Festivalin Bilançosu
44. İstanbul Film Festivali geride kaldı
Geride kalan 44. İstanbul Film Festivali’nin bilançosunu çıkarmayı amaçlayan bu son yazımda kaliteli 4 filmden etraflı ve yazıma sığmayan 7 filmden kısaca bahsedeceğim. Bu son filmlerin eleştirilerini vizyona girdikleri tarihlere bırakıyorum.

“TRUFFAUT” BELGESELİ
Sinemayı bana sevdiren, hayatımın en önemli hobisini yapan Fransız Yeni Dalga Akımı’nın kurucularından François Truffaut hakkında yapılan önemli belgesel “Hayatımın Senaryosu / Le Scénario de Ma Vie”, 44. Festivalin en çok beğendiğim filmlerinden biriydi. David Teboul’un müthiş bir arşiv taramasının eseri olan film, henüz 52’sindeyken hayata veda eden dahi yönetmenin yarıda kalan son işini tamamlayan bir belgesel. Truffaut’nun “Hayatımın Senaryosu” adını verdiği otobiyografisini Davd Teboul, yönetmenin yazışmalarını ve yayınlanmamış yazılarını kaynak alarak, Serge Tubiana ile birlikte senaryolaştırarak, büyük sinema üstadının içtenlikle kendini anlattığı hayat hikayesini perdeye taşıyor. Fransız sinemasının gelmiş geçmiş en sevilen ve en önemli kişilerinden birinin hayatına ışık tutan belgeseli izlerken, hayranı olduğum Truffaut ile ilgili anılarım aklıma geldi.
İzlemiş olduğum Cannes Film Festivallerin 60’lı yılların sonlarında ve 70’lerde François Truffaut’yu birkaç kez görmüştüm. Mayıs 68 olaylarının Cannes’a sıçramasıyla “yarıda kalan festival”in ilk haftasında, basın için Mandelieu polo sahasında bir kır yemeği verilmişti. Sinema tarihinin en iyi filmi sayılan “Yurttaş Kane”in yaratıcısı Orson Welles ile François Truffaut”nun, bir çadırın gölgesinde yaptıkları samimi, renkli sohbetin tanığı olmuştum. Truffaut çok az sayıda filmle Cannes’a katıldı. Marcel Camus’nün “Siyah Orfe” ile Altn Palmiye kazandığı 1959 yılında, Truffaut ”400 Darbe / Les 400 Coups” ile En İyi Yönetmen Ödülü’nü almak için sahneye çıkmıştı. Kahramanı, yetimhaneden kaçan Antoine Doinel’in sahilde denize doğru koştuğu sahne, sinema tarihine en etkileyici finallerden biri olarak geçmişti. Jean-Pierre Léaud’nun, ayakları suya değdiğinde arkasını dönerek kameraya, acı ve çaresizlik içinde baktığı final sinefillerin zihnine kazımıştır.
Cannes festivallerine ev sahibi sıfatıyla birkaç kez katılan Truffaut, 1973’te ana yarışmada “La Nuit Américaine” ile yer almıştı. Kendisini filmin galasında, ertesi sabah basın konferansında, kalabalık oyuncu kadrosuyla birlikte görmüştüm. Teboul – Tubiana senarist ikilisi, hayatının tüm filmlerinde yaşadıklarından esinlendiğini söyleyen Truffaut’yu doğrulamadaki çabası için övgüyü hak ediyor. Şöyle ki, filmografisindeki tüm filmlerinde yaptıkları titiz bir araştırma ile, hangi sahnelerin sanatçının yaşadıklarını yansıttığını perdeye ustalıkla taşımışlar. Belgeselde François Truffaut, babasının Yahudi kökenlerini nasıl keşfettiğini kendi sesinden dinliyoruz. Yaptığı 21 uzun metrajlı filmin ardından, 1983’te beyin tümörü nedeniyle hastaneye yatan sanatçı ertesi yıl ölmüştü.
