İKSV ONLİNE FİLM FESTİVALİ II
“Yüzler o dönemin ruhudurlar.”
Andrey Konchalovsky
Ünlü Komünist şair Sergey Mikhalkov’un oğlu, yönetmen Nikita Mikhalkov’u ağabeyi olan 1937 Moskova doğumlu Andrey Sergeyevich Mikhalkov-Konchalovsky Rus Sineması orta kuşağının en önemli yazar yönetmenlerinden biridir. 1960’lı yıllarda başladığı sinema kariyerinde çok sayıda ödül kazanmış 1979’da senaryo yazımına da katıldığı üç buçuk saatlik destansı filmi “Siberiade”nın 1979’da Cannes Jüri Büyük Ödülün almasının ardından, çoğunlukla kendi ülkeleri dışında pek film çekmeyen kardeşinin ve kuşağının diğer Rus yönetmenlerinin aksine dünyaya açılmaya karar verir. Kerem Ayan ile yaptığı müthiş keyifli sohbette anlattığına göre, önce Yeni Dalga yönetmenleriyle çalışmak için Paris’e gider. Ancak onu KGB ajanı sanan Fransızlar iş vermeyince arkadaşı Jon Voight’un çağırısına uyarak Hollywood’a geçer. Üç yıl işsiz kaldıktan sonra çektiği “Maria’nın Aşkları” ile ABD’de 10 yıl kadar sürecek başarılı bir yaratıcılık dönemi başlar.
Hollywood’da bağımsız filmlerin değerini bulduğu, hâlâ Avrupalı bir “aura”nın geçerli olduğu dönem biterek çoğunlukla hedef kitlesi yeniyetme izleyici olan pahalı prodüksiyonlar çekilmeye başlandığında, perestroyka da başladığı için ülkesine döner. Son yıllarda çoklukla Rusya’da film çeken Konchalovsky, kariyerinin ilk ve tek mini TV mini dizisi üç saatlik “Odissea”yı Türkiye’nin güneyinde çeker. Söyleşide, müzik eğitimi alırken kendini yeteri kadar ifade edemediği için, ailesinin karşı çıkmasına rağmen sinema okumaya karar verdiğini anlatan Konchalovsky, başladığında kendinden çok emin olduğunu, ama her film çektiğinde sinemayı daha az bildiğini fark ettiğini, 8-10 yıl önce 24. filmini çekerken de sinema yapmayı yeniden öğrenmeye karar verdiğini anlatarak, “Postacının Beyaz Geceleri” adlı filminin, o günden beri kendini eğitmeye çalıştığı farklı ve yepyeni bir sinema anlayışının ilk ürünü olduğunu söyledi. Bu vesileyle, 2002’de “Dom Durakov / Deliler Evi” ile Özel Jüri Büyük Ödülü aldığı Venedik’e 12 yıl sonra dönen Konchalovsky’nin 2014 yılında “Postacının Beyaz Geceleri” ve 2016’da “Ray / Cennet” ile Venedik’te En İyi Yönetmene verilen Gümüş Ayı’yı iki kez aldığını da belirtelim.
Çok geniş bir alanda yapıtlar vermiş olan Andrey Konchalovsky, ilk gösterimini Roma Film Festivali’nde yapmış olan son filmi “Günah / Il Peccato”da (2019) Rönesans’ın büyük dehası Michenagelo Buonarotti’nin psikolojik ve mesleki anlamda sıkıştığı bir döneme odaklanır.
Bir heykeltıraşla ilgili film yaparken mermer yontarken, ya da bir müzisyenle ilgili filmde müzik çalar ya da bestelerken göstermeyi anlamsız bulduğunu, onu asıl sanatçının nasıl hareket ettiğinin, neler hissettiğinin, beyninin içinden neler geçtiğinin ilgilendirdiğini söyleyen Konchalovsky, gerçek görüntüler konusunda takıntılı olduğunu, gerçeklik hissini görüntünün kendi başına verdiğini belirtti.
“doğru yüzler bulursanız, onlar hakiki görünür, gerçeğin yarısı hazır olur” diyerek, “Günah” için İtalyan kırsalında Rönesans tablolarındaki yüzlere benzer yüzler arattığını, kendisine ünlü oyuncular teklif eden casting yönetmenlerini burnu kırık bir deli istediğine nasıl zorlukla ikna ettiğini anlattı.
XVI. Yüzyılın başlarında, 5 yıl boyunca üzerinde çalıştığı Papa II. Giulio’nun siparişi Sistine Şapeli’nin tavanını tamamlayan Michelangelo Buonarroti, Papa’nın diğer siparişi olan anıt mezarının yontularını bitirmeye çalışmaktadır. Güçlü Della Rovere ailesinin ferdi olan II. Giulio’nun öldüğünde, Rakip Medici ailesinden seçilen Papa X.Leone, Michelangelo’yu Floransa’daki San Lorenzo bazilikasının cephesini yapmakla görevlendirir. Hem Floransa’nun yönetimini ele almış olan Medici’leri elden kaçırmamak, hem de Delle Rovere ailesinin teveccühünü kaybetmemek için sanatçı her iki tarafı da mutlu etmek zorundadır. Konchalovsky ile “Günah”ın ve senaryosunu birlikte yazdığı Elena Kiseleva, Michelangelo’yu idealize etmekten kesinlikle kaçınarak, papanın “tanrısal” bulduğu bu yaratıcıyı, bakımsız, kirli, içkici, kendi ahlaki ve sanatsal yetkinliğinden şüphe eden, sanrılar gören vahşi ve yarı deli bir deha olarak çizerler. Yarattığı bütün güzelliklerin “pezevenkler, zalimler ve katiller” için olduğundan şikâyet eden, ama onların altınlarını cebine atmaktan kesinlikle gocunmayarak iki güçlü ailenin husumetini de kendi yararı için kullanmaktan çekinmeyen Michelangelo’nun çıkarcı, üçkâğıtçı yönünü de vurgularlar.
Alışılmış biyografilerin ötesinde, bir Rönesans efsanesinin sadece büyüklüğünü değil, tüm kusurlarıyla insani yönlerini de derinlemesine ortaya çıkaran bu gerçekçi portreyi, hem fiziksel benzerliği hem de müthiş doğal yorumuyla Alberto Testone benzersiz bir şekilde inandırıcı kılar.
Testoni, şehir yaşamından, güç oyunlarından usanmış Michelangelo’nun heykellerini yontacağı en güzel mermerlerin peşinde Carrara’ya gittiğinde nasıl yumuşadığını, nasıl daha bir sevecenleşip sakinleşerek iyice insanlaştığını büyük bir ustalıkla izleyiciye aktarmayı başarır. Carrara’da seyircinin karşısına filmin ikinci önemli karakteri “canavar” da çıkar. “Canavar”, bir canlı değil, pırıl pırıl şeker gibi beyazlığıyla, sanatçının gurur ve ihtirasının vücut bulmuş hâli gibi, taş ocağının ortasında var oluveren devasa bir mermer bloktur. Görüntü Yönetmeni Aleksander Simonov, mermerin beyazlığını taşçıların giysilerinin gri, bej ve kahverengileriyle dengeleyerek bu devasa mermerin tek parça olarak aşağıya indirilme serüvenini nefes kesici bir aksiyon filmi sekansına çevirir. Konchalovsky ve Simonov, filmi özellikle 4/3 formatında çekerek, olağanüstü görsellikteki her bir karenin bir Rönesans tablosu gibi algılanmasını sağlarlar.
Söyleşide “görüntünün gerçeklik hissini verdiğin” belirttiğinde Konchalovsky’nin ne demek istediği film izlendikçe daha da iyi algılanır. “Günah”, bildiğimiz bir dönem filmi etkisi bırakmaz. Seyirci, yazar yönetmeninin bir zaman makinesine binerek XVI. yüzyıla gitmiş olduğu, ve orada tüm gerçekliğiyle, o zamanın insanları, o kentlerin tozlu sokakları ve o sokaklara dökülen oturaklarıyla gerçek bir Rönesans belgeseli çektiği izlenimine kapılır.
Sonuç olarak, olağanüstü bir görselliğe sahip, az sayıda olay anlatmasına karşın 134 dakika boyunca kendini soluk soluğa seyrettiren, müthiş başarılı ve ayrıksı bir sanatçı portresi. İnsan çok beğendiği bir film hakkında çok fazla söz edemiyor. Siz en iyisi keyifle izleyin. Son yılların en etkileyici filmlerinden biri. Mutlaka izleyin derim. 20 Haziran’dan itibaren 5 gün gösterimde.
Yönetmen : Andrei Konchalovsky
Senaryo : Andrei Konchalovsky, Elena Kiseleva
Görüntü Yönetmeni : Aleksandr Simonov
Müzik : Eduard Artemev
Oyuncular : Adriano Chiaramida, Orso Maria Guerrini, Yuliya Vysotskaya, Jakop Diehl, Glen Blackhall, Massimo De Francovich, Alberto Testone, Anita Pititto, Roberto Serpi
Rusya-İtalya / Tarihi-Biyografi-Dram / 134 Dk.
ortakoltuk.com