”Kemikler ve Her Şey / Bones and All”, karanlık, kanlı, seyirciye tiksindirici gelebilecek, ancak müthiş etkileyici, kimi zaman da beklenmeyecek derecede dokunaklı bir yamyam öyküsüdür. Bu özgün ve alışılmadık filmden, “spoiler” vermeden söz etmek mümkün değil. Bu sebeple, filmin her anını kendi keşfetmek isteyen seyircilerin bu yazıyı filmi izledikten sonra okumasını öneririm. Çoğunluk bu filmden nefret edecektir. Bense beğenmiş olan azınlıktanım.
“Whatever you and I got, it’s got to be fed / Her neyse sende ve bende olan, doyurulması şart” Lee (Timothée Chalamet)
Pandeminin ve ilginç bir televizyon dizisinin ardından Luca Guadagnino, “Suspiria”nınkine benzeyen, huzur kaçırıcı ve rahatsız edici bir dünyaya geri dönüyor.
Hemen belirteyim bu özgün ve alışılmadık filmden, “spoiler” vermeden söz etmek mümkün değil. Bu sebeple, filmin her anını kendi keşfetmek isteyen seyircilerin bu yazıyı filmi izledikten sonra okumasını öneririm.
Guadagnino‘ya Venedik’te En İyi Yönetmen Ödülü getiren, senaryoyu David Kajganich’ın Camille DeAngelis’in bir romanından uyarladığı “Bones and All / Kemikler ve Her Şey”, karanlık, kanlı, seyirciye tiksindirici gelebilecek, ancak müthiş etkileyici, kimi zaman da beklenmeyecek derecede dokunaklı bir yamyam öyküsüdür.
1980’lerin Amerika’sındayız. Zeki, biraz utangaç 18 yaşında liseli kız Maren’in (Taylor Russell) yeni geldiği ve uyum sağlamaya çalıştığı şehirde pek arkadaşı yoktur. Sınıfından kızlar evlerine gece kalmaya davete edince, onu odasına kilitleyen katı kuralcı babasına (André Holland) haber vermeden, pencereden kaçarak onlara katılır. Kız kıza samimiyetin etkisiyle rahatladığında kontrolünü kaybederek kızlardan birinin parmağını ısırır ve yemeye kalkışır.
Babanın aşırı tedbirli davranışı kızını dış dünyaya karşı korumak için değil, dış dünyayı ondan korumak içindir. Maren yamyamdır, önlenemez çiğ insan eti yeme tutkusu yüzünden baba-kız yıllardır sürekli gizlenmekte ve kaçmaktadırlar. Duruma artık tahammül edemeyen babası, yeniden çekip gittiklerinde Maren’e, doğum belgesini, geçmişi anlattığı bir kaset ve bir miktar para bırakarak çekip gider. Başının çaresine bir başına bakmak zorunda kalan genç kız, kim ve ne oluğunu, neden böyle bir tutkunun esiri olduğunu anlamak amacıyla, hiç görmemiş olduğu annesini aramaya çıkar.
Yolculuğunun başlarında, kendisi gibi gizlenen, kendilerini “yiyici” olarak adlandıran başka yamyamların da var olduğunu öğrenir. İlk karşılaştığı, ona Tod Browning’in ünlü klasiği “Freaks”deki gibi “one of us / bizden biri” diye hitap eden yaşlıca Sully (Mark Rylance), uzaktan kokusunu aldığını, yardım etmek için geldiğini, ona açlığını gidermenin yollarını öğreteceğini söyler.
Ölmekte olan insanların da kokusunu alabildiğini ve böylece doyabildiğini anlatan bu tuhaf adamın “leş yiyen” olması bir yana, güven vermeyen davranışlarından tedirgin olan Maren doyduktan sonra tehlikeli bulduğu Sully’den kaçar. Bu kez karşısına yakışıklı, sırım gibi, incecik, kırılgan, “onun gibi biri”. genç Lee (Timothée Chalamet) çıkar. Ona annesini arayışında eşlik etmek isteyen Lee ile aralarında, giderek aşka dönüşecek bir arkadaşlık gelişir. Maren-Lee aşkı “Alacakaranlık” filmlerindeki Bella-Edward’ınki gibi cinsellikten kaçınılan bir ilişki değildir; tam tersine ikilinin bedensel ve etobur iştahları iç içe geçer. Lunaparkta baştan çıkardığı adamla, onu öldürüp yemeden önce ilişkiye giren Lee, cinsel anlamda kendini kesinlikle kısıtlayan biri değildir. Lee’nin cinselliğe özgür bakışından, seviştikten hemen sonra kurbanının boğazını kesivermesinden çok, ölenin bir aile babası olduğunu keşfetmek Maren’in huzurunu kaçırır. Lee’nin yaşamlarını sürdürebilmek uğruna yaptıklarından dehşete kapılırken, annesi hakkında öğrendikleri bu dehşeti daha da güçlendirir.
Lee ve Maren’in durdurulmaz insan eti yeme itkisi Hannibal Lecter’inki gibi sinik, kötücül ve dünyevi değildir. Aksine, ahlaki endişeler taşırlar, hatta kaderlerinden kaçarak “normal” bir yaşam sürdürmeyi de denerler. Bu denemeyi uzak durmaya çalıştıkları etobur dürtüleri değil, Maren’i takıntı hâline getirmiş olan Sully alt üst edecektir. ..
Luca Guadagnino, karabasan benzeri masalsı öyküsünü, “Suspiria”daki gibi şiirsel ve stilize bir ortamda değil, süpermarketleri, kafeteryaları, ucuz pansiyon odalarıyla gerçekçi ve çok inandırıcı mekânlarda anlatır. Trent Reznor ve Atticus Ross’un seksenli yılların pop müziği atmosferi daha da gerçek kılar. Anlatının ürkütücü ve mide kaldırıcı boyutu, yapılanları fiilen göstererek değil, ekran dışından duyurulan ısırma ve çiğneme sesleriyle ya da yiyip doyurmuş karakterlerin her tarafına bulaşan kanlarla yansıtılır.
Norm dışı farklı kimliğe sahip bir “öteki” olmanın trajik boyutunu yaşamaları ve bu ürkünç kimliğin kendi istemleri dışında oluşmasına isyan etmeleriyle Lee ve Maren’i kader kurbanı, kanun dışı bir çift olarak gösteren Guadagnino izleyiciyi, ikilinin garip şekilde masum olduğuna başarıyla ikna eder. “Kemikler ve Her Şey”de farklı olmanın yarattığı ayırımcılık kadar, fukaralık, evsizlik, hayatta kalma savaşının acımasızlığı ve hayatta kalabildikten sonra bile insanın içinde kalan doyumsuzluğun utancı da söz konusudur.
Sayısız kurmaca vampir ya da zombi öyküsünün çekildiği sinema dünyasında yamyamlık üzerine bir film neden yapılır derseniz, filmdeki biçemde olmasa da, yamyamlığın gerçek yaşamda var olduğunu unutmamak gerekir. “Antropofaji” olarak adlandırılan insan yamyamlığı hâlen, bazı izole Güney Pasifik kültürlerinde ve Afrika’nın bazı kısımlarında devam etmektedir. Kimi ilkel kabilelerde, ölen bir yakının onu sevgiyle kendi içine alabilmek, onunla bir olmak için yendiği ritüeller de vardır. Hatta Hz. İsa bile son yemeğinde, bir Hamursuz bayramı ritüeli olarak mayasız ekmeği dağıtırken “bu benim etim” herkese aynı kadehten birer yudum verirken “bu benim kamın” diyerek bir tür vahdet-i vücut metaforu yapar.
Tabii ki Guadagnino’nun amacı konuyu bir belgeselci gözüyle irdelemek değildir. Tam tersine, “Kemikler ve Her Şey”de ürkünç, tiksindirici ve sapkın bir korku serüveni, mide bulandırıcı bir öykü kalıbında, iki yeniyetmenin kendilerini ve birbirlerini keşfettikleri, neredeyse romantik bir aşk hikâyesi anlatır. Hatta film, henüz kendini bulamamış, kim ve ne olduğunu sorgulayan bir gençliğin, korku ve heyecanla kendine gizlice sorduğu “ben farklı mıyım?” sorusunun simgesi olarak da algılanabilir.
Kanımca filmin Guadagnino’ya Venedik’te ödül getirmesi, bu son derece aykırı öyküyü, iki saati aşkın süreyle izleyiciyi inandırarak, heyecanlandırarak ve icabında rahatsız ederek, her sekansını soluk soluğa izletebilmesindendir.
Bunda iki ana karakterin olağanüstü oyunculukları kadar, tüm ekibin çok başarılı oluşunun büyük etkisi vardır. Oscar’lı oyuncu Mark Rylance, alçak bir ses, sakin ve sevecen bir duruşla tüyler ürpertici bir tekinsizlik duygusu yaratır. Guadagnino’nun “Call me By Your Name” filminde Chalamet’nin babasını canlandıran Michael Stuhlbarg bu filmde de karşımıza çıkar. İkilinin karşılaştığı bir yamyamı canlandırdığı kısa ama müthiş etkileyici yorumunda, yamyamlığın doruğunun kurbanı tamamen, “kemikler ve her şey” yemek olduğunu belirterek filmin kilit karakterine dönüşür.
Venedik’te En İyi genç oyuncuya verilen Marcello Mastroianni Ödülünü bileğinin hakkıyla kazanan genç Kanadalı oyuncu Taylor Russell, beyni, kalbi ve midesi arasındaki savaşımın şaşırttığı, tutkusunun klasik ahlaki inançlarını ters yüz ettiği Maren’e müthiş bir yorum getirir. Filmin yapımcıları arasında yer alan Amerikalı-Fransız fenomen Timothée Chalamet ise, oynayamayacağı rol, canlandıramayacağı karakter olmadığını bir kez daha kanıtlar. 1995’in son günlerinde doğmuş olan bu çok genç oyuncunun, geleceğin en büyük yaratıcı aktörleri arasında başa yarışacağından eminim.
Sonuç olarak, sanırım ki çoğunluk bu filmden nefret edecektir. Bense beğenmiş olan azınlıktanım.
Bugün vizyona giriyor. Karar sizin.
Kemikler ve Her Şey / Bones and All
Yönetmen : Luca Guadagnino
Orijinal Fikir : Camille DeAngelis
Senaryo : David Kajganich
Görüntü Yönetmeni : Arseni Khachaturan
Kurgu : Marco Costa
Müzik : Trent Reznor, Atticus Ross
Oyuncular : Timothée Chalamet, Mark Rylance, Michael Stuhlbarg, Taylor Russell McKenzie, Chloë Sevigny, David Gordon Green, Jessica Harper, Andre Holland, Jake Horowitz, Anna Cobb
İtalya-ABD / Gerilim / 130 Dk.