Tekrar / Reprise

TEKRAR EDEN DÖNGÜLER

Son dönemde adından sıklıkla söz ettiren Norveçli yönetmen Joachim Trıer’in Oslo Üçlemesi’nin ilk filmi “Reprise”, çocukluktan bu yana arkadaş olan ve yazarlık hayalleri kuran Phillip ve Erik’in geleceğe niyet göndermek suretiyle bir posta kutusuna yazdıkları kitap taslaklarını attıklarını gördüğümüz açılış sahnesiyle karşılıyor bizi. Phillip ve Erik’in birbirlerine karşı besledikleri karmaşık duygularla süregelen arkadaşlıkları Phillip’in kitabının basılması ile bir kırılmaya uğruyor ve bu noktadan itibaren filmin yarısına değin Erik’in aslında tüm adımlarını kendi yolunu bulmaktan ziyade Phillip’i takip etmek üzere attığını görüyoruz. Birbirlerini besledikleri, zaman zaman rekabetçi bir tutuma büründükleri ve bazen de nasıl davranmaları gerektiğini kestiremedikleri bir arkadaşlık Phillip ve Erik’inki.

İlk dakikalarda, Phillip’in Kari ile romantik ilişkisine değin hiçbir bilgi sunmaması ve ilişkinin ayrıntılarına dair detayların Phillip’in 6 ay kadar psikolojik destek görmek için kaldığı hastaneden taburcu oluşu sonrası verilmesi filmin ilginç yönlerinden. Hâlihazırda deneyimlediği içsel boşluğuna Kari ile ilişkisinden duyduğu şüphelerin eklemlenmesiyle sürüklendiği hezeyanlara bağlı olarak ihtiyaç duyduğu tedaviyi hastanede tamamlayan ve tedavi gördüğü süre zarfında Kari ile iletişim kurması doktorlarca salık verilmeyen Phillip’in kopuk, herhangi bir bütünselliği bulunmayan, kendini ifade etmekte güçlük çeken ve “ötekilerle” uyum yakalayamayan bir tavra sahip olduğu yönünde izlenimine kapılınıyor filmde. Phillip’in hastalığının keşfi öncesi paltosunda boya lekelerinin olmadığını iddia ederek yadsıdığı duygu durumu, 6 ay sonra eve dönüşünde elindeki kesik izleriyle, süveterinde Kari’ye ait saç teli ve aklına düşen anılar ile yeniden beliriyor ve Phillip’i kabullenme sürecine zorluyor.

Haz İlkesinin Ötesinde: Yineleme Zorlantısı

Freud’a göre bireylerin ruhsal hayatları üzerine hâkimiyet kurmakta olan temel ilke “haz ilkesidir” ve haz ilkesi birey üzerindeki uyarılmaların/gerilimlerin miktarında bir azalmayı amaçlamaktadır. Bireylerin ruhsal durumu üzerinde uyarılmayı arttıran her şey hoşnutsuzluk verici olarak kabul edilmekteyken, haz ilkesi bundan kaçınmak gerektiğini bizlere ifade etmektedir. Freud bu görüşünü uzun süre muhafaza etmesine rağmen, Dünya savaşından sonra, savaş mağdurlarının rüyalarında savaşa dair görüntüleri tekrar ettiğini gözlemlemesi üzerine gözden geçirmek zorunda kaldı ve aslında hoşnutsuzluk verici uyarılmanın bireylerce neden yinelendiğini anlamaya çalıştı. Bu noktadan hareketle, haz ilkesinin de ötesinde hatta haz ilkesinden daha kökensel bir konuma sahip dürtüsel bir eğilim meydana çıktı ve bu dürtüsel eğilimin yalnızca savaş mağdurlarınınkine benzer olarak travmatik koşullarda değil nevrotik olmayan herhangi bir bireyin gündelik yaşamında da belirebileceği düşünüldü. Örneğin, yaşamsal süre zarfında birçok bireyin farkındalık çerçevesinde olmasa dahi, sanki onları takip eden kötü bir kader ya da yönlendiren şeytani bir gücün var olduğuna dair hisse sahip oldukları görülmekte iken, Freud kaderlerin bireylerin kendisi tarafından yaratıldığını ve kaderlerin bireylerin bilinçli olmayan bir biçimde yineleme zorlantıları tarafından oluştuğunu belirtmiştir. Bu aşamada, yineleme zorlantısı bilinçdışı akıştan beslenmekte ve kontrol edilebilir nitelikten bağımsız olmaktadır. Yineleme zorlantısını deneyimlemekte olan birey, zorlantının neticesinde eski bir travmatik deneyimini devamlı olarak tekrarlayarak kendisini zor süreçlerin içerisine koymakta fakat sergilediği yapısal örüntünün farkına varamayarak her şeyin kendisi dışında belirlendiğine dair bir görüyü taşımaktadır.

