunun nedeni de hangi taşı kaldırsan altından çıkan Yahudiler. Haliyle sinema sektörü de onların elinde olduğuna göre benim filmimi yapacak değiller tabiki 🙂
Neyse, konuyu dağıtmayalım. Filmde, Almanlar için çalışan Saul’un (Geza Röhrig), ”-o benim oğlum” diyerek ölen çocuğu sahiplenmesi ve o’nu toprağa vermek için mücadele vermesi insan olanın yüreğini yakıyor haliyle. Ama kampta esir olan Yahudiler onunla aynı görüşte değil ne yazık ki! Onlar, ne yapalım da bize zarar gelmesin ya da kamptan nasıl ”kaçarız”ın derdindeler.
ZULME TEPKİ…
Austchwitz kampındaki soykırımı öne çıkarmayı düşünmeyen yönetmen, arka planda yaşananları flulaştırarak hareketli kamerası ile sürekli filmin başrol oyuncusunu takip edip onun çocuğu toprağa vermek isteyişine ve bakış açısına odaklanmış. Ancak yönetmen, kamerasına ne kadar lens takarsa taksın görmek isteyen seyirci arka planda yaşanan zulmü hissedip görebiliyor. Belki de yönetmenin istediği tam da bu! Seyircinin ”zulme tepkisini” daraltılmış açıdan görmek. Filmin başrol oyuncusu Geza Röhrig ve yan roldeki oyuncular gayet iyi iş çıkarmışlar. Döneme uygun olarak bestelenen filmin müzikleri de hiç fena değil. Dar alanda kısa paslaşmalar yapan kamera, seyirciyi sıkıntıya soksa da ilgiyi fazla dağıtmıyor.
Sözün Özü: Saul’un Oğlu, gerçek yaşamdan uyarlanan hikayesi ve anlatım tarzı ile insanlığımızı ve insani değerleri sorgulatan çarpıcı bir film. Bu nedenle, yok olmaya yüz tutan insani değerleri hatırlamamız için bu filmi izlemek gerek diye düşünüyorum. Belki de bu film sayesinde içimizde kaybolan merhamet, bu film sayesinde yeşermeye yüz tutar.
İyi seyirler.