Yunan
Doğanın Şiiri, Geçmişin Masalı, Şimdinin Öyküsü
Varoluşçuluk, hiçlik, sürgünlük üçgeninde nefesi daralan suriyeli bir yazarın çıkış yolu ararken kendini bir adada bulmasıyla başlayan sürecin onu yavaş yavaş değiştireceğini izleyeceğiz. Oyunculukların son derece iyi olduğu, müziğin duygulara denk düştüğü ve sinematografisi şahane bir film ile kendi yolculuğumuza da çıkacağız. Ben, filmdeki yazarın duygularını taşıyarak gözlerim dolu dolu izledim “Yunan”ı…
NEFESSİZ KALMAK
Toplum olarak nefessiz kalmanın ne demek olduğunu çok iyi biliyoruz. Yaşıyoruz ama nefes alamıyoruz. Bu yüzden filmin ilk sahnesindeki orta yaşlı adamın fizyolojik bir sebep yokken neden nefes almakta güçlük çektiğini herhalde en iyi biz anlarız…Çaresizlikten nefessiz kalan ve boğulacak gibi kriz geçiren bu adam, Almanya’ya göç etmiş Suriyeli yazar Munir Nureddin’dir. (Georges Khabba). Doktoru Munir’e akciğerlerinde bir sorun olmadığını, bunun psikolojik bir sebepten kaynaklanabileceğini bu yüzden bir süre büyük şehirden uzaklaşıp sakin bir yerde dinlenmesi gerektiğini salık verir. Munir, doktorun önerisiyle, sadece bulutların hareket ettiği Hamburg’dan ayrılacak Almanya’nın kuzey kıyısındaki ücra bir yerde olan Hallig adalarına doğru yola çıkacaktır. Yola çıkmadan suriye’de bulunan kız kardeşi ve annesi ile kamerayla görüşür. Annesi hafızasını yitirmiş alzheimer olmuştur ama çocukken ona anlattığı masalı unutmamıştır. Ona masalı tekrar anlattırır. Bu,“Lanetli Çobanın hikayesi”dir ve şöyledir….
“Çobanın ne dili, ne burnu, ne kulağı vardı, konuşamıyordu. Hiçbir şeyi yoktu. Sadece büyük bir koyun sürüsü ve çok güzel bir karısı vardı, onun gülümsemesi çatlamış nar gibiydi ama kederliydi, kederi içini kemiriyordu, neden üzgün olduğunu kimse bilmiyordu, tek bilen koyunları ve çobandı. Çoban bir gün hiç terk etmediği yere geri döndü, ve orada hiçbir şeyin değişmediğini gördü, bıraktığı masa aynıydı ve üzerindeki yarısı dolu yarısı boş kupa hiç dolmamıştı.”
Bu masalı olduğu gibi yazmam gerekiyordu; çünkü hikayenin temeli bu anlatı. Yazar Munir kendi topraklarından ayrılmak zorunda kaldıktan sonra çektiği yalnızlık, bir gün toprağına dönme özlemi ve en önemlisi yazar tıkanıklığına girmiş olması onu boğmaktadır. Yazma tıkanıklığını aşsa bir nebze olsun nefes alacaktır. (Yazma tıkanıklığının ne sancılı olduğunu biz yazanlar çok iyi bilir) Öte yandan da şunu düşünmektedir. Dünya kurulduğundan beri her şey özü itibariyle aynı sürmektedir. “Ben bu kadar özlem içerisindeyken ülkeme geri döndüğümde ne göreceğim; eski tas eski hamam, bardağın yarısı yine boş olmayacak mı? Öyleyse varlığımın ve yaşamamın ne anlamı var?” Bardağın burada sembol olarak verildiğini ve hiçbir zaman tümüyle dolmadığını unutmamak gerekir. Yazar intihar etme düşüncesiyle Hallig adalarından seyrek nüfuslu olan Langeness’e adasına ayak basar…
VAR OLMA ACISININ EDEBİ VE FELSEFİ ANLATIMI
Onu, moteli işleten Valeska (Hanna Schygulla) Alman disiplini ve soğukluğu ile karşılar. Daha sonra yazarın sessiz, acılı tavrından etkilenen Valeska’nın tutumu yavaş yavaş yumuşar ve şefkatli davranır. Bir de Valeska’nın Karl (Tom Wlaschiha) adında oğlu vardır. Karl Munir’e hep bir kötülük yapacakmış gibi seyircinin üzerinde etki bırakıyor…
