Asteroit Şehir / Asteroid City
Wes Anderson’un uçuk ve keyifli bilimkurgu fantezisi
”Sonsuzluk ve her neyse” konulu bir oyun içinde oyun hakkında yapılmış televizyon oyunu hakkında Wes Anderson tarafından yazılıp yönetilmiş, ayrıksı, garip ve keyifli bir filmdir. Anlamadınız mı? Ne gam! Siz, yazar yönetmenin büyük ciddiyetle çekilmiş sekanslarının ardındaki o kendine has, neredeyse gizli, ama hınzır ve uçuk kaçık mizahının tadını çıkarmaya bakın.
Asteroid City, Yazar yönetmen Wes Anderson’ın “The Grand Budapest Hotel” den beri yaptığı en etkileyici film olduğu kanısındayım. Kaçırmayın derim.
“The “The time is never right / The time is always wrong”
“Doğru zamanı yoktur / Zamanı hep yanlıştır”
“Asteroid City / Asteroit Şehir”, “sonsuzluk ve her neyse” konulu bir oyun içinde oyun hakkında yapılmış televizyon oyunu hakkında Wes Anderson tarafından yazılıp yönetilmiş, ayrıksı, garip ve keyifli bir filmdir. Anlamadınız mı? Ne gam! Siz, yazar yönetmenin büyük ciddiyetle çekilmiş sekanslarının ardındaki o kendine has, neredeyse gizli, ama hınzır ve uçuk kaçık mizahının tadını çıkarmaya bakın.
Yine de filmin çok katmanlılığını biraz açmaya çalışalım. Film kırkların Hollywood’unun noir ya da korku filmlerindeki gibi siyah beyaz bir “takdim” bölümüyle açılır. TV sunucusu havalarında bir Bryan Cranston, tanıştırdığı ağırbaşlı oyun yazarı Conrad Earp (Edward Norton) tarafından yazılmış bir tiyatro oyunu izleyeceğimizi, oyunun düşsel Asteroit Şehrinde geçen “uydurma bir yapım / apocryphal fabrication” olduğunu belirtir. Tiyatro sahnesi mucizevi şekilde gerçek dünyaya dönüşüverir.
Görüntü yönetmeni Robert Yeoman’ın kamerası, özellikle devamlı sabit plan kullanan Anderson’la inatlaşırcasına 360 derecelik uzun bir tek çekimle izleyiciyi adını 3000 yıl kadar önce bölgeye düşen meteordan alan Asteroit City turuna çıkarır: Pastellerin hakim olduğu Technicolor renklerinde bir çölde, ıssız bir otobanın iki tarafına yerleşmiş, fonda çıplak ve yüksek bir dağ silsilesinin çevrelediği 87 nüfuslu kentin, tek benzin istasyonu, 12 tabureli minik tek bir kafeteryası, 10 kabinli tek moteli, aralarında para attığında çikolata ye da çubuk şeker alır gibi arsa salın alınabilen emlâk otomatı da bulunan birkaç satış makinesi vardır. Yanlış projelendirildiği için bitirilmemiş bir yarım üst geçit yola tepeden bakarken, kentin hemen ardındaki tren hatlarından kuru yemişten nükleer harp başlığına, hükümetin her türlü malzemeyi naklettiği yük trenleri geçer. Meteorun açtığı kraterin ve bitişiğindeki gözlemevinin hemen dibinde kurulmuş Asteroit Şehrinin yakınlarında nükleer denemeler de sürdürülmektedir..
Kentin her yanıyla stüdyo dekoru izlenimi bırakan yapay görünümü, filmin tamamında “miş gibi yapan” Anderson’un hınzır mizahının bir ürünüdür ve İspanya’da gerçek dış mekânlarda çekilmiştir. Anlatı gelişirken izleyiciyi Cranston’un rehberliğinde sıkı sık film stüdyosuna götüren Anderson, onun bu “miş gibi yapma” algısından hiç çıkmamasını sağlar. Stüdyo bölümlerinde karakterleri canlandıran oyuncuların da, kendileri değil, karakterleri canlandıran oyuncuları oynayan oyuncular olduğunu da hiç unutturmaz.
Olay örgüsünü kısaca özetlersek, öykü 1955’te dört finalist liseli mucidin bilimsel projelerinin aralarında beş yıldızlı huysuz general Grif Gribson (Jeffrey Wright) ile evrenin sırlarını araştıran ünlü bilim insanı Dr. Hickenlooper’ın (Tilda Swinton) olduğu yetkililer tarafından ödüllendirileceği geleneksel kongre sırasında geçer. Bu dahiyane projeler, örneğin tam faal ölüm işini gibi, müthiş gelişmiş ve komik derecede ürkünç işlerdir. Dâhilerden Woodrow’un (Jake Ryan) babası, savaş fotoğrafçısı Augie Steenbeck (Jason Schwartzman), oğlu ve üç küçük kızıyla şehre varır. Üzüntüyle yasını tuttuğu yeni ölmüş eşinin küllerini yanında taşıyan Augie, çocuklarına henüz annelerinin öldüğünü söyleyecek uygun zamanı bulamamıştır. Asteroit Şehrinin suratsız ve beceriksiz tek tamircisi (Matt Dillon), bozulan aile arabasının tamirinin mümkün olmadığını söyleyince Augie, pek de anlaşamadığı kayın pederi Stanley Zak’ı (Tom Hanks) gelip kızları alması için arar.
Genç gökbilimciler uçuk kaçık hafıza oyunları oynar, teleskoplarla uzayı araştırır ya da ilk aşk deneyimlerini yaşarken Augie, evrensel güneş tutulmasının sonucuymuşçasına odasının karşı penceresinde peydahlanan, devamlı bir rolün provasını yaparken hiçbir repliği kaçırmayan, bir başka yetenekli çocuğun annesi ünlü yıldız Midge Campbell (Scarlett Johansson) ile tuhaf bir romantik ilişkiye girer. Augie’ninkine bitişik kabinde kalan Midge’i, Liz Taylor’a ve Marilyn Monroe’ya selam çakarak canlandıran Johansson, ünlü bir yıldızı oynayan ünlü bir yıldızı canlandıran ünlü yıldız olduğunu bir an bile aklından çıkarmadığı müthiş kontrollü yorumuyla Anderson’un olağanüstü kadrosunun belki de en etkileyici elemanıdır. Kaybetmenin, yas tutmanın ve âşık olmanın kesişen yörüngelerde iç içe geçtiği bu filmde, benzer bir çekim alanına giren Madge’in kızı Dinah (Grace Edwards) ile Augie’nin oğlu Woodrow da aynı heyecanı paylaşırlar.
Tam gençlerin ödüllendirilmek üzere olduğu törende, arka planda deneysel atom bombası patlamasından ve ünlü mantarın oluşmasından da sarsıcı bir olay meydana gelir. “Close Encounters of the Third Kind”ı hatırlatan bir sekansta bir uzaylı ortaya çıkıverir. Stüdyoya gittiğimizde kostümü ve maskıyla hazırlanırken gördüğümüzden Jeff Goldblum’un canlandırdığını farkettiğimiz uzaylı yüzünden karantina ilân edilir, kente giriş çıkış yasaklanır. Annelerinin öldüğünü nihayet öğrenen kızler dedeleriyle merhumun küllerini ne yapacaklarını tartışırlar…
Titizlikle kurguladığı, saat gibi tıkır tıkır işleyen, duyguların çok öne çıktığı, çok sayıda kırılgan karakterin yer aldığı bu dünyasında bile Anderson, Jason Schwartzman, Scarlett Johansson, Tom Hanks, Jeffrey Wright, Tilda Swinton, Bryan Cranston, Edward Norton, Adrien Brody, Liev Schreiber, Hope Davis, Stephen Park, Rupert Friend, Maya Hawke, Steve Carell, Matt Dillon, Hong Chau, Willem Dafoe, Margot Robbie, Tony Revolori, Jake Ryan, Jeff Goldblum’dan oluşan kadrosundan duygusallığa kapılmasına kesinlikle izin vermez. Bu, herkesin repliklerini büyük bir ciddiyetle söylediği, duyarlılıktan olabildiğince uzak neredeyse ruhsuz yorum, filmi kahkahalarla değil ama, devamlı gülümseyerek izleten müthiş komik bir tat getirir.
Olağandışı anlatımına karşın “Asteroit Şehir”, 1950’lerin Amerikan yaşam tarzının tüm değerlerini yansıtan, Amerikan pop kültürünü, televizyonun yadsınamaz egemenliğini, soğuk savaş yıllarının paranoyasını, uzaylı korkusunu / takıntısını, Amerikan aile değerlerinin sevecenliğini ve ikiyüzlülüğünü ustalıkla iç içe geçiren bir patchwork / yama işidir.
Ancak, anlatının kimi zaman tamamını kapsayan absürt bir tadı vardır. Örneğin bilim insanı Dr. Hickenlooper’ın en önemli repliği “hiç çocuğum olmadı, ama bazen olmasını ister miydim diye merak ederim”dir; yazar ile bir erkek oyuncu arasında öyküye hiçbir etkisi olmayan bir ilişki oluşur; Augie elini nedense sıcak ızgaraya bastırır. Nedenini sadece seyircinin değil, oyuncuların da bilmediği / anlamadığı bu çok sayıda olay “Asteroit Şehir”i evrensel bir boyuta taşır; film, yaşadığımız, ancak yaşadıklarımıza tam olarak anlam veremediğimiz hayatın anlaşılmazlığının bir metaforuna dönüşür.
Sonuç olarak dün vizyona giren “Asteroid City”nin yazar yönetmenin “The Grand Budapest Hotel” den beri yaptığı en etkileyici film olduğu kanısındayım. Kaçırmayın derim.
Yönetmen / Senaryo : Wes Anderson
Görüntü Yönetmeni : Robert D. Yeoman
Kurgu : Barney Pilling
Müzik : Alexandre Desplat
Oyuncular : Jason Schwartzman, Tom Hanks, Scarlett Johansson, Jeffrey Wright, Tilda Swinton, Adrien Brody, Edward Norton, Bryan Cranston
ABD / Dram / 106 Dk.