Frankenstein
Tanrılar ve Canavarlar
Görsel olarak yönetmen kamerasının hakkını her sahnede veriyor. Gotik, fantastik, estetik görüntüler dikkat çekiyor. Filmin görselliği harcanan paraya değmiş dedirtiyor. Body horror türünün hakkını fazlasıyla veren bir eser olan Frankenstein’da, bedensel deformasyon sahneleri beklentiyi karşılıyor. Frankenstein’ın canavarı rolündeki Jacob Elordi’nin plastik makyajı da övgüyü hak ediyor.
Kim Canavar, Kim İnsan?
Yapımcılığını, yönetmenliğini ve senaristliğini Guillermo del Toro’nun yaptığı Frankenstein, yönetmenin aynı zamanda hayal projesi olarak niteleniyor. Mary Shelley’nin klasikleşmiş eseri Frankenstein’in yeni bir uyarlaması olarak 7 Kasım’da Netflix aracılığıyla seyircisiyle buluşuyor. Yönetmenin ayrı, eserin ayrı sevenleri olduğu için, film bir süredir merakla bekleniyordu. Seyircisiyle ilk kez 82. Venedik Film Festivali’nde buluştuğunda epey ilgi gören filmlerden biri olarak Venedik’e damgasını vurmuş, filmin oyuncuları çokça övgü kazanmıştı. Özellikle Frankenstein’ın yaratığı rolündeki Jacob Elordi’nin performansı öne çıkıyordu. Filmi izlediğimde aynı şeyi düşündüm. Jacob Elordi, son yıllarda oldukça popüler bir oyuncu olarak dikkat çekiyor. Hollywood’un A-liste oyuncularından sayılıyor. Yakışıklı çehresinin ve farklı tarzının da buna katkısı büyük. Onu şimdiye kadar ki izlediğim işleri arasında en yeterli bulduğum oyunculuğu Frankenstein’daki rolü oldu. Onun yeteneğinin ortaya çıkarılmasında karşısında yer alan yetenekli diğer oyuncularla, yönetmenin usta oyuncu yönetimi olduğu aşikar. Jacob Elordi’yi doğru ellerde, yetenekli insanların ışıldadığının örneği olarak gösterebiliriz. Ödül sezonunda, özellikle En İyi Makyaj ve Yardımcı Erkek Oyuncu kategorilerinde filmin adını göreceğimizi düşünüyorum. Jacob Elordi iyi de Oscar Isaac kötü mü? Asla değil. Victor Frankenstein’ın tutkusunu ateşli bir şekilde seyirciye geçirdiğini söyleyebilirim. Rolüne çok yakıştığını da eklemek gerekiyor. Filmde yer alan oyuncuların tam listesi şöyle : Oscar Isaac, Jacob Elordi, Mia Goth, Christoph Waltz, Felix Kammerer, Charles Dance, David Bradley.
Filmin 2,5 saatlik ekran süresi hiç rahatsız etmiyor. Film başladığı andan bitene kadar akıcılığını kaybetmiyor. Del Toro’nun Frankenstein’ı diyoruz; hikaye örgüsündeki kimi detay yerli yerinde dururken, bazı kısımları asıl hikayeden ayrışıyor. Dolayısıyla Del Toro’nun Frankenstein’ı demek doğru bir tabir gibi görünüyor. Açıkçası klasik bir eseri onu sevdiğin halinden çıkarıp başka bir forma dönüştürmenin her zaman iyi sonuçlanmayacağını biliyoruz. Hayal gücüyle seyircisinin kalbini kazanmış yönetmenin asıl hikayeyi sevdiği için, anlatıyı aslından çok da koparmadığını düşünüyorum. Yine de yönetmen kendi dokunuşlarını yapmayı ihmal etmiyor. Yönetmen filminde romanı birebir kopyalamak yerine, yazarın özüne sadık kalarak filmi duygusal bir tonda inşa ediyor. Yer yer mitolojiden de faydalanıyor.
