1982 doğumlu Can Evrenol, bugüne kadar çektiği Screws (Vidalar), The Chest (Sandık) ve Kurban Bayramı ve Grandmother isimli üç filmle uluslararası festivallerde adından söz ettirmeyi başaran bir yönetmen. 1 Ocak 2016’nın ilk günü vizyona girecek olan Baskın, yönetmenin senaryosuna da imza attığı ilk uzun metraj filmi. Can’ın Baskın’ı, Toronto Film Festivalinde “Prestijli Gece Yarısı Çılgınlığı Bölümünde” gösterildi ve seyirci tarafından çok beğenildi. Yorumuma başlamadan önce filmin özetini kısaca anlatayım. Gece devriyesinde görevli beş polis, gözlerden uzak izbe bir lokantada yemek yedikten sonra gelen bir ihbarla, zor durumda olan diğer polis ekibine yardım için yola çıkar. Gittikleri terk edilmiş Osmanlı karakolunda beş polisin başına olmadık işler gelir..
Baskın filminden anladığım kadarı ile genç yönetmen, küfürlü, kanlı-irinli, vahşet dolu, korkutmaya yönelik konuları işlemeyi seviyor. Bunu yaparken de eserine göze hoş gelen görsel efektler eklemeyi ihmal etmiyor. Bir olayın daha iyi anlaşılmasını sağlamak amacıyla insan yaşamına ve davranışlarına dair sembolik karakterlerin ve ifadelerin canlandırılmasının yapıldığı Baskın filmine gideceklere buradan ilk ikazımı yapayım; Kan dolu, kesmeli, biçmeli öyle şiddet içeren sahneler mevcut ki midenizin bulanmaması işten bile değil. Bence bu film, yönetmenin ruh halinin veya gördüğü rüyaların beyaz perdeye yansıması! Ya da sinematografik akıl ürünü filmlerle dalga geçme egosu! Bence ikincisi.. Çünkü, her insan karanlık, kötü rüyalar görebilir ve bundan fazlasıyla etkilenebilir. Bazıları bu rüyaları özellikle küçükken çok sık görür. O rüyalarda çocuklar yüksek bir yerlerden atılır, kendisini öldürmeye çalışan acayip varlıklar olur, ailesine zarar verilir, kesilir biçilir vs.vs. Bunları nereden mi biliyorum? Çünkü, Karabasan ismi verilen rüyayı bir keresinde ben de gördüm. Ama benim rüyamda polis şiddeti de, kan da yoktu 🙂
Bu filmdeki yaşananlarda, Can’ın çocukken gördüğü bir rüyası bence! İyi tamam, rüyayı anladık. Peki, polislere 30 dakika boyunca yakası açılmadık küfürler ettirmekte neyin nesi? Kirli, pis, ağzı bozuk, haydut görünümlü polisler ve dökülen hurda bir polis aracı! Bunlar da mı rüya? Bu polis tasvirinin rüya olduğunu sanmıyorum. Olsa olsa, geçmiş zamanda polislerden, kendisinin veya ailesinin gördüğü küfürlü kötü muamelenin ya da arkadaş çevresinin anlattıklarından etkilenmesinin dışa yansımasıdır bence bu sekanslar. Film içinde o sekse düşkün, seks günahkarı küfürbaz polisler, “ettikleri küfür ve anlattıkları hikayeler” çerçevesinde hak ettikleri şekilde cezalandırılıyorlar zaten.
Baskın’ın kurgusunu beğendim. Yönetmen, öyküde geri dönüşlerle, beyninizde oluşan sorulara acele etmeden birer birer cevap veriyor. Kaderine terk edilmiş karakol görüntüsü verilen mekanın korku merkezi durumundaki mahzende yaşananlar usta işi bir görüş açısı kurgusuyla seyirciye sunulmuş. Eksik olan ise, filme eklenen yan karakterlerin içinin doldurulamaması. Kimdir, neyin nesidir, niye oradadır çözemiyorsun. Bence o karakterler olmasa da olurmuş. Ama bu rüya Cem’in 🙂 Büyü ve yeraltı dünyasının korku objesi olarak kurbağaların kullanılması da ilginç geldi bana. Filmin müzikleri ve tonu’da gayet iyiydi. Baskın’ın oyunculuklarını da başarılı buldum. İçlerinde Muharrem Bayrak’ı oyunculuk olarak bir tık daha yukarıda gördüm. Filmde (tarif edip sürpriz bozmayayım, siz de çok şaşıracaksınız) kötülüğün baş karakterini de çok yaratıcı buldum 🙂
Sözün Özü : Türk korku sinemasına yeni bir nefes olabilecek zeki ve yetenekli genç yönetmenin filmini eksiklerine rağmen beğendim. Korku seven izleyicilerin kaçırmamasını tavsiye ediyorum.
İyi Seyirler.