Zübeyde, Analar ve Oğullar
Film, 9 Ekim’de İstanbul galasını gerçekleştirerek görücüye çıktı. Filmin galasına, diğer galalardan farklı olarak manevi temsil niyetinde tarihte önem arz eden isimlerin yakınlarının da katıldığı gözlenirken, henüz film başlamamışken galanın atmosferinden kaynaklı izleyicinin tarih ve biyografi türündeki bu filme duygusal manada hazırlandığı söylenebilir. Vizyon tarihinin ülkemiz adına önemli bir dönüm noktasına tekabül ediyor olmasıyla film Cumhuriyetimizin 100. Yılına armağan niteliğinde.
Filmin tanıtıcı metinlerini gözden geçirdiğimizde “Kahraman doğulur mu, yetiştirilir mi?” sloganı ile hareket ettiğini gördüğümüz filmin ülkemiz adına çok şey borçlu olduğumuz Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ün başarılı yolculuğunda annesi tarafından yetiştiriliş tarzını ön plana çıkartacağını varsayarken; şu ana değin tarih bilgileriyle doldurulan zihinlerimizin anne-oğul ilişkisi gibi Atatürk’ün dokunaklı ve beşeri bir tarafıyla karşılaşacağını umuyoruz. Atatürk’ün doğumu öncesinde ailesinin göç, sürgün, hastalık gibi birtakım travmatik olaylar karşısında yaşadığı güçlükleri yakın mercek altına alan film, tarihsel edebiyatta aile içerisinde kahraman olarak yansıtılışından öte Mustafa Kemal’in kaybettiği erkek-kız kardeşleri ve babası ile tabiri caizse ete kemiğe bürünmesine yol açıyor. Özellikle, doğumundan babası Ali Rıza Bey’i yitirdiği ana değin çocukluk yıllarını göz önüne aldığımızda, küçük Mustafa Kemal’in hangi okula gönderileceği hususunda anne ve babasının yaşadığı ikilemi izleyebilmek izleyici için oldukça keyifli.
İlim ve bilimin yapıcılığı mühim gören babası Ali Rıza Bey’e kıyasla, annesi Zübeyde Hanım’ın Mustafa’nın daha mütevazive geleneklerine bağlı bir birey olarak yetiştirilmesi gerekliliğini savunduğunu görmek, askeri başarılarından ziyade bir bilim insanı kimliği ile ülkemizde birçok inkılabın benimsenmesini sağlayan Mustafa Kemal’in kişilik yapısı ile örtüşmüyor. İzleyici olarak bizler, her ne kadar mahalle mektebinden okula başlamak gibi Mustafa Kemal’in yerel tatlar ile eğitim almasının lazım geldiğini düşünen Zübeyde Hanım’a hak versek de, küçük Mustafa’nın mahalle mektebinde deneyimlediği sorunlar babası Ali Rıza Bey’in kararlarının daha yerinde olduğunu hissettiriyor. Babasını kaybı ile yaşamına bir asker olarak rota çizmek isteyen ve annesi ile bu hususta da anlaşmazlığa düşen Mustafa’nın memleket meselelerine karşı yaşamının ilk yıllarından itibaren duyarsız kalamadığı ve sorumluluk duygusu ile hareket ettiğini anlıyoruz.
Mustafa’nın (belki de sağ kalan tek erkek çocuk olmasına bağlayabileceğimiz) babası tarafından ailenin gelecek vaat eden çocuğu olarak adlandırılmasının, annesi ile Mustafa arasındaki bağın güçlenmesine sebebiyet verdiği düşünülse de, annesinin gerçekleştirdiği ikinci evlilik ile Mustafa ile annesi arasındaki bağlar bir dönem kopma aşamasına dahi geliyor. Zübeyde Hanım’ın çevresine örnek teşkil eden ebeveynliği ve çocuklarına hem anne hem baba olmaya çalışmasının ardında, annesi ile Mustafa arasında vuku bulan bu gelişme de benim gibi izleyiciler için bir farklılık unsuru. Baba figürünün yokluğuna anne figürünün yokluğunun eklenmesi filmde bir kırılma anına denk düşerek, psikanalist Jung’un kuramı açısından okunduğunda filmdeki Mustafa Kemal karakterinin doğum, ölüm ve yeniden doğum üçgenini tamamlaması için vesile olduğunu hatırlatmaktadır.
Filmin ikinci yarısında, yetişkinliğe geçiş dönemi ile beraber, Mustafa Kemal’in askeri kimliğinde üst rütbelere tırmanarak Kurtuluş Savaşı döneminde gösterdiği üstün cesaretlere tanıklık ediyoruz. Zamanın iktidari güçlerince tehdit olarak algılanması nedeniyle Mustafa bir yandan hak etmediği davranış örüntülerine maruz kalsa da, kısa süre içerisinde ülke içerisinde bir kahraman olarak sembolize edilmeye başlanıyor ve Mustafa Kemal’in ATATÜRK’e evrilmesini seyrediyoruz. Gerek üstleri ile iletişime geçtiği sahnelerde, gerekse savaş sahnelerinde seyircinin milli duygularının kamçılandığına ve alkışların yükseldiğine şahit olmak olası. Beraberinde, Mustafa Kemal’in savaş mağduru bir çocuğu kendi ailesine dahil ederek annesine emanet etmesi, annesi Zübeyde Hanım’ın ve kız kardeşinin özlemle Mustafa Kemal’in yolunu gözlemesi ve diğer asker ailelerinin de bu özleme eşlik etmesi filmin dramatik yönünü besleyen kanallardan yalnızca bazıları olarak sayılabilir.
Genel olarak ele alındığında; dönemsel bir film olması bakımından görsel ve teknik açıdan oldukça doyurucu olan ve oyuncuların rollerinin hakkını fazlasıyla verdiği film, tarihimiz açısından önemli bir zaman dilimini ve bir kahraman sembolünü konu edindiğinden seyircinin hassasiyet taşıyarak filme bakmasına ve pozitif ayrımcılık ile yaklaşmasına yardımcı olsa da; ne yazık ki filmin iddialarının altında kaldığını ifade etmek doğru olacaktır. Biyografik bir film olmasına bağlı olarak sekansların hızlı ilerleyişi, filmin uzunluğu baz alındığında seyirciyi tekdüzelikten kurtarmakta fakat filmin Mustafa Kemal ATATÜRK’ün yaşamını konu edinen muadillerinden bir adım öteye geçmesi için yeterli olmamaktadır. “Kahraman doğulur mu, yoksa yetiştirilir mi?” sorusunun açıklık getirmesini beklediğimiz Mustafa Kemal ATATÜRK ile annesi Zübeyde Hanım’a dair filmin ilişkisel yönünün zengin olmayışı, hâlihazırda “annenin” kutsal mit kabul edildiği toplumumuz adına sıradanlıktan sıyrılmasına engel teşkil etmektedir. Yine de, yıpranmış duygularını canlandırarak ülkemizin Kurtuluş Savaşı tarihine ve Atatürk’ün yaşamına bir kez daha göz atmak isteyen seyirciler için film sinema salonlarında davet ediyor.