“RİEFENSTAHL” EFSANESİ
Leni Riefenstahl sinema tarihine iyi bir sinema sanatçısı ve Nazi propagandacısı olarak, 20. yüzyılın en tartışmalı kadınlarından biri olarak geçti. 1936 Berlin Olimpiyatları için kalabalık bir kameraman ordusu ve büyük bir bütçeyle hazırlanan Leni Riefenstahl, “Olympia” ile kariyerinin en iyi filmlerinden birine imza atmıştı. Ancak olimpiyatlarda, Afro Amerikalı atlet Jesse Owens 4 Altın Madalya kazanarak, Hitler’in ırkçı söylemlerine büyük bir darbe indirmişti. Riefenstahl 1935’te “İradenin Zaferi / Triumph Des Willens” tarihi epik belgeselde, 1934’te Nürnberg kentinde düzenlenen Nazi Partisi mitnginin meşhur propaganda filmiyle ünlenmişti. Hitler ve Goebbels’in gözüne giren yönetmene Nazi iktidarı emrine sayısız imkan sunmuştu. Reich’in önde gelen film yapımcısı iken bu 2 Nazi lideriyle olan yakın ilişkisini sürekli inkar eden Riefenstahl, ömrünün sonuna kadar hiç özür dilemeden, pişmanlık duymadan sanatsal mirasını sürdürdü.
Hitler’in Propaganda Bakanlığına ısmarladığı 2 film çekip, savaştan sonra dönemin bütün isimleri yargılanıp cezalandırılırken beraat eden, 101 yaşına kadar süren hayatının geri kalanını da yaptıklarını savunmakla geçiren Riefenstahl, yanında hep kendisine destek veren Neo-Nazileri buldu. Çıktığı her televizyon programı için 10 bin mark talep etti. Kendisine sorulacak sorulara ambargo şartları koydu; moderatörün kendisini sıkıştıran soruları karşısında stüdyoyu terketti. Hayatında tek bir kez resmi olarak evlilik yapan (kameran Peter Jacob ile) Leni Riefenstahl, yaşlandığında kendinden 40 yaş bir gençle ilişki kurdu. Ömrünün son yıllarını Afrika’da ilkel bir kabilede geçirdi. Belgesel, Riefenstahl’in özel filmleri, fotografları, senaryo kayıtları, mektupları, dönemin arşiv görüntüleri aracılığıyla irdeliyor ve bunları geniş bir tarihsel bağlama yerleştiriyor.

MEKSİKALI USTADAN “İLİŞKİ”
1979 Mexico City doğumlu yönetmen, senaryo yazarı, yapımcı Michel Franco Cannes Festivali’nin gözdeleri arasında. 2015’te “Cronic” ile Belirli Bir Bakış bölümünde En İyi Yönetmen, 2012’de “Despues de Lucia” ile En İyi Film, 2017’de “Las Hijas de April” ile Jüri Ödüllerini kazanmıştı. Meksikalı yönetmenin Venedik Film Festivalinden de “Nuevo Orden” (2020) ile kazanılmış bir Gümüş Aslan Ödülü var. Son Berlin Film Festivali’nin ana yarışmasında yer alan “İlişki / Dreams”de, 2 yıl önce “Memory” filminde rol verdiği Jessica Chastain ile tekrar bir araya geliyor. Bu son derece sert, ABD’nin (bilhassa Meksikalılara uyguladığı) göçmen politikasını eleştiren film, Franco’nun mükemmel sinematografisi, düşmeyen gerilim temposu ve iyi oyunculuklarıyla ilgiyle izleniyor.
“İlişki”, uluslararsı alanda tanınarak ABD’de yeni bir hayat sürmeyi hayal eden Meksikalı genç bir balet Fernando’yu izliyor. Mexico City’de sanatını icra ederken, sosyete camiasında, hayır işlerinde tanınmış bir babanın yönetici kızı Jennifer ile tanışır. Kimyaları uyuşan ve birbirlerine aşık olan ikilinin Los Angeles ile M. City arasında gidip gelen fırtınalı ilişkisinde, Fernando sevdiği kadının kendisine destek sözü vermesi üzerine, her şeyi ardında bırakıp, ölümü göze alarak yasadışı bir şekilde sınırı geçip Jennifer’in yanına ulaşır. Ne var ki gelişi zengin kadının üzerinde titrediği, özenle kurduğu dünyasını altüst eder. Filmde Fernando rolünü Meksikalı süperstar balet İsaac Hernandez üstlenip, baledeki başarısını oyunculuğuyla sürdürüyor. Film kapitalist sistemin, gözde hayırsever bir ailesinin ne kadar acımasız olabileceğinin altı çiziliyor. Film, müthiş final bölümü için de izlenmeyi hak ediyor.

“VİTTORİA” YÜREKLERE HİTAP EDİYOR
Alessandro Cassigoli – Casey Kauffman ikilisinin senaryosunu yazıp yönettiği “Vittoria” 2024 Venedik Film Festivali’nde 2 ödül alan, yüreklere hitap eden konusuyla izleyiciyi duygulandıran bir film. Film, 3 erkek oğlu olan bir kuaför kadının, marangoz kocasının tasvip etmemesine rağmen bir kız çocuğu evlat edinme mücadelesini anlatıyor. Nanni Moretti’nin yapımcıları arasında yer alan film, aile dinamiklerinin karmaşıklığıyla, delilik diye göz ardı edilen arzuları mercek altına yatırıyor. Film hayatta her şeye sahip olsa da tutkuyla arzusuna doğru gitmey tercih eden 40 yaşındaki Jasmine’i takip ediyor. Rüyasında bir kız çocuğunun ona doğru koştuğunu gören Jasmine, bir kız evlat hayaliyle sonunda her şeyi gözden çıkarmaya hazır, denizaşırı bir ülkeden evlat edinmeye karar veriyor.
Al Jazeera English’te saha muhabiri olarak çalışan ABD’li yönetmen Kauffman ve İtalyan sinemacı Cassigoli filmin çıkış noktasını anlatıyor : “Çevresindeki herkesin mantıksız bulduğu derin bir arzuyla yanıp tutuşan bir kadın var. Akıldan ziyade kalp ve içgüdülerle hareket etmek yanlış mıdır ?”. Bu “azmin zaferi” öyküsünde, maddi imkanları kısıtlı olsa da, evlat edinmenin maaliyeti çok yüksek olsa da, Belarus’taki bir yetimhaneden evlat edinilecek çocuğunun engelli olması olasılığı yüksek olda da, hayallerinin peşinde sebatla giden bir kadını izliyoruz. Filmin etkileyici finalinde, buzlu Belarus coğrafyasındaki bir yetimhanede, hayatında sevgiyi tadmamış engelli bir kız çocuğunun yaşadıkları izleyicinin gözyaşı pınarlarını harekete geçiyor. Kapanış jenerik yazıları akarken, günümüzdeki halleriyle ekrana gelen olayın kahramanlarıyla, “Vittoria”nın gerçek olaylardan esinlenen ve amatör oyuncuların kendilerini canlandırdığını bir film olduğunu anlıyoruz.

KISA KISA…
“Plastik Tabancalar / Les Pistolets en Plastique” Jean-Chistophe Meurisse’in komediyle trajedi arasında gidip gelen gerçeküstü bir gerilim filmi. Fransa’dan Arjantin’e uzanan, komik skeçler barındıran bu delidolu, bol kanlı çılgın film festivalin en keyifli seyirliği idi. Gabriel Mascaro’nun Berlin’de Jüri Büyük Ödülü ve Ekümenik Ödülünü kazanan “Mavi İz / O Ultimo Azul”, Amazon’un insanı kucaklayan derinliklerinde geçen konusuyla etkileyici bir yol filmi. Filmin baş karakteri kendisine dayatılan bir kaderi kabullenmeyi reddeden 77 yaşında bir köylü kadın. “Anadan Doğma” başyapıtından tanıdığımız Peter Cattaneo “Penguen Dersleri / The Penguin Lessons”da, 1976’da Arjantin’e atanan bir İngiliz öğretmenin yaşadıklarını etkileyici mesajlar eşliğinde izledik. Latin Amerika ülkelerinin kara kaderi askeri darbeleri eleştiren film insancıl mesajlarıyla öne çıktı. Belçikalı yönetmen Fabrice De Welz’in “Maldoror”u şüpheli bir cinsel suç hükümlüsünün avını anlatan bir polisiye. Film 1990’larda Belçika’yı sarsan bir seri katil ile adli skandaldan esinleniyor.
Darren Thorton’un “4 Anne / 4 Mothers”i yaşlı annelerini evde bakma zorunda kalan 4 hayırlı evladın izinden giden bir film. Bunlardan roman yazarı Edward’ın yaşadıklarını insancıl bir atmosdfer içinde anlatan film insanın içini ısıtan duygusallığıyla öne çıkıyor. Lucille Hadzihalilovic’in “Buzlar Kraliçesi / La Tour De Glasse”ın Berlin’de ödül kazanması, bu yıl bu festivalin sönük geçtiğinin kanıtı. Marion Cotillard’ın varlığına rağmen bu karanlık, film içinde film öyküsüne sonuna kadar katlanmak benim için eziyet oldu. Fabio Grassadonia – Antonio Piazza ikilisinin beklentilere cevap vermeyen filmi son yıllarda izlediğim en kötü mafia filmiydi. Hapisten çıkan, mafya ile bağlantısı olan karanlık bir kişiyi canlandıran, İtalya’nın en kaliteli karaktör oyuncusu Toni Servillo’nun filmde harcandığına üzüldüm. Filmde İtalyan Gizli Servisi kendisini firari bir mafya liderinin yakalanması için işbirliğine zorluyor.



