Zavallılar / Poor Things

“Poor Things”, sadece bu yıl değil, belki yıllardır izlediğim en iyi film. O kadar ki, mükemmel bulduğum filmlere verdiğim 5 yıldızı bile yetersiz bularak, Anglosakson eğitim sistemindeki (A+) notu gibi kendimi bir artı eklemek zorunda buldum. Bu yalın, yapmacıksız, çılgınca komik, hınzır ve şaşırtıcı yapıt aynı zamanda, sorunsuz ama dozunda edepsizliği ve azgınlığıyla yılın en şehvetli filmi.

Her kadrajı, her görüntüsü, her sözcüğü, her nüktesi, her performansı öylesine nefes kesici ki, hepsini çözümlemeye kalkışmak filmin benzersiz tutkusunun yanında zayıf ve acınası bir çaba olarak kalacak. Siz en iyisi tadını çıkara çıkara, defalarca izlemeye bakın! “Poor Things”, sadece bu yıl değil, belki yıllardır izlediğim en iyi film. O kadar ki, mükemmel bulduğum filmlere verdiğim 5 yıldızı bile yetersiz bularak, Anglosakson eğitim sistemindeki (A+) notu gibi kendimi bir artı eklemek zorunda buldum.

OrtaKoltuk Puanı:

 

Köpek Dişi”, “The Lobster”, “Kutsal Geyiğin Ölümü”, “Sarayın Gözdesi” gibi filmleriyle dünya sinemasının en sıra dışı yaratıcı “auteur”leri arasına girmiş olan Yorgos Lanthimos’un 5 yılın ardından yönettiği “Poor Things / Zavallılar”, dünya prömiyerinin gerçekleştiği 80. Venedik Film Festivali’ndeki gösterimin ardından 8 dakika ayakta alkışlanmış, Venedik’ten Altın Aslan Ödülü’yle ayrılmıştır.

Dünya sinemalarında 2024’ün başlarında, Türkiye’de 9 Şubatta, Oscar adaylıkları sebebiyle ABD’de 8 Aralık’ta vizyona girecek olan bu filmi erkenden izleyebildiğim için, bir sinema tutkunu olarak İKSV’ye kocaman bir teşekkür borçluyum.

Adının çağrıştıracağı sevecenlik ve/veya acıma duygusunun aldatıcı olduğu modern ve özgün bir Frankenstein hikâyesi olarak gelişen, korku, dehşet ve güldürünün ustalıkla iç içe geçtiği müthiş keyifli bir kara komedi olan “Poor Things / Zavallılar”, geçmiş üzerinden geleceği sorgulayan tuhaf bir anakronik destan.

İzlenmesinin keyfini kaçırmamak için. Mümkün olduğunca “spoiler” vermeden özetlersem, “Poor Things“, ünlü, başarılı ve epey sorunlu “çılgın bilim insanı” Dr. Godwin Baxter’ın (Willem Dafoe), öldükten sonra hayata döndürüldüğü Bella Baxter’ın (Emma Stone) fantastik dönüşümünün öyküsüdür..

Thames nehrinin çamurlu sularında intihara kalkışan bir kadının ölmüş bedenine doğmamış bebeğinin beyni yerleştirilerek var edilen, yaratıcısına God / Tanrı diyen Emma, yetişkin bedeninde taşıdığı saf ve masum çocuk ruhu ile ergenlerin dünyasınave cinselliğe bakar.

Dr. Godwin, gizli deneyinin ürünü, olan, bakıcısı Mrs Prim ile (Vicky Pepperdine) yanında yaşayan Emma’nın, ömür boyu kendi evinde kalmaları şartıyla, kızı görür görmez âşık olan genç araştırma asistanı Max McCandles (Ramy Youssef) ile evlenmesini ayarlar. Evlilik anlaşmasını hazırlayan avukat Duncan Wedderburn’un (Mark Ruffalo) Emma’yı baştan çıkarmasıyla işler karışır. Emma, Max’ı sevse de, önce kendi bedeninde keşfettiği sonra Duncan ile yaptığı, ve “furious jumping” olarak adlandırdığı cinselliği yaşamak için Duncan’ın peşinden Avrupa’da “macera” yaşamaya kararlıdır…

Lanthimos XIX. yüzyıl Londra’sında geçermiş gibi görünen öyküsünü, Lizbon’da, bir lüks yolcu gemisinde ve Paris’te sürdürür. Ancak, yapım tasarımcıları James Price ve Shona Heath ile görüntü yönetmeni Robbie Ryan’ın desteğiyle yarattığı, kimi zaman siyah beyaz, kimi zaman renklendirilmiş baskıların renkleriyle, kimi zaman normal kadrajlar, kimi zaman balık gözü çekimlerle yansıttığı hikayesini, hem olağanüstü yapay ve çarpıtılmış, hem de kendi içindeki tutarlılıkla müthiş inandırıcı gerçeküstü bir dünyada anlatır.