Daha önce de değinildiği üzere, haz ilkesinden dahi baskın olan yineleme zorlantısı hoşnutsuzluğun azaltılmasına katkı sağlamıyorsa neye katkı sağlamaktadır? Diğer bir deyişle, aslında bireyin sürekli olarak tekrar ettiği tam olarak nasıl tanımlanmakta ve neyi amaçlamaktadır? Bakıldığında, bireyin tekrarlamaları, içi boşaltılmış olarak ele alındığında bir noktaya ulaşmak için uğraş olarak anlaşılabilmektedir. Hayatın her adımında, karmaşık yollar kendisinden bir önceki adıma varmaktadır ve birey bir önceki adımına varabilmek için dürtüsel yönlü bir enerji ile hareket etmektedir. Bir anlamda, Freud, gerilemeli ilerleyen yineleme zorlantısı kavramını travmatik süreçler kapsamında oluşturduysa da, yaşamsal hareketlerin çoğunluğu bireyin yinelenen hareketlerine dayanmaktadır. Yineleme zorlantısının nihai hedefi biyolojik olarak temellendirilmiş bir öz-yıkımdır. Bireyin, karmaşık yollarla geriye dönmeye çabaladığı yer, (ölüm dürtüsü ile de ilişkilendirilmiş olarak) organik olma durumundan önceki inorganik olma durumudur. İnorganik olandan yaşamın uyanmasını en büyük başlangıç travması olarak kabul edecek olursak, bu başlangıç durumuna bilinçdışı bir kilitlenmeden söz edilebilmektedir.

Biteni Başlatmak : Phillip ve Kari

Şimdi, Phillip ve Kari arasındaki ilişkiyi Freud’un “yineleme zorlantısı” olarak kavramsallaştırdığı mecradan anlamaya çalışalım. Kari ile sancılı ve saplantılı bir ilişki içerisinde deneyimlediği yoğun duygulara bağlı olarak meşakatli bir tedavi sürecinden geçen Phillip’in eve döndükten sonra gerçekleştirmeyi arzuladığı tek şeyin Kari ile yeniden görüşmek olduğunu fark ediyoruz ve Kari’nin görüşme teklifiyle ikili birbirlerini yeniden yanyana buluyor. Uzun zaman sonra Kari ile bir araya gelen Phillip’in Kari’ye “O zamanlar bana aşık mıydın?” soruları mukabilinde ilişkilerinin başlarında şeffaf bir şekilde konuşamadıkları duyguları işaret ederek geçmişteki sorularına yanıtlar aradığı ve beklediği yanıtlar üzerinden yeni bir inşa alanı oluşturduğu görülüyor. Açık bir dille ifade edilmeyenler üzerine kurulu ilişkilerinde, ilişkinin başlangıcına dönme ve yaşananları unutma isteğine dair vurguların filmde sıklıkla yer alması dikkat çekiyor. Tam da bu sebeple, tanışmalarının hemen ertesinde Paris’e gerçekleştirdikleri seyahatlerini, bir yıl sonra aynı tarihte yeniden gerçekleştirmek üzere Paris’e gitmeleri ve yapılan herşeyi birebir aynı şekilde tekrar yapmaları çiftimizin hüzünlü bir döngü içerisine girdiğini gösteriyor. Bu seyahat esnasında Phillip’in “İyi zaman geçirmiş miydim? Sence mutlu muydum?” gibi soruları, seyirci olarak bizlere Phillip’in kimliğini ve kendilik algısını kaybettiğini, bir kaybolmuşluk rüzgârına kapıldığını ve gerçeklik zeminine yerleşemediğini düşündürtüyor. Bu noktada, deneyimlerinin aidiyetini benimsemeyen Phillip’in kendi hayatının izleyicisi konumuna geçerek filmin izleyicisi olan bizlere eşlik ettiği duygusuna kapılıyoruz.

Peki, Phillip kendisini ve Kari’yi tekrar eden bu döngü içerisine yerleştirerek neyi amaçlıyor? İlk bakışta, ilişkilerine bir şans vermeye hizmet ettiği düşünülen bu seyahatin Phillip’in kendini bulma yolculuğuna evrildiği, hayatındaki olguların anlaşılabilirliğini arttırdığı ve kim olduğunu hatırlatıcı bir işleve büründüğü anlaşılıyor. Beraberinde, tekrar eden bu döngü ile birlikte, hem travmatik sürecin olumsuz izlerinden kurtularak temiz / masum özne durumuna geçiriliyor hem de tekrarın yeni fırsatlara gebe olması avantajından yararlanılıyor.

Bu yöntemle, Kari’ye göre ilişkisine daha fazla değer verdiği yönünde bir fikri bulunduğunu düşündüğümüz Phillip’in bir sene önce bir sonraki adımda neyin gerçekleştiğine dair sorularla Kari’yi yer yer sınava tabii tutarak öfkesini dışavurduğunu söylemek mümkün. Kari açısından bakıldığında ise, Phillip’in neredeyse deneysel bir çalışma kapsamında aynıdanlığı yaratma çabaları ve talepleri bir süre sonra duygusal bir şiddet gösterisine dönüşüyor ve hangi motivasyon ile yola çıktığını anlamakta güçlük çektiğimiz Kari’nin hayal kırıklığı kaçınılmaz oluyor. 10’dan geriye saydığında ve 0’a ulaştığında Kari Phillip’e aşık olmuyor. Yani, aynıdanlık aynıdanlık doğurmuyor ve çiftimiz gerisingeri Oslo’ya dönüş yapıyor. Ta ki Kari’nin nerde çalıştığını bilmesine rağmen ona ulaşmanın zor olduğu yanılsamasına kapılan Phillip’in Kari’yi iş yeri ziyaretinde bulunmasına değin çifte dair herhangi bir sahneye rastlamıyoruz. Karşılaşmalarının tesadüfi olmadığını belirtmesiyle ilişkisine kadersel bir anlam yükleyen Phillip’in, Kari’nin iş yerine gerçekleştirdiği ziyarette geçirdiği epizod esnasında “Seni burda buldum ya, aramızda bir bağ var” diyerek yaşamsal olaylarda iradi olmayan yaklaşımın altını çizdiği kendini belli ediyor.

Kendi Yolunu Çizmek : Erik

Phillip’in hastaneye yatırılışı sonrasında gizil bir kayıp yaşayan ve Phillip’in taburculuğu sonrasında yaşadığı bu kaybın acısını Phillip’i tekrar yazmaya teşvik ederek aşmaya çalışan Erik’in bu duygusunun hayatının geneline yayıldığı kız arkadaşı Lillian ile kurduğu örtük ilişkisinden de anlaşılmakta. Kız arkadaşı Lillian ile üç yıl gibi kayda değer bir zamandır ilişkisini sürdüren Erik’in sosyal yaşamını paylaştığı arkadaşlarıyla henüz kız arkadaşını tanıştırmaması, romantik ilişkilerin bireyi kıskaca aldığına dair bir görüye sahip olması, arkadaşlarının ilişkiler hakkındaki söylemlerine fazlaca önem atfederek kendisini bir etki alanına çekmesi ve kitabının basılmasını takiben kız arkadaşından ayrılıp ayrılmama konusunda tereddüte düşmesi bu savı güçlendiriyor.

Phillip’e karşı korumacı bir içgüdü ile hareket eden Erik, Phillip’in hastalığının yeniden tetiklenmesinden endişelenerek psikiyatrisinin Kari ile görüşmesini nasıl karşıladığını ve ilaçlarını almaya devam edip etmediğini sorgularken ve Phillip’in yazma alışkanlığına dönmesiyle ilgili bir beklenti içerisine girerken yer yer zorlayıcı bir tavır sergileyebiliyor. Phillip’in kademeli olarak gerilemeli bu çabasını “yineleme zorlantısı” bakışından yorumlamak olası. O da tıpkı Phillip gibi, bir zamanlar arkadaşıyla paylaştığı yazarlık yolculuğunu Phillip’i zorlayarak yeniden yaratmak için güç harcıyor. Varoluşsal anlamını yitiren Phillip’in aksine Erik mücadeleci tavrını sürdürüyor ve bir zamanlar iki arkadaş olarak kurdukları yazarlık hayallerinin peşinden tek başına koşmaya devam ediyor. Film süresince, Erik’in Phillip’e dair içinde bulunduğu bütünsellikten ayrışmasını ve kendi sesini bulmaya çalışmasını izliyoruz. Tıpkı Phillip ve Erik gibi genç yaşta yazar olarak ülke sınırları içerisinde adını duyuran fakat sonrasında kayıplara karışan Sten Egil Dahl tam da bu noktada devreye giriyor ve Phillip ile Erik’in bütünselliğinin ortak paydası olarak karşımıza çıkarak Erik’in kendi sesini duyma sürecinin bir parçası oluyor.

Son Kertede : Bağlam

Filmin geneline bakıldığında alternatif hikâyeler yaratıldığını ve bu alternatiflerden birinin bağlamsal olarak tercih edildiğini görüyoruz. İzleyiciye verilen bu alternatif sapmalar bir bakıma, bir ihtimalin diğerinden daha önemli olmadığına değiniyor. Bununla beraber, kahramanlar üzerine yapılan “En son burada görüldü” benzeri söylemler, kahramanların imgeleştirilmesine ve izleyiciler olarak bizler tarafından somut bir şekilde algılanmalarına sebep oluyor.

Filmin sonlarına doğru, filmin Phillip’in hikâyesi olmaktan çıkıp Erik’in hikâyesine dönüşmesine ve Erik’in kendine dair bir yaşam çizgisi oluşturmasına şahit oluyoruz. Phillip ile Kari’nin ilişkilerinde, Kari’nin sosyoloji okumaktan vazgeçip psikoloji okumaya ve Phillip’in hastalık sürecinde neredeyse “bakım veren” denilebilecek bir pozisyona geçmeye karar vermesiyle bir devamlılık söz konusu oluyor. Phillip ise hala geriye doğru saymaya devam ediyor: “On, dokuz, sekiz, yedi…”..

Yönetmen : Joachim Trier

Senaryo : Joachim Trier, Eskil Vogt

Görüntü Yönetmeni : Jakop Ihre

Kurgu : Olivier Bugge Coutté

Müzik : Ola Fløttum

Oyuncular : Anders Danielsen Lie, Espen Klouman Høiner, Viktoria Winge, Henrik Mestad, Christian Rubeck, Sigmund Sæverud, Odd-Magnus Williamson, Pål Stokka, Henrik Elvestad

Norveç / Dram / 103 Dk.

OrtaKoltuk Puanı:

1 YORUM

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz