Gotik sanatın uzağında, hümanist gerçekçiliğin peşinde…
Artık tarih sarkacında gotik sanatın daraltıcı etkilerine tepkilerin bariz bir şekilde hissedildiği 15. ve 16. yüzyıllardayız. Sanatta yeni akım ve arayışların çıktığı, dinsel objelerin belirli bir standartın yanı sıra daha insani olarak ele alındığı dönemdeyiz. Ve; Dante’nin ortaya çıkışı bu arayışların habercisi gibidir. “İlahi Komedya” ile hümanist anlayışın edebiyatta da kendisini iyice hissetirdiği yıllar başlar. Rönesans anlayışının gerek heykellerde, gerekse dinsel mekan süsleme ve fresklerinde baskın olarak kullanıldığı, eserlerin sadece azameti ile değil, reeli yansıtma biçimleriyle de etkide bulunduğu çağlardır… İşte, “Acı ve İlham” (The Agony and the Ecstasy), tam da şehir devletleri, kardinaller dünyası ve sanat gibi dönem kavramlarını bir rönesans dâhisi olan Michelangelo ve ihtiraslı, saldırgan Papa II. Julius penceresinden ele alan ilginç bir dönem filmi olarak bizi o sanatsal, büyülü dönemlere götürüyor.
Film, Vincent van Gogh, Sigmund Freud, Abraham Lincoln gibi kişilerin biyografilerini yer yer kurmaca düzeyi ile ele alan Amerikalı ünlü yazar Irving Stone’un 1961 tarihli aynı isimli biyografik romanından uyarlanma. Konu, o görenlerin ağzını açık bırakan Sistine şapeli’nin tavan süslemelerinin yapılması sırasında Michelangelo (Charlton Heston) ile 1503 yılında katolik kilisesi’nin başına geçen Papa II. Julius (Rex Harrison) arasındaki kovalamaca benzeri, fresk yapımı tartışmalarını eksenine alıyor. Üstelik buna salt geleneksel sanat karşıtı bir sanatçının ödün vermez bakışı ile değil, ona güvenen ve vazgeçmelerine direnen bir din adamı cephesinden merceğine alıyor.
Filmin başları, tanımayanlar için yaklaşık on dakika boyunca bu ünlü rönesans sanatçısı hakkında bilgiler de sunmakta. Bunlar arasında, babasının 1475 yılında belediye başkanı olduğu Caprese adlı bir Toscana köyünde doğması var ilkin. Caprese, bu özelliği nedeni ile son dönemlerde turistik gezi alanlarından birisi olma yolunda zaten. Sanatçının içinden çıktığı Buonarotti sülalesinde yoğunluklu olarak asker bulunmasına karşın, ailede hiç sanatçı çıkmamış daha önceleri. Halbuki özellikle Bellini ailesinde de görüldüğü üzere biraz da aileden kalıt gibiydi sanatçıların çıkması, talihin de göstergesi olarak; bu bakımdan da bir istisnaydı. Michelangelo, küçüklükten itibaren mermeri keşfeder. Mermer, bir bakıma öncesinde sert ve değişmez kalıplar olarak ele alınan sanat eserini, damarlarını bile handiyse hissetiren yapısı ile forma daha insani bir özellik katar. Sanatçı, o eşsiz yapıtlarını hep carrera tipi özel mermer sayesinde yapar. Ve rönesans bir bakıma sanat hamileri dönemidir.
Michelangelo ve bir çok sanatçı, Medici ailesinin, en çok da “Muhteşem Lorenzo”nun koruyuculuğu altında yapıtlarını ortaya koymuşlardır. Çok genç yaşlarında büyük bir sanatçı olacağının işaretlerini vermiştir. Henüz 17 yaşındayken, “Kentaurlar Savaşı”, ardından “Neşeli Satir”, “Santo Spirito Dominikenleri İçin Çarmıha Geriliş”, ardından meşhur “Pitti Tondo”, “Lorenzo mezarı için dekor”, gece ve gündüz simgeleri, o eşsiz “Pieta” ve “Musa heykeli” bir bir sıralanmakta deha örnekleri olarak. Musa heykeli o denli inandırıcıdır ki gösterilene, Michelangelo’nun heykelin dizine vurarak şöyle bağırdığı bile rivayet olunur: “…konuşsana Ey Musa!” Ve son yapıtlarında yaratmanın o eşsiz ıstırabının hissettirilmesi belirginleşir. Artık form muğlaktır, tasvir edilemezin tasvire zorlanması başlar. Sonra filme geçilir…
İnatçı, kıskanç, ancak tartışmasız bir deha’nın portresi…
Papa’nın önüne getirilen bir sanatçı. Üstelik sanatçı salt iyi bir heykeltıraş da değil, aynı zamanda şair yönüyle de bilinir, hafif ironik, eleştirel temalarıyla. Papa tarafından eserleri takiptedir, tüm detaylarına vakıftır. Papa, amcası Papa Sixtus tarafından yapılan Sistine şapeli’nin tavanını gösterir baş eğmeyen ama namı büyük sanatçıya. Ve tavan süslemelerini yapmasını ister ondan. Michelangelo hemen itiraza başlar. “…kutsal Peder, ben heykeltıraşım, ressam değilim.” Ancak Papa ondan daha talepkâr ve hırslıdır. Emirdir bu ve yapılacaktır. Papa, ününün doruğundaki sanatçıya gönül okşayıcı ve itimat teskin eden bir hisle şunu söyler : “…Ghirlandaio’nun talebesi olarak fresk sanatını öğrenmedin mi ve senin freskine, Da Vinci’nin panosundan bile üstün denmedi mi?…” Michelangelo, hep anlatıldığı üzere kıskançtır, başkalarıyla mukayese edilmesini hiç sevmez.