Bu dünyada yaşayanlar, at arabalarının yarı at yarı araba oluşunu, kuşların köpekbalığı kafalarını, ya da yarı tavuk yarı domuz canlıların varlığını doğal karşılarlar. Başta kadınların elbiseleri olmak üzere tüm giysilerse, ilaç bağımlısı şizofren bir modacının elinden çıkmış gibidir. (Kostüm tasarımı Holly Waddington)

Lanthimos’la ”Sarayın Gözdesi“nin de senaristi olan Tony McNamara, 1992’de Alasdair Gray tarafından yazılmış bir romanı uyarlarken, cinsel arzuların tüm kararlarımızı nasıl etkilediğini, Bella’nın fiziki yolculuğuyla yeni uyanan cinselliğini keşfetme yolculuğunu iç içe geçirerek aktarırlar.

Bu aktarımın tüm yükü, önümüzdeki Oscarlarda adaylığını kesin gördüğüm, heykelciği ikinci kez almasını da olası bulduğum Emma Stone’un üzerindedir. Stone Bella’yı, toplumsal baskılardan, mülkiyetten, sosyal inceliklerden tamamen bağımsız, yaşayan, nefes alan bir tabula rasa olarak canlandırır. Utanma ve çekinmeden arınmış olağanüstü yorumunda, ilk adımlarını sendeleyerek atan, minik bir kelime dağarcığıyla bozuk bir İngilizce konuşan Bella’yı, anatomi sınavına hazırlandığı, kusursuz İngilizce ve akıcı Fransızca konuştuğu finale adım adım götürür. Bella’yı Frankenstein’ın canavarının aksine, kendi kendini yetiştirerek tıp eğitimi yapmaya hazırlanan romantik bir kişiye dönüştürmesi müthiş inandırıcı ve etkileyicidir.

Willem Dafoe, kendisinden daha çılgın cerrah babasının oğlu üzerindeki deneylerinin fiziki ve manevi yara izlerini taşıyan Dr. Godwin Baxter’ın acımasız ve zalim bilimsel bakış açısına ustalıkla sevecen bir boyut getirmeyi başarır.

Mark Ruffalo kariyerini en komik performansında, erkekliğiyle gurur duyan, biraz eğlenip başından atmayı planladığı Bella’ya tutulunca ne yapacağını şaşıran çocuk-adan Duncan’a keyifli ve alaycı bir yorum getirir.

Lanthimos, sevimli beceriksizliği ve şaşkınlığıyla deneyimsiz, kimi zaman Bella’dan bile saf Max McCandles’i inandırıcılıkla canlandıran Ramy Youssef’in ağzından aşkı beklenmedik aykırılıkta ama müthiş romantik şekilde tarif eder : hiçbir utanma kavramı olmayan Bella ona rahatlıkla çok sayıda erkekle “düzüşmüş” olmasını nasıl karşıladığını sorduğunda Max, samimiyetle sadece o adamları kıskandığını söyler.

Duygusal ve erotik yolculuğunda Bella’nın karşısına çıkan harika yan karakterleri de unutmayalım : tüm vücudu dövmelerle kaplı, kulak memesi takıntılı, görmüş geçirmiş Paris randevu evi işletmecisi olarak Kathryn Hunter, filme geç giren, uğursuz niyetini burada açıklamayacağım generalde Chrştoher Abbott, Bella ile kuir bir ilşki yaşamış olan aktivist fahişede Suzy Bemba ve Bella’nın gemi yolculuğunda karşılaştığı, “20 yıldan beri hiç si…memiş” yaşlı kadına olağanüstü keyifli bir yorum getiren benzersiz Hanna Schygulla!.

Aynı yolculukta karşılaştığı kinik yolcuyu canlandıran Jerrod Carmichael, Bella’ya aşağılanma, dehşet ve kederin insanların özünü var ettiğini söyler ki bu yorum, filmlerinde tüm karşılaşmaların, insanların çevrelerindeki dünyayı anlamaya ve çözümlemeye yönelik olduğu Lanthimos sinemasının mihenk taşını oluşturur.

Kanımca şimdiden sinema klasikleri arasında yerini hak etmiş olan “Poor Things” hâlen Yorgos Lanthimos’un bugüne kadar yapmış olduğu en iyi film. Bu yalın, yapmacıksız, çılgınca komik, hınzır ve şaşırtıcı yapıt aynı zamanda, sorunsuz ama dozunda edepsizliği ve azgınlığıyla yılın en şehvetli filmi.

Her kadrajı, her görüntüsü, her sözcüğü, her nüktesi, her performansı öylesine nefes kesici ki, hepsini çözümlemeye kalkışmak filmin benzersiz tutkusunun yanında zayıf ve acınası bir çaba olarak kalacak. Siz en iyisi tadını çıkara çıkara, defalarca izlemeye bakın!

Yönetmen : Yórgos Lánthimos

Senaryo : Tony McNamara

Görüntü Yönetmeni : Robbie Ryan

Kurgu : Yorgos Mavropsaridis

Müzik : Jerskin Fendrix

Oyuncular : Emma Stone, Mark Ruffalo, Willem Dafoe, Ramy Youssef, Jerrod Carmichael, Margaret Qualley, Christopher Abbott, Kathryn Hunter, Damien Bonnard, John Locke, Suzy Bemba

İrlanda-İngiltere-ABD / Dram-Fantastik-Bilimkurgu-Romantik / 140 Dk.

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz