The Platform 2 / El hoyo 2

Modernitenin Yok Oluşu ve İlkel Benliğe Geri Dönüş

Platform 2 nin şiddet dozu ilk filme oranla daha yükseklerde olmasına rağmen, ilk filmin getirdiği bilgi şoku ikinci filmde izleyici için sıradanlaşıyor. İlk filmin getirdiği popülarite ikincisini izletmeye yetecektir, ancak ilk filmde izlediğimizin üstüne çok bir şey koyamadığı için, devamını sabırsızlıkla bekleyenler için hüsran duygusu oluşabilir.

Filmi, vahşi bir distopya olmasının yanında iyi bir de sistem eleştirisi olarak değerlendirebiliriz.

OrtaKoltuk Puanı:

 

Düzen Her Şeydir

The Platform 2, hikayesiyle, görselliğiyle sansasyon yaratan The Platform’un ikinci filmi gibi görünse de aslında öncesini anlatıyor. İspanyol yapımı filmin başrolünde Milena Smit’i izliyoruz. Filmin kadrosunda yer alan diğer isimlerse şöyle sıralanıyor : Natalia Tena, Hovik Keuchkerian, Óscar Jaenada, Antonia San Juan, Bastien Ughetto.

İlk filmi izleyenler The Platform’un neyi anlattığını, mekan olarak nerede geçtiğini bilirler. Bilindik hapishanelerden farklı şekilde dizayn edilmiş, iki kişilik hücre tipinde varlık gösteren ve orta kısmında sonsuz gibi duran bir boşluğun olduğu, ölümcül bir hapishaneden bahsediyoruz. Boşluğun amacıysa kısa sürede anlaşılıyor. Tabii ilk filmi izleyenler için herhangi bir sürpriz barındırmıyor. Boşluktan her gün aşağı inen üstü yemek dolu bir platform yer alıyor. Her hücrede eşit süreliğine, hücrede kalan iki kişinin yemek yemesi için duruyor. En üst katında yer alanlar yemekten kolaylıkla faydalanıyorken, aşağı katlarda kalanlara yemek ulaşmıyor. İnsanlar açlıktan ölüyor ya da deliriyorlar. Hücrelerde her ay değişiklik yapılıyor. Bir gaz aracılığıyla insanları uyutup yerlerini değiştiriyorlar. İlk ay 5 numaralı hücrede yer alırken ikinci ay 150 numaralı hücrede uyanabiliyorsun. Sonraki ay 75 numarada kalırken, ertesi ay 300 numara senin yaşam alanın olabiliyor. Aylık değişimlerde kimin nereye düşeceği belli olmadığı için hapishanenin kuralı olmasa da orada kalan mahkûmların kendi içlerinde aldıkları kararlar var. Hapishaneye girmeden önce herkese tek bir yiyecek söyleme hakkı veriliyor. İstedikleri her neyse, her gün aşağı inen yemek platformunda o yemek de diğerleriyle birlikte yer alıyor. ‘’Herkes kendi yemeğini yesin, kimse aç kalmasın’’ mantığı da mahkumlar arasında bu düşünceyle başlıyor. Mesih adını verdikleri bir adamın varlığından bahsediliyor. Onun getirdiği yasalara uyulması ve düzenin bozulmamasını kendine görev edinenler sayesinde yemek olabildiğince aşağı katlara ulaşıyor; fakat üst katlarda olanlardan mutlaka kurallara uymayanlar çıkabiliyor. Onların cezasıysa aç kalmanın çok ötesinde, Orta Çağ zihniyetiyle acımasızca cezalandırılıyorlar.

İlk film izleyici için soğuk duş etkisi yaratmıştı. Distopik bir hapishanenin hücrelerinde insanlık dışı görüntüler izlemiştik. Açlık, psikolojik şiddet, yamyamlık, işkence gibi akla hayale sığmayacak görüntüler izletmişti ilk film. Hatta o kadar mide bulandırıcı sahneler vardı ki, sahneleri izlemek epey zorluyordu. İkinci filmin şiddet dozu ilk filme oranla daha yükseklerde olmasına rağmen, ilk filmin getirdiği bilgi şoku ikinci filmde izleyici için sıradanlaşıyor. İlk filmin getirdiği popülarite ikinci filmi izletmeye yetecektir, ancak ilk filmde izlediğimizin üstüne çok bir şey koyamadığı için, ikinci filmi sabırsızlıkla bekleyenler için hüsran duygusu oluşabilir.

