Sicario : Day of the Soldado
BAŞARISIZ OLMAYAN ANCAK YİNE DE İLKİNİ ARATAN BİR İKİNCİ HALKA…
Üç yıl önce izlediğimiz Denis Villleneuve imzalı Sicario büyük ihtimalle bizim gibi birçok sinemaseverin de aklında hatırı sayılır bir iz bırakmıştır. Hollywood sinemasında kendine önemli bir yer edinmeye başlayan Villeneuve’ün bize sunduğu bu sağlam politik gerilim filmi, heyecanlı temposuyla, zekice örülmüş senaryosuyla, harika görüntü çalışmasıyla ve başarılı oyunculuklarıyla bizce türünün en dikkat çekici örneklerinden biri olarak öne çıkıyor ve hedefine tam anlamıyla ulaşıyordu. Nispeten kısa bir zaman önce çekilmiş bu sağlam, karanlık ve sert filmin devamını görmeye gittiğimizde, jenerikte özellikle deneyimli yönetmen Stefano Sollima’yı ve ilk filmin çekirdek oyuncu kadrosundan isimleri görünce devam filmleri hakkındaki endişemiz biraz yatıştı.
Ancak bu yatışma belli ölçülerde geçerliydi çünkü ana karakterlerin üzerindeki esrar perdesi kalkmış, film zaten Amerika’nın politik arka bahçesine etkileyici bir bakış atmıştı ve dolayısıyla bu yeni halkanın bize sunacağı şeyler giderek kısıtlı hale geliyordu. Sicario 2, bu dezavantajlara sahip ve bunların acısını sinematografik olarak çekiyor ancak yine de bu kadar büyük bir yükün (yani çok başarılı bir filme layık olan bir devam filmi) altından, olabilecek en az zayiatla, çok da tökezlemeden kalkan ve ilk filmin yarattığı beklentileri belli ölçüde karşılayan bir yapım olarak görünüyor. Ancak filmin, ilk Sicario’nun birçok açıdan gerisinde olduğu da bir gerçek…
Meksika-Amerika sınırındaki uyuşturucu kartelleri, kaçak yollarla insanları Amerika sınırından geçirmeye başlamışlardır. Aralarına karışan teröristlerden bazılarının birçok kanlı bombalama eyleminden sonra Amerikan hükümeti duruma el koymaya karar verir ve operasyonun başına federal ajan Matt’i (Josh Brolin) koyar. Böyle krizleri hep yasal yollardan çözmeyen Matt, eski ortağı Alejandro’yu (Benicio del Toro) yanına çağırır ve bir ekiple bu sorunu çözmeye uğraşır. Alejandro Meksikalı uyuşturucu kartelleri arasındaki savaşı alevlendirmek için onlardan birinin genç yaşlardaki kızını kaçırır. Başta yolunda giden bu gizli operasyon açığa çıkmaya başlar ve Alejandro görevlerinden biri olan bu kızı öldürmek veya başının çaresine bakmak arasında seçim yapmak zorunda kalır…
BİZ BU ADAMLARI TANIYORUZ!
Sicario 2 karanlık bir ortamda, çok zor koşullarda sınırı geçmeye çalışan kişilerle, arkasından bunlardan terörist olanların (muhtemelen İŞİD militanları) yaptığı çok kanlı, intihar bombalı saldırı sahneleriyle başlıyor. Bu şiddetli, sert ve gerilimli sekanslar filme etkileyici bir giriş kazandırıyor. Ardından Amerikan hükümetinin önlem alması ve artık içini dışını bildiğimiz Alejandro ve Matt’ın bu gergin ortama bir el bombası atar gibi uyuşturucu kartellerini birbirine saldırtması da etkileyici sahneler barındırıyor. Yangına körükle giderek sağlam bir temizlik yapmak isteyen Matt ve ekibi, kartel ailelerine yakın kişileri sokak ortasında infaz etmeleriyle, ailelerden birisinin kızını kaçırmalarıyla zaten kirli olan ellerini hiçbir zaman temizlememek niyetinde olduklarını bize açıkça gösteriyorlar.
Bu sekanslar görsel açıdan etkileyici ve filmin havasını güçlendiren sekanslar ancak unutmamak gerekir ki ilk filmin en güçlü yanlarından biri de ana karakterleri tam tanıyamamamızın, belli bir çerçeveye oturtamamamızın altında yatıyordu. Ayağından hiç çıkarmadığı sandaletleri ve salaş kıyafetleriyle bir serseri gibi ortalarda dolaşan Matt’in ne kadar önemli ve acımasız bir ajan olduğunu öğrenince yaşadığımız şaşkınlık tabii ki bu filmde aynı etkiyi yaratmıyor. Aynı şekilde filmin sonuna kadar üzerindeki esrar perdesini kaldıramadığımız Alajandro’nun ne büyük travmalar yaşadığını (bütün ailesi bir uyuşturucu patronu tarafından öldürülmüştü!) ve nereye kadar ileri gidebildiğini gördüğümüzde oluşan şok etkisi bu filmde yine mevcut değil.
Sicario 2’de bu iki karakterde sanki biraz durulmuş, sakinleşmiş gibi duruyorlar. Kuşkusuz yine sert yollara başvuruyor, insanları tereddüt etmeden öldürüyor ve zaman zaman tamamen yasa dışı davranıyorlar ancak bütün bu eylemler, bizi ilk filmde yaptıkları gibi ayaküstü işkenceler, ailecek katliamlar, yargısız infazlar kadar etkilemiyor, etkileyemiyor. Çok daha ciddi kıyafetlere geçmiş olan Matt, en pis işlere bulaşan bir ajan’dan daha çok üst düzey bir polis şefi, devletin kullandığı daha doğrusu adeta bir kuduz köpek gibi düşmana saldığı Alejandro, hesaplı bir suikastçı gibi duruyor. Film ilerledikçe ikisi de sert ve acımasız yanlarını gösteriyorlar ama ikisinde de bizce hiç gerekli olmayan vicdan kırıntıları, ahlak emareleri beliriyor…
KADIN KARAKTER EKSİKLİĞİ…
Bir de tabii ilk filmde bu iki önemli karakterin yanında rolünde harikalar yaratan bir Emily Blunt vardı. Sicario’da, doğru yolda ilerleyen, idealist bir ajan olan Kate Macy’i canlandıran Blunt, seyircinin kendisini en fazla özdeşleştirebildiği, bu ateş ve kan ortamına en insancıl şekilde bakan karakterdi. Seyirci onunla beraber olayları keşfediyor, onunla beraber tehlikeler atlatıyor, nefes alıyor ve de en önemlisi onunla beraber olayları yargılıyordu. Sicario 2’de Matt ve Alejandro’yu artık tamamen tanıdığımız için onları olduğu gibi kabul ediyoruz, asla yargılamıyoruz. Başvurdukları kirli yollarda haklı bir gerekçe arıyoruz, hiçbir zaman dışarıdan bir gözle bakmıyoruz. Bizce bu bakış açısı farklılığı bir filmin sadece karakterlerini değil bütününü etkileyen bir negatif değişiklik…
FİLM BİRAZ KAN KAYBEDİYOR…
Sicario 2’de Matt ve Alejandro’nun operasyon hikayesiyle paralel akan ve tabii ki bir yerde kesişen, Kartel ortamında giderek yükselen bir gencin öyküsü de mevcut. Bu ikinci öykü senaryoya bir dinamizm katıyor ve asıl hikayeyle ilginç eklem noktaları barındırıyor ancak bahsettiğimiz kesişme noktasına kadar Alejandro’nun kaçırdığı kızla yolculuk yaptığı ve arkadaşlık bağı kurduğu sekanslar boyunca filmin temposu düşüyor, hikaye biraz sarkmaya başlıyor. Görevini tamamlayıp kızı öldürmekle, onun canını bağışlayıp başka bir çözüm yolu bulmak arasında kalan Alejandro’nun bu ikilemi, bizce ne onun karakterine uyuyor ne de senaryoya daha derin bir hava katıyor. Bu üç karakterin yollarının kesiştiği noktada tekrar alevlenen film, buraya kadar, bahsettiğimiz bölümlerde biraz kan kaybediyor.
GENÇ OYUNCU İSABELLA MONER IŞILDIYOR!
Oyunculuk açısından beklentiler yine karşılık buluyor… Josh Brolin ve Benicio del Toro bir kez daha canlandırdıkları karakterleri başarılı bir şekilde ete kemiğe büründürüyorlar. Filmdeki önemli kadın karakter boşluğunu kartel’in kaçırılan kızını oynayan İsabelle Moner dolduruyor. Genç oyuncu gerek fiziğiyle, gerek oyunuyla çok başarılı bir performans sergiliyor. İki çok büyük oyuncunun yanında çok kolay bir şekilde aksesuar bir role düşebilecekken, neredeyse bu oyuncularla boy ölçüşebilecek kadar iyi oyun çıkarıyor. Kendisinden oyunculuk kariyerinin devamını merakla bekliyoruz…
Bir de görüntü yönetmenliği açısından bir not düşmemizde yarar var: Bu filmde de ilk Sicario’da olduğu gibi başarılı bir görüntü çalışması var ama ilk halkada, dümende yaşayan en büyük görüntü yönetmenlerinden biri olan Roger Deakins ( Coen’lerin vazgeçilmez görüntü yönetmeni !) vardı. Doğal olarak mükemmel çekilmiş sahnelerle çıtayı çok yükseğe koyuyordu. Sicario 2’nin bu düzeye ulaştığını söylememiz zor… Dediğimiz gibi burada da görüntü yönetmeni iyi bir iş çıkarıyor ancak o derece değil.
Sicario: Day of Soldado, ilk Sicario’nun allak bullak eden, sürekli diken üstünde tutan sinemasal gücünü barındırmakta biraz zorlanan bir film… Tekrara düşmemek için değişik yollara sapan ve bazen biraz yönünü şaşıran ancak özüne asla ihanet etmeyen bir yapım. İlk filmi başka bir yere koyarsak, sağlam bir politik gerilim izlemek isteyen sinemaseverler için doğru bir tercih…
Yönetmen: Stefano Sollima
Oyuncular: Benicio del Toro, Josh Brolin, İsabela Moner, Catherine Keener, Jeffrey Donovan, Matthew Modine, SheaWhigham, Manuel Garcia-Rulfo