30. Adana Altın Koza Film Festivali
30. ADANA ALTIN KOZA FESTİVALİ PARLAK PROGRAMIYLA ÖNE ÇIKTI
ADANA’DA TÜRKİYE PRÖMİYERLERİ
Venedik Film Festivali’nin Jüri Büyük Ödülü ve FİPRESCİ En İyi Film Ödülü sahibi “Kötülük Diye Bir Şey Yok” Adana’da sıcağı sıcağına gösterildi. Altın Palmiye’li “Bir Düşüşün Anatomisi”, Cannes Jüri Ödüllü “Sararmış Yapraklar”ı, Almanya’nın Oscar adayı “Öğretmenler Odası”, Fikret Reyhan’ın “Cam Perde”si zengin festival programının öne çıkan filmleriydi.
Davetli olduğum 30. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivalinde Türkiye prömiyerini yapan sayısız film izledim. Bunlardan biri olan Ryusuke Hamaguchi’nin “Kötülük Diye Bir Şey Yok / Evil Does Not Exist” ile ilgili hoş bir anımla yazıma başlamak istiyorum. Festivalin 2. gün programındaki bu filmin gösterim saati Galatasaray / Kopenhag maçıyla çakışıyordu. Filmin bitmesine yarım saat kala salondan ayrılmayı planlamıştım. Nitekim öyle yaptım. Salondan çıkıp merdivenlere doğru yöneldiğimde arkamda birinin “Viktor, Viktor” diye seslendiğini duydum. Dönüp baktığımda seslenenin Nuri Bilge Ceylan olduğunu gördüm. “Niye çıktın ?” sorusunu, taraftarı olduğum maçı izlemek istediğimi, filmin tamamını izlemeyi ertesi güne bıraktığımı söyleyerek cevaplandırdım.
N. B. Ceylan “Ben filmi pek sevmediğim için çıktım” deyince, filmin Venedik’te aldığı 2 önemli ödüle rağmen, yönetmenin bir önceki filmi “Drive My Car” seviyesinde bulmadığımı anlattım. Ertesi gün filmin tamamını izlediğimde son yarım saatiyle vites yükseltip, sürprizli finaliyle kalitesini ortaya koyan filmden erken çıktığı için N. B. Ceylan’ın üzülmesi gerektiğini düşündüm.
Festivalin ilk 3 gününde gösterilen İlker Çatak’ın “Öğretmenler Odası”, Altın Palmiye Ödüllü “Bir Düşüşün Anatomisi / L’anatomie d’une Chute” filmlerinin, takip eden günlerdeki Aki Kaurismaki’nin “Sararmış Yapraklar / Kuolleet Lehdet”, Berlin Festivalinin gözdesi Lu Zhiang’ın “Gölgesiz Kule / Ba ta zhi guang”, Cannes’dan FİPRESCİ En İyi Film ödüllü “Sömürgeciler / Los Colones”, Fikret Reyhan’ın müthiş “Cam Perde” filmlerini izledikten sonra, 30. Altın Koza Festivalinin parlak bir programa sahip olduğu kanaatine vardım.
Cannes’da Justine Triet’yi bu festival tarihindeki Altın Palmiyeli 3. kadın yönetmen yapan “Bir Düşüşün Anatomisi” ile 10 gün önce Venedik’ten Jüri Büyük Ödülü ve FİPRESCİ En İyi Film Ödülü ile ayrılan Hamaguchi’nin “Kötülük Diye Bir Şey Yok” filmlerinin Türkiye haklarını Mars Film aldı. Buradan şirketin sahibi Marsel Kalvo’ya bu 2 müstesna filmi sinemaseverlere kazandırdığı için selamlarımı yolluyorum.
“KÖTÜLÜK DİYE BİR ŞEY YOK”
Japon yönetmen Ryusuke Hamaguchi “Kötülük Diye Bir Şey Yok / Aku Wa Sonzai Shinai”de sınır tanımayan kapitalist girişimin acımasız doğa tahribatını ele alıyor. Takumi kızı Hana ile birlikte Tokyo yakınlarındaki Mizubiki kırsal köyünde huzurlu bir hayat sürer. Takumi evinin yakınındaki arazileri satın alan bir Tokyo şirketinin gelişiyle yörenin ekolojik sağlığının ve temizliğinin bozulacağını öğrenir.
“Drive My Car”da Hamaguchi, Takamasa Oe ile müthiş bir senaryo yazmıştı. Bu filmin müziklerini yazan Eiva İshibashi “Kötülük..” filminde hem senaryo yazılımına katkı veriyor hem müzik partisyonunu hazırlıyor. İshibashi filmde gizemi sürekli ayakta tutan besteleriyle yönetmene mizanseninde katkıda bulunuyor. Tekinsizlik hissi veren, gerilim tansiyonunu sürekli ayakta tutan mizanseniyle Japon usta filmi müthiş finaline taşıyor. Her zamanki gibi alabildiğine yavaş, sakin, etkileyici şiirsel diliyle mizansenin görsel gücünden yararlanıyor. Bu vahşi kapitalizm eleştirisinde, doğa düşmanı projelerle bölge halkını nasıl tehlikeye attığını anlatan ekolojik bir korku filmi izliyoruz.
Konuya gelince… Takumi ve kızı Hana, Tokyo yakınlarındaki 6000 kişilik Mizubiki köyünde, doğanın döngülerine ve düzenine göre mütevazi, sakin bir hayat yaşıyorlar. Bir gün köy sakinleri, Takumi’nin evi yakınlarında, şehir sakinlerinin doğaya rahat bir kaçış sunacak glambing alanı inşa etme planının farkına varırlar. Tokyo’daki şirketin 2 temsilcisi toplantı yapmak için köye geldiğinde, projenin yerel su temini üzerinde olumsuz etki yaratacağı ve huzursuzluğa yol açacağı ortaya çıkar. Dağlardan ve ormanlardan oluşan el değmemiş topraklarda geyiklerin huzur içinde serbestçe yaşadığı bir bölgenin hayatı, Tokyo şirketi Playmode’un yakında gelişiyle bozulmak üzeredir. Gelenlerin uyumsuz niyetleri, hem doğa platosundaki ekolojik dengeyi, hem de yaşam tarzlarını tehlikeye atıyor ve sonrasında Takumi’nin hayatını derinden etkiliyor. Bunun farkına varan şirket Takumi’yi yanına çekmek için kendisine bekçi olarak iş teklifi götürüyor.
Bir yaşam tarzının samimi ve sürükleyici portesini çizen belgesel tadındaki film, hümanist mesajını melankolik bir tonla veriyor. Modern Japon sinemasının temsilcisi Ryusuke Hamaguchi, hem kapitalist sistemin kötülüklerini, hem de paranın çoğu zaman her şeyden daha önemli olduğu bir dünyada, kişisel etkileşmelerin hala önemli karmaşık yolları inceliyor. Bu dramatik gerilim filmi, ekolojik bir şeytan meditasyonu olarak herkesin kötülük yapma potansiyeline sahip olduğunu söylüyor. “Kötülük Diye Bir Şey Yok” özünde doğaya saygısızlığın bedeline dair uyarıcı bir öykü olarak izleyicisine ayna tutuyor. Özellikle doğal dünyanın insanlar tarafından göz ardı edilmesiyle, bozulmasıyla “Kötülük Elbette Var”.
Filmin açılış anından itibaren bizleri tabiatla, ıssız ormanlarla baş başa bırakan pastoral tadındaki görüntüler eşliğinde, Eiko İshibashi huzur verici titizlikle hazırlanmış müziklerini dinliyoruz. Film bestekarın büyüdüğü kırsal köyde çekildi ve izleyiciye görsel ve işitsel bir şölen sundu. Hagamuchi yine bilinen ağır, sakin, telaşsız anlatımlı sinema dilini kullanıyor. Uluslararası En İyi Film Oscar Ödülü sahibi “Drive My Car”da olduğu gibi bu filminde de bir uzun yol araba sahnesinde, Tokyo şirketinin kadın ve erkek bekar elemanı yalnızlık üzerine dertleşiyorlar.
ADANA’NIN OLAY FİLMİ “KURU OTLAR ÜSTÜNE”
Uzakdoğu sinemasının 30. Adana Altın Koza Festivalindeki bir başka temsilcisi Çinli yönetmen Lu Zhang’ın “Gölgesiz Kule / Bathe Ba The Buano” adlı filmiydi. Son Berlin Film Festivalinde eleştirmenlerin beğenisini kazanan bu film, yalnız yaşayan boşanmış bir yemek eleştirmen olan Gu Wentong’un hayatının bir bölümüne odaklanıyor. Gu iş yerinde fotografçı Ouyang ile tanışır. Şans eseri bu adam kendisine 40 yılı aşkın bir süredir iletişimini kaybettiği babasının nerede olduğunu söyler. Gu 5 yaşındayken annesi otobüste bir kadını taciz etmekle suçlanan kocasını evden kovmuştu. Ouyang’ın teşvikiyle Gu babasıyla yüzleşir ve bir baba-oğul ilişkisi kurulur.
Filmin senaryosunu da yazan Lu Zhang bu ilişki üzerinden bir arada olmanın, dayanışmanın, birlikte olmanın, yaraları sarmanın mümkün olabileceğini söylüyor. Baştan sona bir hüzün atmosferi içinde anlatılan bu melankolik konu, finalde Gu’nun boşandığı kadının kanser olduğu ve son günlerini yaşadığı bilgisinin gelmesiyle karamsarlığını artırıyor. Yine de Gu’nun hastahanede eski karısına veda sahnesi çok etkileyici.
30. Adana Altın Koza Film Festivali geçen yıl aramızdan ayrılan sinema tarihinin 2 büyük ustası Jean-Luc Godard ve Carlos Saura’yı birer filmle andı. Her ikisi de 91 yaşında ettiklerinde yenilikçi filmler yapmayı sürdüren benzersiz yönetmenlerdi. Filmleri ve sözleri referans alınan Jean-Luc Godard’ın ilk uzun metrajlı filmi “Serseri Aşıklar / A Bout De Souffle” (1960) belki de kariyerinin en büyük başyapıtıydı. Jean-Luc Belmondo ve Jean Seberg’in kariyerlerinin başında yıldızlaştıkları bu ikonik film Fransız Yeni Dalga Akımına başlama vuruşu yapmasıyla ünlendi. Carlos Saura 1983 Cannes Film Festivalinde 2 ödül kazanan “Carmen” filmini Georges Bizet’nin Prosper Merime’nin aynı adlı novelasından operaya dönüştürdüğü eserin İspanyol uyarlamasını yapmıştı. Filmin yenilenen kopyası Mayıs ayında Cannes Clasics kapsımında gösterildi. Cannes’da izleyemediğim bu dans ve müzik şölenini Adana’da yakalamış oldum.
Yazımı 30. Altın Koza Festivali’nin olay filmi “Kuru Otlar Üstüne” ile ilgili bilgilerle sonlandıracağım. N. B. Ceylan’ın bu filmi Merve Dizdar’ı Cannes’ın En İyi Kadın Oyuncusu ve bu festivalde ödül alan ilk Türk kadın sanatçısı yapmıştı. Film festivalde 22 eylül cuma günü aynı anda 5 salonda gösterildi. Filmin 300 tl (ve üst miktarlarda depremzadelere bağış) ücretli biletleri satışa çıkarıldığında tükendi. Basın mensuplarına salonlarda yer kalmadığı için film bizlere aynı gün, sabahın 9’unda gösterildi. Böylece Cannes’da dünya prömiyerini gördüğüm filmin Türkiye prömiyerini de Adana’da izlemiş oldum. Ve ilkinden daha çok keyif aldım. N. B. Ceylan’ın kariyerinin bu en uzun senaryolu filminin edebi, felsefi tadlar barındıran nefis diyaloglarının keyfini çıkardım. Filmin halka açık gösteriminden sonra N. B. Ceylan, yanında oyuncularıyla birlikte soruları yanıtladı.