Bu gözlerden uzak ıssız kasaba Langeness’de neler olup bittiğini izleyiciye bırakıp doğanın dili ile yazarın dilinin nasıl kesiştiğine bakalım. Yorgun, yaşam bıkkınlığı içinde olan Munir misafirhanede kaldığı ilk gün hayatına kıymak ister ancak bunu da başaramaz ve bir gece kalacağı kasabada misafirliğini uzatır… O, amaçsızca ve derin kederi ile dolaşırken doğa şarkısını söylemektedir. Rüzgarın uğultusu, denizin hışırtısı, martıların çığlıkları, arada yükselen hayvan sesleri tam bir pastoral senfonidir. Doğa dilini en açık ve en sade şekilde belli ederken yazar kendi dilini aramaya devam etmektedir. Kurgulayacağı romanı ana dilinin masalının etrafında şekillendirmeyi planlamaktadır ama bir türlü masalı genişletemez, dili tutulmuştur sanki, aynı sahnenin çevresinde dönüp durmaktadır. Çobanın karısı kurgusunun ana karakteridir. Onun sessiz, kederli ve şefkatli halinden bir medet ummaktadır…
Elbette ki doğa sadece şarkı söyleyip, şiir okumaz. Zaman zaman da lanetini kusar; fakat başta Karl olmak üzere orada yaşayan insanlar da hesaplarını ince ince yaparak bu laneti savuşturmayı iyi bilirler, çünkü doğanın dilinden en iyi anlayanlar başlarının çaresine bakmak zorunda kalan o insanlardır…
Hiçbir şey yapmadan sadece amaçsızca dolaştığı ıslak çayırlarda doğanın şefkati, Stoacı Valeska’nın şefkati, roman kahramanı çobanın karısı (Sibel Kekilli) şefkati onu yavaş yavaş hayata bağlamaya başlar.
Bütün oyunculuklar çok iyiydi ama Valeska’yı canlandıran Hanna Schygulla’ya bayıldım. Sibel Kekilli de hiç konuşmadan döktürmüş…
Filmin sonuna doğru Karl ile Munir’in arasındaki güvensizlik çemberinin kırılması da hem Munir’i hem seyirciyi rahatlattı.
İnsan ancak kendi diliyle kanatlarını açar, filmin ilerleyen sahnelerinde Valeski’nin özellikle CD çalara koyduğu Arap müziğini duyan Munir biraz dinledikten sonra dayanamayıp kollarını açarak dans etmeye başlaması çok etkileyiciydi. Beni çok duygulandırdı, bir başka duygulandıran sahne de yazarın Hamburg’taki evinin penceresinin önünden raylardan hasret çığlığı atarak geçip giden trenler oldu. Benim camın önünden geçen trenlerin bende yarattığı duyguları hissettim. Özetle yazarın duygularıyla özdeş duygular taşıdığım için filmi gözlerim dolu dolu izledim…
Görüntü yönetmenini kutlamak gerek, film sinematografik açıdan son derece başarılıydı. Gelelim yönetmene ve senariste; Kahramanları dört ana karakter; Yazar, Valeski, Karl ve roman kahramanı olan çobanın karısı üzerine kuran ve aralarındaki ilişkiyi içselleştirerek genç yaşında onları bu kadar iyi anlayan biri alkışlanır. Ameer Fakher Eldin‘i kutluyor ve takibime alıyorum.
Kısaca, 2025 Berlin film Festivalinde görücüye çıkan “Yunan” varoluşçuluk, hiçlik, sürgünlük üçgeninde nefesi daralan suriyeli bir yazarın çıkış yolu ararken kendini bir adada bulmasıyla başlayan sürecin tablosunu yapıyor bize. Varolma acılarının edebi ve felsefi anlatımının güzel örneklerinden birini göreceğiz…
Yönetmen / Senaryo : Ameer Fakher Eldi
Görüntü Yönetmeni : Ronald Plante
Müzik : Suad Bushnaq
Oyuncular : Hanna Schygulla, Bassem Yakhour, Georges Khabbas, Sibel Kekilli, Ali Suliman, Felix Metschan
Almanya-Kanada-İtalya-Filistin-Katar-Ürdün-Suudi Arabistan / Dram / 124 Dk.