Her yerde ölümsüz muhafızlar…
Çizgi roman ya da fantastik dünya uyarlamalarının alıcısı çok, bunların sebepleri tartışılabilir. Ancak sanırım kötü bir dünyadan uzaklaşmak, başka bilinmeyen evrenlere uzanmak herkese iyi geliyor. Üstelik sınırı da yok bunun ve kimse de senaryonun gerçekliğini sorgulamadığından karşılıklı, yani izleyen ve sunan arasında olumlu/kolaycı yönleri de bulunmakta. Ancak yine de türün tüm örneklerinin iyi olduğu anlamına gelmiyor bu söylenenler. 2020 yılı “Netflix” yapımı yeni bir uyarlama ile karşı karşıyayız: “The Old Guard / Yaşlı Koruma.
Yönetmen koltuğunda “Gina Prince-Bythewood”un olduğu “The Old Guard / Yaşlı Koruma” filmi, özellikle oyunculuğu ve özgün senaryosu ile ilgiye değer bir yapım. Oyuncular dedik, “Mad Max: Fury Road” filmi ile bu türün de oyuncusu olduğunu ispatlayan, 2003 tarihli “Monster”deki olağanüstü oyunculuğu ile En İyi Kadın Oyuncu dalında akademi ödüllerine de uzanan 1975 doğumlu Güney Afrikalı oyuncu Charlize Theron’un bu filmde de başarılı bir performans gösterdiğini söylemeliyiz. Canlandırdığı yaşı bilinmeyen, ömrü uzun fantastik karakter yer yer karşımıza “Andromache” ya da ortaçağ kahramanı olarak çıkabiliyor. Bir başka not ise Charlize Theron‘ın bu filmin ortak yapımcılarından birisi olması. Theron, trajik çocukluğunun etkisiyle olsa gerek-bilindiği üzere çocukluk döneminde sanatçının annesi, babasını öldürmüştü. Bakışları, halleri ile geçmişten gelen sorunların birikmesiyle günümüzün oldukça sorunlu tiplemelerini canlandırmada oldukça başarılı bir oyuncu.
Amerika, İngiltere, Belçika, Hollanda, İtalya, Vietnam, Çin, Romanya, Güney Afrika gibi ülkelerden oluşturulan diğer oyuncu kadrosundan bahsetmeden önce bahsettiğim gibi özgün bir senaryosu var yapımın. “Greg Rucka”nın 2017 tarihli aynı isimli çizgi romanından uyarlama film, mitolojide de çokça yer alan ölümsüzlük duygusunu merkezine alıyor. Greg Rucka, ülkemiz okuyucularına uzak bir isim değil. Örneğin, Yapı Kredi Yayınları tarafından basılan “Wonder Women”, “Wolverine-Yerlinin Dönüşü” gibi eserleriyle, türe meraklı okuyucuların sürekli takibinde bir yazar Rucka.
“The Old Guard / Yaşlı Koruma” eserinde ölümsüzlük duygusu bireysel bir kahraman ya da anti-kahraman merceğinden sunulmuyor önümüze. Bir ordudan, ancak mini bir ordudan teşekkül ediyor bu ölümsüzler ordusu. Tek tek karakterlere bakıldığında, ölümsüzlere dair çok ayrıntılı bilgi alamıyoruz. Neden seçildiklerine ve ölümsüzlüklerinin temel kaynağına dair filmde ipucu sunulmuyor. Tek bildiğimiz “Haçlı Seferi”, ”1915 Çanakkale Savaşı”, “Haiti ve “Küba Devrimi”ne kadar birçok toplumsal olayda insanlığın hayrına bir rol biçilmiş olmaları kendilerine.
Kimi gazete küpürlerinden de gördüğümüz gibi 1975 tarihli “Operation Babylıf”tan, Güney Sudan’daki çocuk tacirlerine kadar, tüm toplumsal olaylarda bir şekilde başka başka kimlik görüntüsü ile insanlığa hizmet sunuyorlar. Aslında bu özelliklerinin tam da farkında değiller. Zira geçmişlerinin bu faziletli hallerine ancak son anda vakıf oluyorlar. Film’de işte bu ordu mensubu Andy (Charlize Theron), daha sonra Afganistan Savaşı sonrasında aralarına karışan Nıle (Kiki Layne), Booker (Matthias Schoenaerts), Joe (Marwan Kenzari), Nıcky (Luca Marinelli)’in ölümsüzlük kavramı üzerinde kimi düşünceleri de sunuluyor yer yer. Özellikle Andy ve Nıle arasındaki Paris yakınlarındaki Goussaınvılle’deki diyaloglarda, ölümsüzlüğün çok da cazip bir fikir olmadığı düşüncesine kapılıyor izleyenler. Zira; anneniz, babanız yıllar geçtikçe sizin hiç yaşlanmadığınızı görecekler, onlar önünüzde bir bir yaşlanacaklar ve geride sizden başkası da kalmayacaktır.
Başka bazı diyaloglarda ise her birinin birbirine karşı sevgi dolu oldukları görülüyor. Kelepçelenmiş vaziyette İngiltere Surrey’deki merkezlerine kötü ilaç firması karakterlerince laboratuvara götürüldüğünde Joe, Nicky için, “o benim sevgilim değil, o her şeyim ve fazlası” derken, sadece insanlığa değil, birbirlerine de tutkuyla bağlı olduklarını görüyoruz. Ve yine bilmeseler de, katliam teşebbüslerini önlemeleri filmin sonu itibari ile onların en büyük kazancı olarak görülüyor.
Fantastik, kimi yönleriyle de mitolojiden esinlenme konusunu inandırıcılığa kanıtlamaya ihtiyaç duymaksızın aktarımı aslında filmin en büyük handikapı. Ancak diyaloglar yoluyla ölümsüzlük, fedakarlık gibi kavramlara kapı aralanıyor. Ve yıllar yıllar önce İskitli Andromache’ın ruhu olan Andy’in ve Quynh’in (Van Veronica Ngo) ortaçağ Avrupası’nda cadı olarak suçlanmaları ve Ouynh’in lanetlenip kapalı bir kaba konularak suların altına atılması aslında en büyük korkuları. Tek bildikleri ölümsüz oldukları. Kapalı bir alanda yıllarca ölmeyeceklerini bile bile kapalı bir platforma konulmaları, orada yıllarca kurtarılmayı beklemeleri, yani arkadaşlarının akibetine uğramaları onları dehşete düşürmeye yetmekte.
Andy’de bu korku, bir şey yapamamanın üzüntüsüne de dönüşüyor. Ancak filmin sonlarında kendilerine dair bir gerçeğe daha ulaşıyorlar. Aslında zamanı geldiğinde ölümlü de olabiliyorlar. İlaç firmasının ölümsüzler ordusuna ulaşma gayreti, onlardaki sırra ulaşma isteği ve yaptıkları kötülükler, bir bakıma kahramanlarımızın üstesinden, dayanışma ile geldikleri bir sorun olarak kalıyor. Filmin finali büyük ihtimalle serinin devam filmlerinin çekileceği ihtimalini akla getiriyor.
Ülke Tarihlerine Küçük Dokunuşlar….
Filmin bize dair de bazı sürprizleri var. Ölümsüz kahramanların yıllar sonra buluşmalarında Andy’ın tattığı baklavanın Türkiye’nin Güneydoğusu’ndan olduğunu söylemesi gibi. Bunun dışında da Türkiye ile ilgili bir kaç gönderme daha var. Joe karakterinin ise Türkiye ile bir bağlantısı var gibi geldi bana. Charlize Theron dışındaki oyuncuların da çok başarılı olduğunu belirttim başlangıçta. Martin Eden’deki rolüyle Venedik Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nün sahibi olan “Matthias Schoenaerts” Booker rolünde çok başarılı.
Yakın zamanda gösterime girip çok beğenilen “If Beale Street Could Talk’s” filmindeki performansı ile adından çokça bahsettiren “Kiki Layne”, özellikle aksiyon sahnelerinde ve karakterin zamanla değişimi itibariyle kendisinden bahsettireceğe benziyor. Ancak filmin, en büyük handikapının tür sinemasının özelliğinden kaynaklı inandırıcılık sorunu olduğunu ve beklentinin tersine aksiyon sahnelerinin çok da bir iki sahne hariç çarpıcı olmaması gösterilebilir.
Yine de çizgi roman uyarlamaları içinde özellikle senaryo ve diyalogları itibariyle ayrı bir yeri olduğunu söyleyebiliriz. Üstelik tüm bunları Fas’dan, Sudan’a, Afganistan’dan, Paris ve Londra’ya kadar geniş bir coğrafi skalada gerçekleştirmesi, bunun da etkisi ile ilgiyi belirli bir kıvamda tutturmayı becermesini de dahil edebiliriz. En azından benim gibi çizgi roman uyarlamaları ya da fantastik konulu filmlerin meraklısı olmayan bir kişiyi dahi iki saat boyunca kendisini izlettirebiliyorsa…Özellikle tür meraklıları kaçırmamalı.
Yazar : Kamuran Kaya / ortakoltuk.com
Yönetmen : Gina Prince Bythewood
Senaryo : Greg Rucka, Leandro Fernandez
Görüntü Yönetmeni : Barry Ackroyd, Tami Reiker
Müzik : Volker Bertelmann, Dustin O’Halloran
Oyuncular : Charlize Theron, Chiwetel Ejiofor, Matthias Schoenaerts, Harry Melling, Marvan Kenzari, Natacha Karam, Kiki Layne, Van Veronica Ngo, Luca Marinelli, Anamaria Marinca, Alfredo Tavares
ABD / Aksiyon-Fantastik / 122 Dk.
Ortakoltuk.com