Suburbıcon filminin yönetmen koltuğuna 1961 ABD doğumlu ünlü oyuncu George Clooney oturmuş. Ünlü oyuncu ve yönetmen daha önce ”Tehlikeli Aklın İtirafları(2002), İyi Geceler İyi Şanslar(2005), İkili Oyun(2008), Zirveye Giden Yol(2011), Monuments Men(2014)” filmlerine oyuncu-yönetmen olarak imza atmıştı. Suburbicon, yönetmenin totalde altıncı ama rol almayıp yönettiği ilk film olma özelliğini taşıyor.
ABD’nin bir eyaletinde ”Suburbıcon” isimli, ucuz ve bakımlı bir mahallede herkes huzur içinde yaşamaktadır. Ancak, bu mahallenin bir özelliği vardır. O’da ırkçı olmalarıdır. Kendi uluslarının insanları dışında kimseyi mahallede barındırmıyorlar. Bu huzurlu ve sakin görünen mahallenin insanları rahatsız eden gerçekleri vardır ve henüz gün yüzüne çıkmamıştır. Şantaj, ihanet ve intikam kokan karanlık sokaklar, bu mahallenin çok kötü kararlar almış kafadan çatlak insanların ipliğini pazara çıkartmaya hazırdır..
Olaylar, mahallede yaşayan Lodge ailesinin etrafında gelişiyor. Aile babası Gardner Lodge (Matt Damon), eşi Roze ve kızkardeşi Margaret(iki rolü de Julianne Moore canlandırıyor) ve oğlu Nicky (Noah Jupe) ile birlikte yaşıyor. Roze, bir kaza sonucu tekerlekli sandalyeye mahkum yaşamaktadır. Aileye, bir gece yarısı iki suçlu baskın yapar ve Roze’u öldürürler. Bu durum, kızkardeşi Margaret’i ve Lodge’yi fazla etkilememiştir. Polis ve sigorta müfettişi cinayeti araştırmaya başlar. Bu sırada mahalle sakinleri, mahallede yaşayan zenci aileye saldırı düzenler…
Ben, ne yalan söyleyeyim hikayeye çok ısınamadım ama insanların göründüğü gibi olmadığını anlatması filmin olumlu tarafı. Bir sahnede, ailesi ile yaşayan ama mahallede istenmeyen zenci aile resinin, yaşanan olaylar sonucunda evinin penceresinde asılı Amerikan bayrağını alıp yere atması da izleyenlere iyi bir mesaj vermesi açısından kayda değer bir durum. Özgürlükler ülkesi diye lanse edilen Amerika, kendi vatandaşları tarafından eleştirilen bir ülke haline geldi artık. Bizim Türkiye’miz, içinde barındırdığı yabancılarla ve onlarla olan etkileşimlerimiz nedeniyle Trump’ın Amerika’sından daha özgür bir ülke.
Bu karanlık ve trajik komedide, Beyaz orta sınıfın siyahlara karşı ayrıcalıklarını kaybetme korkusu ve azınlıkları yok etme çabası, 1950’li yılların dönemi canlandırılarak, yönetmen tarafından güzel işlenirken siyahi ailenin evinin etrafına yüksek çitlerin örülmesi fikride hayli vurucu olmuş. Evde çok iyi bir baba ve teyze olarak resmedilen aile üyelerinin sonrasında nasıl canavarlaştığı da kara mizahla sunuluyor seyirciye. Filmin kahramanlarının eli kanlı katiller, aç gözlü, saldırgan ve dar görüşlü olarak sunulması da ilginç. Böyle komşular sadece sinema perdesinde kalsın ve bizden uzak dursun:)
Bir insan, yaptığı pislikler ortaya çıkmasın diye her şeyini feda edebilir mi? Peki, bu pislikleri araştıran polis yada sigorta şirketleri köşeye sıkıştırdıkları suçluya menfaat için ahlaksız tekliflerde bulunabilir mi? Sakin bir hayat süren mahallede bir gecede, kaç insan hayatını yada mal varlığını kaybedebilir?
Oyunculuklar genelde fena değildi ancak Oscar Isaac, diğerlerinden daha iyi bir performans sergilemiş. Filmin kurgusu, kamerası ve olay örgüsüne uygun seçilen müziklerde iyiydi.
Sözün özü: George Clooney’nin senaryosunu Coen kardeşlerle birlikte yazdığı Kara mizah türündeki film, çoğu izleyiciye sıkıcı gelebilir ama ABD gerçeklerini cesurca resmetmesi açısından izlenmeyi hakediyor. İyi seyirler.