Yaratmanın Yükü : Tanrı’ya Öykünmek
Victor Frankenstein’ın bilimin sınırlarını aştığı deneyinin sonucu olarak yarattığı canavarıyla Tanrıcılık oynamasını izliyoruz. Frankenstein anlatısı akıllara Zeus’a meydan okuyan Prometheus’un hikayesini getiriyor. Prometheus insanlara ateşi veriyor. Bunun bedelini acıyla ödüyor. Tüm semavi dinlerdeki ortak Tanrı inancında olduğu gibi, yaşam ve ölümün balansı Frankenstein anlatısında da aynı şekilde kabul ediliyor. Tanrı insana can veriyor, ancak zamanı gelince o canı ondan alıyor.
Frankenstein, yaşam ve ölüm arasında kısacık hayatları olan canlıların boyun eğmek zorunda kaldığı ve önüne geçemediği bu kabullenişin altını kazıyor. Tanrı Kompleksine verilebilecek en iyi örneklerden biri olarak öne çıkıyor. Victor ismi zafer anlamına geliyor. Yaratıcı konumundaki Victor, isminin karşılığını, insanlığa ölümsüzlüğü veren bir fatih olarak hak etmek istiyor. Başarmaya olan tutkusu ve inancı öyle üst bir noktada seyrediyor ki, bu uğurda her şeyi göze alıyor. Yaptıklarının sonucunu düşünmüyor. Nihayetince Victor bir Tanrı olmadığını ve herkes gibi bir insan olduğunu anlıyor.
Frankenstein anlatısının özünde Tanrı olma ve yaratma arzusu yatıyor. Del Toro bunu, bilimsel bir kibre hizmet olsun diye değil, bir yas hikayesi olarak konumlandırıyor. Kayıplarının onda yarattığı boşluğu doldurmak amacıyla ölüme ve Tanrı’ya meydan okuyor. Genel tabiriyle Tanrıcılık oynamak olarak okunan anlatıya eklenen yas dokunuşu, onu daha insani bir deneyime dönüştürüyor. Victor’un ölümü fethetme arzusunun alt metninde ölümün doğallığını reddetmesi ve sevdiklerini kaybetmesinin acısı yatıyor. Yaratığa her ne kadar ‘oğlum’ dese de, yaratık Victor’un başarısız bir Tanrı ile yüzleşmesi olarak, kendi iç hesaplaşmalarından sayılıyor. Yaratıkla her karşılaşması, yaratığın öğrenemediği her insani faaliyet, Victor’a başarısının eksikliğini hissettiriyor ve Victor, kendi adını verdiği Victor’a insan gözüyle bakamıyor. Onu bir canavar olarak niteliyor. Klasik metinde ünlenen ve herkes için ayırt edici bir cümle haline gelmiş; ‘’Ben bir canavar yarattım,’’ kalıbı Victor’un hatasını kabul ettiği ve bunu dışa vurduğunu ifade ediyor. Yaratığın bütünü; yaratıcının suçluluğu, pişmanlığı ve narsistik körlüğünden oluşuyor.
Yönetmen, yaratığı asıl canavar olarak konumlandırmıyor. Görüntünün aksine, kötülüğü içselleştiriyor. Vicdani bir sorgulamaya itiyor. Bedensel olarak güçlü ve deforme olmuş bir canlının illaki kötü olması gerekmediğine ikna etmeye çalışıyor. Ölü bedenlerin birleşimden ortaya çıkmasına, ölümün el kitabından doğmasına rağmen kötülük doğuştan gelmiyor diyor. İyiliğin de kötülüğün de yaşamın döngüsünde öğrenildiğini ve dış görünüşle alakası olmadığını dikte ediyor. Del Toro, yaratığı bir canavar olarak değil, Victor’un gölgesi olarak var ediyor. Victor; yaratıyor, ama sevmiyor. Yaratık; sevilmek istiyor, ama ifade edemiyor. Victor; kalabalıklar içinde yalnızlaşıyor. Yaratık; görüntüsünden ve dünyaya dair bilgisizliğinden dolayı izole bir yaşam sürüyor, yine de duygularını belli ediyor. Victor; kusurlarını inkar ediyor. Yaratık; kusurlarını olgunlukla kabul ediyor.
Yalnızlığın Anatomisi : Trajik Bir Kahraman
Jung’un ‘Gölge Arketipine’ göre; yaratık aslında Victor’un bastırdığı acı, kabullenmek istemediği insani zayıflıkları ve reddettiği kırılganlığı olarak yansıyor. Yani; ‘’Biz aslında korkularımızın kendisi miyiz?’’ sorusunu akıllara getiriyor. Del Toro, yazarın anne yokluğu motifine sadık kalıyor. Victor’un annesine olan bağlılığı, onu daha ilk anne-çocuk anından çıkan fikre yoğunlaştırıyor. Yani doğum fikrine odaklanıyor. Victor hayat veriyor, ama doğuramıyor. Dolayısıyla annesinin kaybından ortaya çıkan bir yaratığa hayat vermesine rağmen, onun babası olabiliyor. Yarattığına da babasının ona olan sevgisizliğini kopyalıyor. Kendi doğurmadığı, ama hayat verdiğine karşı bağlılık duymuyor. Yaratım sürecindeki tüm tutkusunu yaratığın var olmasıyla birlikte kaybediyor. Ona karşı sevgi duymuyor; çünkü onu insan olarak görmüyor. Bir hayvandan daha eksik olarak konumlandırıyor. Yaratıksa, tüm gücüne rağmen yaratıcısından korkuyor. Bu korku hissi ona duyduğu bağlılıkla doğru orantılı olarak şekilleniyor. Bu durum Lacan’ın ‘Ayna Evresi’ fikriyle örtüşüyor. Yaratık kendisinin bir yansımasını gördüğünde, aklında oluşan ‘ben’ duygusu acıdan doğuyor. Sevgiyi tatmadan, sevgiyi öğrenmeye çalışıyor.
Yaratığın sevilme ihtiyacına sahip deforme bir canlı olmasına karşılık, çekici bir adamın sevmeye olan kabiliyetsizliği bir paradoks yaratıyor. Bu durum da filmi duygusal bir trajediye dönüştürüyor. Üstelik hikayedeki Elizabeth (Mia Goth) karakterinin her iki adama bakışı, hikayenin ana fikrini destekliyor. Güzel ve Çirkin hikayesine bir gönderme olduğunu düşündüren final öncesi sekansı da sevgiye olan inancımızı güçlendiriyor. Bu arada Mia Goth göz kamaştırıyor.
Yaratığın herkes tarafından canavar olarak nitelendirilmesi; yaratığın özünü yansıtmıyor, bu düşünce insanların ona bakışıyla örtüşüyor. Del Toro Frankenstein’da; ‘’Canavarlık içsel bir etiket değil, toplumsal bir algıdır.’’ diyor. Daha önce çektiği The Shape of Water filminde de benzer bir hikayeyi anlatıyor. Filmi mutlaka görün.
Görsel olarak yönetmen kamerasının hakkını her zaman veriyor. Gotik, fantastik, estetik görüntüler dikkat çekiyor. Filmin görselliği harcanan paraya değmiş dedirtiyor. Body horror türünün hakkını fazlasıyla veren bir eser olan Frankenstein’da, bedensel deformasyon sahneleri beklentiyi karşılıyor. Frankenstein’ın canavarı rolündeki Jacob Elordi’nin plastik makyajı da övgüyü hak ediyor.
Yönetmen / Senaryo : Guillermo del Toro
Görüntü Yönetmeni : Dan Laustsen
Müzik : Alexandre Desplat
Oyuncular : Oscar Isaac, Jacob Elordi, Mia Goth, Lars Mikkelsen, David Bradley, Christian Convery, Charles Dance, Christoph Waltz, Felix Kammerer
ABD / Korku-Psikolojik Dram-Vücut Korkusu-Fantezi / 149 Dk.
















