Tolkien
Yüzüklerin Efendisi, öksüz yetim bir dâhiydi!
Tolkien, bilmeyen tanımayan için bir şey ifade etmeyen bir film ismi. Bakalım ne çıkacak diyebilirsiniz. Kim olduğunu bilen için ise büyük bir önyargı koyuyor film öncesi. İlkinden başlayalım: Tolkien’in ne kadar önemli bir kişi olduğunu bilmiyoruz varsayalım. Filmde bir askerin gözünden savaşın korkunçluğu var; bir ergenin gözünden dostluğun, arkadaşlığın önemi var; genç bir adamın gözünden aşkın anlamı var; her şeye rağmen başarılabileceğine inanç var.
Çok fazla olmamakla birlikte olan kadarıyla savaş sahnelerinin derin anlamı, duygusallığı, erin subayına olan sadakati, o sahnelerin yaşattığı bütün vahşete rağmen estetiği, güzelliği beni çok etkiledi. Usul usul ağladım. Aslında savaş filmine gitmem, kazara önüme savaş sahnesi çıkarsa da gözlerimi kaçırırım, bakmam. Ama burada filmde, öldürülme yok, ölüler var. Nasıl öldükleri yok, öldükten sonraki heykelleşmiş cesetleri var. Adeta acıdan taş kesmişler!
Birinci Dünya Savaşı öncesi İngiltere. Ülkelerinin savaşa girişini sevinç çığlıklarıyla karşılayan üniversite öğrencileri derhal orduya yazılır, savaşa değil, düğüne gider gibi giderler. Oysa savaş korkunçtur ve yüzbinlerce insan ölecektir! Hem de mitolojik savaşlardaki kadar korkunç sahnelerle. O bataklık sahneleri, içi kanla dolu çukurun etrafına dizilmiş cesetlerin arasında “siper humması”na yakalanmış, halüsinasyonlar gören kahramanımızın yürümeye takati yokken arkadaşını arama çabası, o sahnelere baktırıyor!
Tolkien’in kim olduğuna gelince. Bilen biliyor, gençlerin hepsi biliyor, Tolkien, Yüzüklerin Efendisi ve Hobbit gibi çok popüler olan romanların yazarı J.R.Ronald Tolkien’in bire bir hayat hikayesi. Çocukluğunda yetim kalan yetenekli delikanlı Ronald Tolkien, kardeşiyle birlikte geldiği Londra’da eğitimi için disiplinli bir yaşam sürerken zengin aile çocuklarının kendisini küçümsemeleri ve dışlamalarıyla da baş etmek zorunda kalır; sonra da onlarla ölümüne dost olur. Bir yandan da gençliğinin heyecanıyla aşkı tanır. Film alt yazılıydı ama ben İngiliz filmlerinde yapmayı sevdiğim gibi o klasik Oxford İngilizcesini dinlemeyi tercih ettim, dile çok vakıf olmasanız bile o temiz aksan sayesinde anlıyorsunuz, hem de zevk alıyorsunuz! Ayrıca bu filmde dil, şiir, edebiyat ve fantastik semboller de çok önemliydi. Çünkü Ronald Tolkien, bildiği bir çok dilin yanında kendisi de bir dil yaratır, o dili konuşan, o dilin hayat verdiği farklı yaratıklar ve farklı bir dünya. Çünkü yaşadığı dünya o kadar acımasız ve acıtıcıdır ki yaratıcılığı sayesinde bir hayal dünyasının içinde kaçış yakalar.
Gerçek hayatta, Oxford’daki disiplin, çimenlere basmama konusundaki koşullanmışlık, çay içme seremonileri ve opera sahnesi onun yaşadığı zorluklardır. Birkaç şilini yetmediği için operanın kapısından dönmek, üstelik de bütün o disipline rağmen üniversite sınavının olacağı en önemli günün öncesinde gençliğine ve aşkın heyecanına yenilmek, sınava geç kalmak ve bursunu, dolayısıyla okuma şansını kaybetmek! Genç adam, bu kadar dramdan o icat ettiği fantastik dünya ile kurtulacaktır.
Film gerçekten çok duygusal. Oyuncular Nicholas Hoult ve Lily Collins, hem çok uyumlu, hem de çok başarılı. Bence Nicholas Hoult’un tek sıkıntısı, yaşı. Gerek öğrenciliğinde, gerek savaşta, gerek üç çocuk babası olduğunda neredeyse aynı yaşta görünüyor! Yönetmen : Dome Karukoski’yi özellikle savaş sahnelerindeki başarısı nedeniyle kutlamak gerek. Bir de yönetmen bu aralar sıkça gördüğümüz gibi kurguyla fazla oynanmamış, film bir ileri bir geri gidip gelmiyor. Ben filmden çok etkilendim, çok keyif aldım. Romantik bir dram. Tam biz kadınlara göre! Ama gördüğüm kadarıyla erkekler de nefes almadan izledi ve usulca gözlerini sildi. İşin ilginci “Yüzüklerin Efendisi’nin hayatını anlatan bir filmi izlemeye gidecek gençler belki tam da aradıklarını bulamayacak ama o niyetle gitmeyen sinemaseverler ise çok beğenecek.