Film boyunca, Donatello Bardi ile olan rekabeti de bunun kanıtı gibidir zaten. Ve dinsel yönünün dönem sanatçılarına etkisinin bir göstergesi olarak da sorumluluk da yükler bir bakıma Papa : “…Floransalı bankerleri ve politikacıları reddetmezken beni mi reddedeceksin?” Ancak bir taraftan da Michelangelo, İstanbul’a gidip Osmanlı padişahı için Haliç Köprüsü projesinde çalışmayı düşünmektedir, hatta kapora bile almıştır. Uzun tereddütler ve Papa’nın zorlaması ile getirmiş olduğu diğer yardımcı sanatçılar ile birlikte uzun süreli şapelin tavan süslemesine başlar. Ancak binbir zorluk yaşar. Papa’nın başmimarı Donato Bramante (Harry Andrews) ile sık sık yaşanan fikri ayrılıkları, büyük tartışmaları da beraberinde getirir. Bir taraftan yapılan süslemelerin sapkın et yığınları olduğu, bunun Yunan mitolojisi özentisini yansıttığını söyleyen kardinaller topluluğu, bir taraftan da Papa’nın, eserin bir an önce bitirilmesi baskısı şeklinde cendereye alınır. İlk tepkiye Yaratılışta, Nuh’un giysisiz olarak tasvir edildiğini söyler. Kutsal kitabı düzeltemeyeceğini ekler kesin dille. Papa’nın acul haline ise, “işim bitince ancak” diye kestirip atarak karşılık verir.
Film, dönem gerçekliği olarak Fransız ve Almanların, öte yandan diğer şehir devletlerinin Roma’ya saldırıları altında, eserin dört yıllık zorlu yapım sürecini oldukça izlenir bir kurgu ile yansıtmayı başarıyor. Ve final; tüm görkemiyle, Papa’nın güvenini boşa çıkartmıyor Michelangelo. Kutsal kitabın “Yaratılış Bölümü”nde geçen dokuz önemli olay, özellikle de Adem’in Yaratılışı freski, oldukça gerçekçi, ama öncekilerden çok farklı tasviriyle görenlerin, halen de ağzını açık bırakır.
Filmin uzun erimli rönesans gerçekliğinin tümünü seyircinin önüne serme gibi bir iddia ve misyonu yok kuşkusuz. Daha çok sanat tasarımı ve doğallıyla birlikte estetiğin, bir büyük dahi üzerinde baskı ile de olsa ortaya çıkış serüveni anlatılıyor. Estetik duyarlılığın şaşmaz inatçılık ile eşsiz yapıtlara uzanma serüveni konuyor önümüze. Bir taraftan diğer İtalyan şehir devletleri ve Fransa ile savaşılırken, öte yandan sanatçıların hamiliğini üstlenme perspektifini sunmasıyla iyi bir oyunculuk sergilemekte Rex Harrison.
Daha önce, “On Emir” ve 1959 tarihli on bir dalda Akademi Ödülleri’nin sahibi olan epik destan “Ben-Hur” isimli film ile en iyi erkek oyuncu ödülüne uzanan Charlton Heston, yine bu filmde de, bir başka tarihi kişiliği başarılı ile canlandırıyor. Tüm çelişkileri, zorlukları, hırsları ile büyük sanatçı, bir büyük oyuncu ile buluşuyor tüm yeteneğiyle. 1965 tarihli “Acı ve İlham” filminin yönetmenliğini üstlenen Carol Reed, 1949 yılında Orson Welles’in de oynadığı, “The Third Man” (Üçüncü Adam) ve 1968 yapımı “Oliver” müzikalini çekmesi ile de sanatsal yeteneğini göstermişti. Zaman zaman televizyonlarda karşınıza çıkabilecek bu film, özellikle dönem ve biyografik film sevenler tarafından kaçırılmaması gereken yapımlardan. Üstelik yeni bir çağın habercisi rönesans dönemi ve sanatı hakkında didaktizmin tuzağına düşmeksizin oldukça da bilgilendirici…
Yönetmen : Carol Reed
Senaryo : Irving Stone, Philip Dunne
Görüntü Yönetmeni : Leon Shamroy
Müzik : Alex North
Oyuncular : Charlton Heston, Rex Harrison, Diane Cilento, Harry Andrews, Alberto Lupo, Adolfo Celi, Venantino Venantini, John Stacy, Fausto Tozzi, Maxine Audley, Tomas Milian, Marvin Miller
ABD / Tarihi-Biyografi-Dram / 138 Dk.