İkinci film, ilk filmin yolundan gidiyor. Aynı kodlarla yazılmış, benzer hikayelerden oluşuyor. İlk filmin yaşattığı şoklanma hissini yaşatmasa da akıcılık konusunda ilk filmden hiçbir şey kaybetmiyor. Tanıdık karakterler görmek ilkinden beslenen bir film için iyi bir fikir gibi duruyor. Yine de ana karakterin korkuları, yaşadıklarına verdiği tepkiler fazlasıyla profesyonel görünüyor. O hapishanede kalıp, bu kadar soğuk kanlı bir profil çizmek neredeyse imkansız sayılabilir.

Her Şey Yemek Yiyebilmek İçin

Yemek taşımak dışında pek çok anlam yüklenen platformu aslında filmin başrolü olarak düşünebiliriz. Platformun taşıdığı yemek onu platformun bile üstüne taşıyor; çünkü her şey yemek yiyebilmek için. Şartlar değiştiğinde, geriye önemli olan tek bir şey kalır: Temel ihtiyaçlar.

İnsan, hayatını idame ettirirken zorlanmadan ulaştığı temel ihtiyaçları üstünde çok fazla düşünmez. Onlara anlam yüklemez. Temel ihtiyaçlarını rahat bir şekilde karşılayabilen biri için önem taşıyan eylemler değişir; ancak kişiler eğitimli de olsa, zenginlikten başı dönen birileri de olsa, yani her kim olursa olsun yaşamın temelinde olan beslenme ihtiyacı sekteye uğradığında içinden en ilkel benliği ortaya çıkabilir. Bir parça ekmek için cinayet işleyip, vejetaryen olduğu halde insan etiyle tanışabilir. Platform filminin temelinde aslında ilkel insan fikri yatıyor. İlkel benliğe geri dönüldüğünde modern hayat alegorileri de kendisini sıfırlıyor. Bu hapishanede her şey baştan yaratılıyor. İnsan, ilk haline, her şeyin başladığı Adem ve Havva formunda tekrar vücut buluyor. Hayatı boyunca öğrendiği, eğitimini aldığı sosyal toplum kurallarını hiçe sayıyor ve yeni bir düzen tutturuyor, bunu da ilk insanın düzenine dönerek yapıyor.

Aşağıdakiler – Yukarıdakiler

Modern toplum tamamıyla geride bırakılıp ilkel benliğe dönüldüğünde, tüm çağlarda ve türler arasında olan hiyerarşi bulunduğu sistem üzerinden yeniden inşa ediliyor. Aşağıdakiler ve yukarıdakiler… En tepede olan, işleyişe de karar veren oluyor. Her ne kadar öyle değilmiş gibi davranılsa da, aslında yukarıdakilerin kuralları bozmaması sayesinde aşağıdakiler hayatta kalabiliyor. Şayet bir kişi bile düzeni bozmaya karar verirse her şey yerle bir oluyor, insanlar ölüyor ya da korkunç şekilde cezalandırılıyorlar.

Peki tüm bunlar yaşanırken bu cezaevinin yöneticileri, çalışanları neredeler? Neden her gün aynı saatte kusursuz ve eksiksiz şekilde hazırladıkları yemek dolu platformu aşağı göndermek ve aylık hücre değişimi yapmak dışında ortada görünmüyorlar?

Buna cevap olarak verilebilecek tek şey, belki de cezanın o hücrelerde kalmak değil de tüm bu yaşananların kendisi olduğu söylenebilir. The Platform vahşi bir distopya olmasının yanında iyi bir de sistem eleştirisi olarak değerlendirilebilir.

Film 4 Ekim 2024 itibariyle Netflix’te yayımlandı. İlk filmi izlemeyenler varsa, ilk önce onu izlemelerini tavsiye ederim.

Yönetmen : Galder Gaztelu-Urrutia

Senaryo : Galder Gaztelu-Urrutia, David Desola, Pedro Rivero

Görüntü Yönetmeni : Jon Sangroniz

Müzik : Aitor Etxebarria

Oyuncular : Milena Smit, Natalia Neta, Hovik Keuchkerian, Óscar Jaenada, Bastien Ughetto, Ken Appledorn

İspanya / Korku-Gerilim-Bilimkurgu / 99 Dk.

2 YORUMLAR

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz