Köy / Village
Film uzun sürede ödül vaad ediyor ve hak ediyor da. Oscar’a aday olacak filmler arasında görürsek hiç şaşırmayalım ve mutlaka izleyelim….
ORDA BİR KÖY VAR BİZDEN ÇOK UZAKTA FAKAT TANIYORUZ BİZ BU KÖYLERİ….
Dünyanın bütün köy ve kasabalarının ortak karakteristik özellikleri vardır. Basit bir tanımlamayla ilk akla gelen olumsuz özellikler; kapalıdır, dedikoducudur, birbirlerinin hayatlarını didiklerler; köy kurnazlığı diye bir olgu vardır örneğin…
Tabii olumlu özellikleri de çok fazladır; en başta üretendir, dünyanın karnı en fazla onlar sayesinde doyar…
Ne var ki kitaplar, filmler; kısaca sanat kasabaların ve köylerin sosyolojik yapısı ve insan davranışları ile ilgilenir. Uzağa gitmeye gerek yok, Emin Alper’in “Kurak Günler” filmi ve izlemedim ama Nuri Bilge Ceylan’ın “Kuru Otlar Üzerinde” si (Viktor Apalaçi eleştirisini yazdı, oradan okuduğum kadarıyla) tamamıyla bunları anlatır işte…
Bu olguyu bilmek yetmez, içinde yaşamadan, o kuşatılmışlığı ruhunun derinliklerinde hissetmeden anlatamazsın. Yaşayan bilir derler ya işte öyle. Fransa’da 10 bin nüfuslu bir kasabada yaşıyorum, Kasaba kültürü ruhuma öyle bir sirayet etmiş ki Avrupa’nın hem de dünyanın en gelişmiş ülkesi İsviçre’nin sınırında yaşıyor olmama rağmen doğduğum büyüdüğüm Türkiye kasabasında neler hissediyorsam inanın burada da aynı şeyleri hissediyorum. Bu yüzden işte ortak özellikler diyorum, hangi coğrafyaya gitsen ruhunun yakasından tutar seni….
Çehov’un Taşralı’sında da vardır bu; şimdi eleştirisini yazacağım “Köy” filminde de vardır.
Elbette ruhumu esir almış ve ömür boyu yakamı bırakmamış bu kasaba kültürünü bir kadın olarak ben de anlatacağım; zaten ilk romanım “Paranoyak ve Melankolik Bir Aşk”ta bilinç akışı anlatımıyla yer yer değinmiştim bu sıkışmışlığa ama bu yaz başlayacağım ikinci romanımda tamamen kasabanın cenderesini anlatacağım…
JAPONLAR HER KOŞULDA GELENEKLERİNİ AKTARMAYA DEVAM EDİYOR…
Japonya’nın geleneksel tiyatrosu olan Noh “Kantan” adlı oyununda şöyle der : “Hayaller kaybolur gider. İnsanlık bunu bilse de yine hayal kurar. Eli muhteşem yıldan sonra uyanınca her şey boş bir rüyaymış”. Felsefesini Noh oyununa oturtan filmi anlayabilmek için öncelikle bu tiyatro oyunundan bahsetmek gerekecek.
Noh (Nō) tiyatrosu, özellikle MS 14. yüzyıldan itibaren popüler hale gelen ve bugün hala icra edilen bir Japon performans sanatıdır. Dini ritüellerden ve Budist temalardan büyük ölçüde etkilenen oyunlar genellikle ahlaki ikilemler ve sonraki yaşamla ilgilidir.
KÖKENİ
‘Yetenek’ ve ‘beceri’ anlamına gelen nō ile noh tiyatrosunun kökenleri, antik Budist ve Şinto dinlerinde yer alan ritüellerde ve MS 12. yüzyıla ve hatta çok daha öncesine dayanan daha önceki üç tür dans ve müzik biçimindedir:
Dengaku – geleneksel olarak topluluklar tarafından tapınaklarda ve köylüler tarafından hasat zamanında gerçekleştirilen ayinler ve ritüellerdir.
Sarugaku – profesyonel topluluklar tarafından da gerçekleştirilen hızlı dans, esprili resitaller ve akrobasi kombinasyonudur.
Bugaku – Çin’den tanıtılan Japon imparatorluk mahkemesinin geleneksel maskeli danslarıdır…
Dolayısıyla filmde anlatılan “köy” olduğu için burada bahsedilen “dengaku” türüdür. Eğer filmi izlemeden önce bu eleştiriyi okuduysan yine izlemeden Noh tiyatrosuna detaylı göz atın derim. Ben kısaca anlattım.
Film köyün koyu gri görüntüsünden sonra bu tiyatro ile açılıyor zaten… The Village (Köy)evrensel ile yerelin,gelenekle modernizmin kesiştiği yerde köyde yaşayan insan karakterinin nasıl biçimlendiğini anlatan bir film. Diğer taraftan köyde yaşayan hemen herkeste hakim olan psikoloji bir gün bu köyden gitmektir; ancak nereye gidersen git her yer boştur. İşte Noh tiyatrosu felsefesi ile de burada bir kesişim noktası kurar…
Ve bütün bu saydıklarım; Noh, çöp, göç, rüya (aslında kabus) filmin ilk sahnesinde üç dakikalık görüntülerle özet olarak seyirciye sunulur…
EVRENSELDEN YERELE; GÜNÜMÜZÜN ÇEVRE KİRLİLİĞİ BELASI!
İkinci Dünya Savaşında Amerika tarafından Hiroşima’ya atılan bomba ile içine insanı da alan çevre katliamının sonuçları ile tanışan ilk ülkelerden biridir Japonya…Bu kez dünyanın can yakıcı olan problemi çevre katliamı çöp yığınlarından oluşuyor. Tabii yine insan tarafından.
Etrafında ormanların, dağların olduğu bir vadide kurulan rüya gibi Camon Köyüne çöp ayrıştırma tesisleri de kurulmuştur. Belediye Başkanı Shusaku Ohashi (Arata Furuta) tarafından işletilen tesiste köyün gençleri ve orta yaşlı erkekleri çalışır. Yu Katayama da (Ryüsel Yokohama) bu gençlerden biridir. Filmin baş karakteri olan Yu içine kapanık, omuzları düşmüş, geçmişte yaşadığı felaketten ve köyün dedikodularından dolayı kendini ezik hisseden bunlar yetmiyormuş gibi kumarbaz, sorumsuz ve kişilik bozukluğu olan bir anneyle başa çıkmaya çalışan gizemli ve içinde öfke biriktiren bir gençtir…
Bir gün köye genç bir kadın gelir. Aslında genç kadın o köye aittir. On yıl önce köyü terk etmiş, Tokyo’ya gitmiş ancak orada da aradığını bulamamış Misaki Nakai (Haru Kuroki) çocukluk arkadaşı olan Yu’ya şöyle der : Dünyanın her yeri bir, Tokyo’da da bir şey yok” …
Misaki; güler yüzlü, pozitif enerji veren, iyileştiren bir kadındır. Gerçekte onun da derininde yaraları vardır, ruhu sıkıntılıdır ama belli etmez. Belediyede işe girer. ve köyün çehresini değiştirdiği gibi Yu’nun da psikolojisini değiştirir ve omuzları düşük genç adamdan omuzları dik bir karakter yaratır. Aşkın sihirli gücü sihirli formüller yaratsa da ne kapitalizm buna izin verir ne de dar köylü zihniyeti… Ve bir kara delik bizi sürekli içine çeker, filmdeki çukur metaforu da bunu anlatır. Yu’nun çukurdan duyduğu sesler aslında kendi uçurumundaki ruhunun sesidir…
Bu filmde anlatılacak çok şey var; her biri ayrı ve derin bir karakter: Misaki’nin kekeme kardeşi, Belediye başkanı’nın oğlu Toru, Yu’nun akrabası polis, köye çalışmaya gelen ve uyuşturucu kullanan genç, Yu’nun annesi Kimie… Seyirciye bırakalım bu kadarını.Yalnızca bir şeyi ilave etmek isterim. Böyle bir çöp felaketi filmini izledikten sonra daha bu sabah haberlerde dinledim. Dünyanın bütün çöpünü ülkemize gömüyoruz. Yani çöp ithal eden dünyanın ilk sıradaki üçüncü ülkesiyiz!!! İçim acıdı, içim acıdı…
“Köy”ün yönetmenliğini ve senaristliğini 36 yaşındaki Japon yönetmen Michihito Fujii üstlendi. Distribütörlüğünü Netflix yapıyor. Japonya’da 21 Nisan’da gösterime giren film 16 Haziran itibariyle tüm ülkelerde izleniyor. Açıkçası film uzun sürede ödül vaad ediyor ve hak ediyor da. Oscar’a aday olacak filmler arasında görürsek hiç şaşırmayalım ve mutlaka izleyelim….
Yönetmen / Senaryo : Michihito Fujii
Görüntü Yönetmeni : Tomoyuki Kawakami
Oyuncular : Arata Furuta, Wataru Ichinose, Hana Kino, Haru Kuroki, Shidô Nakamura, Naomi Nishida, Kimie Katayama, Daiken Okudaira, Ryuto Sakuma, Ryûsei Yokohama
Japonya / Dram / 120 Dk.