Atatürk 1881-1919 İkinci Bölüm

Geldikleri gibi giderler…

Cumhuriyetimizin kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşamını anlatan 2 bölümlük Atatürk filmi mutlaka izlenmeli. İkinci bölümde Mustafa Kemal’in hiç kaybetmediği savaşları, savaş taktiği ustalığı, siyasi ve askeri zekası sayesinde rütbe alarak yükselişi, emrinde çalıştığı generaller ve takip ettiği liderlerden öğrendikleri ile kendisini geliştirmesi anlatılıyor. 

OrtaKoltuk Puanı:

 

İki bölümden oluşan Atatürk filminin ilk bölümünü ilk yazımda senaryo olarak beğenmediğimi yazmıştım. Ama ikinci bölüm öyle mi? İlk filmde olduğu gibi Türkiye ile beraber aynı anda 30 ülkede gösterime girecek olan ikinci filmde senaryo, Görsellik, kamera, oyunculuk, film için kurulan platolar, kostümler, müzikler şahane. O nedenle ilk yazımda tamamını izleyip ondan sonra filmin yorumunu yazmak gerektiğini belirtmiştim. Ancak yapımcılar bize iki bölümü peş peşe göstermediler. On gün sonra ikinci bölümü izleyebildik. Bizde ilk film için yorum yazmak zorunda kaldık.

Hazırlıkları 1,5 sene süren filmin çekimleri 4,5 ayda tamamlanmış. Film için İstanbul, Konya, Aksaray, Hatay, Sakarya, İzmit, Çanakkele, Makedonya’da Üsküp, Manastır, Prilep ve Pelister olmak üzere yaklaşık 80 mekân kullanılmış. Mekânların maketleri, 3D taraması yapılarak 1000 Volt ekibi tarafından previzler hazırlanarak yaklaşık 5 haftada üretilmiş. Çekimlerde kullanılan aksesuar ve proplar 8 haftada yaklaşık 40 kişilik ekiple üretilmiş. Türkiye’de ve Makedonya’da yaklaşık 60 kişilik sanat ekibi ve yaklaşık 100 kişilik konstrüksiyon ekibinin çalıştığı yapımın Çanakkale Savaşı ile ilgili sekanslarda 800 kişilik figürasyon ve 300 kişilik stunt ekibi yer aldığı yapımda patlama sahneleri için yaklaşık 30 km kablo döşenmiş.

İkinci bölümde Mustafa Kemal’in hiç kaybetmediği savaşları, savaş taktiği ustalığı, siyasi ve askeri zekası sayesinde rütbe alarak yükselişi, emrinde çalıştığı generaller ve takip ettiği liderlerden öğrendikleri ile kendisini geliştirmesi anlatılıyor. Halkının cehaletini kırmak isteyen Mustafa Kemal eğitime öylesine önem vermiş ki, cephe de askerlerine okuma yazmayı öğretirken görüyoruz kendisini. Sonrasında, ülke savunmasına katkı sağlamak için evini, ocağını, okulunu gözünü kırpmadan arkada bırakıp koşarak Çanakkale savaşına katılan 15 yaşındaki çocukları izliyoruz gözümüz yaşararak… Onbeşlilerin cepheye katıldığı günlerde sıtma hastalığına yakalanıp, tir tir titrediği durumda bile askerinin yanında olması, istirahat etmelisiniz, dinlenmelisiniz diyenlere kızıp ayakta kalması Mustafa Kemal’e hayranlığı bir kat daha artıran sekanslar. Niye bu kadar kendinizi yoruyorsunuz diyenlere “-Mesuliyetin yükü Ölümden ağırdır” cevabını veriyor Atatürk.

Türk milletin yanında olan yabancı devletleri övüp, onlar bizim müttefikimiz diyenlere çok sinirleniyor ve “-bizim müttefikimiz yok, sadece biz varız” diyor. Bütün yaşamı boyunca “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” cümlesini doğrularcasına hareket eden, Ömrünün yarısını cephelerde savaşarak geçiren Mustafa Kemal, “Harp de beni ıskalayan her mermi bir madalyadır.” cevabını veriyor silah arkadaşına.

Mustafa Kemal, doğru bildiği yolda ilerlemek için normal yaşamlarında ve cephe de, fikirlerine ve emirlerine itiraz eden en yakın arkadaşlarını kırdığı olmuştur. Ama onlarla bağlarını hiç koparmamış, koruyup gözetmiş ve zamanı geldiğinde gönüllerini almıştır. 1915 Yılında Ruslar Bitlis’i işgal ettiğinde emrinde olan çok yakın arkadaşı yarbay Nuri’yi verdiği emri dinlemediği için kendisini görevinden almış ve kendisine şu tarihi cevabı vermiştir “-Asker ne yapacağını kumandanından öğrenir…

Atatürk filminin öne çıkan diğer ismi Enver paşa. Türk halklarını Omanlı himayesi altında birleştirme idealleri olan, 1913’te Bab-ı Ali Baskını adı verilen askeri darbeyle cemiyetin iktidara gelmesini sağlayan, ittihat ve terakki cemiyetinin önderlerinden olan, Osmanlı devletinin 1. dünya savaşına girmesine öncülük eden, sonrasında Padişahın kızı ile evlenip saraya damat olup, Sarıkamış’da 78 bin şehit vermemize neden olan asker ve siyasetçiden de çokça bahsediliyor.

Enver paşanın adamları, Mustafa Kemal’e rütbe verin dediğinde onlara verdiği cevap çok ilginçtir : “-Hangi rütbe yeter ona… padişahlığı versen yukarısını ister, haşa…” iktidar ve güç sarhoşluğuna kapılan Enver ve adamları için yolun sonu geldiğinde, Vahdettin tarafından sürgüne gönderilerken adamlarından birisi “-Üzülmeyin birgün geri döneceğiz” der. Enver’in cevabı ders niteliğindedir : “-Biz döneriz de Vatan affeder mi?

Mustafa Kemal, planladığı işler yolunda gitmeyince sinir krizleri geçirir. Kriz dolu uykusuz gecenin sabahında oldukça sakindir. Annesine, kızkardeşine ve arkadaşlarına karşı oldukça sevecendir. O kriz, kendisine yeni bir plan yaptırmıştır. Şimdi o yeni planı uygulama zamanıdır.

Vahdettin, babasının ölümünün ardından taht’a oturur ama yeni padişah öldürülme ve taht’tan indirilme korkusu yaşar. Korkak Vahdettin bu nedenle yanında güvenilir adamlar arar. Bunu anlayan Mustafa Kemal, korkak Vahdettin’i avucunun içine alır. Herkes, onu padişahın adamı sanmaya başlar. Mustafa Kemal’in kafasında kurduğu vatanı kurtarma plan tıkır tıkır işlemeye başlar.

Küçük bir çocukken babasını kaybeden Mustafa Kemal’in öğretmeni ile arasında geçen dialog tam bir sistem eleştirisi niteliğinde :

“-Padişahı kim padişah yaptı?

“-Babası.”

“-Benim babam öldü. Peki, ben ne olacağım.”

“-…..”

Atatürk’ü sevmeyen yobazlar, ikinci bölümü henüz izlemediler ama izlediklerinde Mustafa Kemal’in Corin ile aşk yaşadığı ve yatakta birlikte göründüğü sahnelere gönderme yapıp türlü türlü yakışıksız yorumlar yapacaktır. Bende diyorum ki, o genç bir adam. Elbette sevgilisi olacak ve sevişecektir. İki sevgili 1913-1916 yıllarında birbirlerinden uzak kaldıklarında sürekli mektuplaşmıştır. Corin ve Mustafa Kemal’in mektuplaşmalarını merak edenler, birbirlerine neler yazdığını öğrenmek için Corin’in yeğeni Melda Özverim’in kitabını okuyabilirler.

Cumhuriyetimizin 100. yılını kutladığımız bugünlerde, tarihsel aksaklıkları mevcut olsa da sinematografik olarak oldukça başarılı olan prodüksiyonun ikinci filminin 2024’ün Ocak ayını beklemeden ilk filmin etkisi geçmeden, en geç Kasım ayı sonunda vizyona sokulmasının doğru bir karar olacağını düşünüyorum. Seyirciler, ilk bölümden çıkar, sıcağı sıcağına karşı salonda ki ikinci bölüme girer filmi ogün bitirmiş olur. Filmin yapımcılarının önerdiğim vizyon durumunu değerlendireceklerine inanıyorum.

Filmin ilk bölümünün senaryosunu, anlatılışını beğenmemiş ve 2,5 puan vermiştim. İkinci bölümün iki yönünü beğenmediğim için 4 puan veriyorum. İki bölümde de zaman içinde gidip gelmelere bolca yer verildiği için anlatılan hikaye de kopmalar oluyor ve takip edilmesi zorlaşıyor. Bir bakıyorsun Mustafa Kemal Çanakkale’de savaşta, sonrasında hoop 1800’lere çocukluğuna dönüyoruz. Bir süre sonra hoop 1900’lere gidiyoruz, sonra başka bir tarihe. Atatürk’ün yaşamı ve savaşları kronolojik sıraya göre anlatılsaydı daha vurucu olurdu düşüncesindeyim. Halkımızın okuma, yazma, eğitim oranını ele aldığımızda zaman içinde gidip gelmelerin olmadığı kronolojik düz bir anlatım, Atatürk’ü anlayamayan ya da anlamak istemeyenlerin kafasına mıh gibi çakılırdı. İkinci eksiklik ise tarihsel hatalar. Bu hatalara girmek istemiyorum, girersem yazı çook uzar.

Kendinize bir iyilik yapıp zaman ayırınız, bu iki bölümlük Atatürk filmini mutlaka izleyiniz. İlk bölümde Mustafa Kemal’in yeniçeri kıyafeti ile baloya katıldığı sahne, Trablusgarp çöl sahneleri ve bölüm sonunda Tekirdağ’ın karakış soğuğunda askerleri ile yaptığı konuşma sahneleri, ikinci bölüm finalinde düşman donanmasının Dolmabahçe önlerine demir attığı görüntülerde Mustafa Kemal’in gözlerinin içi gülerek yaverine söylediği o tarihi cümle : “-Geldikleri gibi giderler…” sahnesi görülmeye değer.

Sonuç itibarı ile Cumhuriyetimizin kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşamını anlatan 2 bölümlük Atatürk filmi mutlaka izlenmeli. Atatürk’ü sevmeyen yobazlar da, ömrünün yarısı cephelerde geçmiş bir liderin kula kulluk edilen, babadan oğula geçen hanedanlığın tam ortasında hazırda bulmadığı bir Cumhuriyeti ‘onlar da özgürce yaşasın’ diye nasıl kurduğunu izlemeli ve Mustafa Kemal e teşekkür etmeli.

Yönetmen : Mehmet Ada Öztekin

Senaryo : Necati Şahin

Görüntü Yönetmeni : Torben Forsberg

Kurgu : Zeki Öztürk, Ruşen Dağhan

Müzik : Batu Şener

Oyuncular : Aras Bulut İynemli, Sarp Akkaya, Songül Öden, Darko Perić, Mehmet Günsur, Berk Cankat, Esra Bilgiç, Sahra Şaş, Bertan Aslani, Beran Kotan, Hamdi Alkan, Predrag Bjelac, Emre Mete Sönmez

Türkiye / Tarihi-Biyografi-Dram / 144 Dk

1 YORUM

  1. Enver Paşa Mustafa Kemal’in komuta ettiği tüm savaşları kaybetmesini arzulamıştı

    HAKAN SONOK

    Padişah Vahdettin: bir millet var, koyun sürüsü… Buna bir çoban lazım… O da benim…

    Padişah Abdülaziz: (Eliyle burnunu karıştıran bir simitçiyi göstererek) “Millet millet dedikleri şu herif değil mi? ( Halid Ziya Uşaklıgil’in, Sultan Beşinci Mehmed’in başkâtipliği görevine atandıktan sonra yazdığı anıları; “Saray ve Ötesi’nde”)

    Üç ayrı film; beş Altın Küre ödüllü “Oppenheimer” (2023), sekiz Oscar ödüllü “Amadeus” (1984) ve Mehmet Ada Öztekin’in “Atatürk”ü (2023) bence birer Mozart (Atatürk) ve Salieri (Enver) öyküsü…

    Kısaca şöyle denebilir ve özetlenebilir: Lewis Strauss (1896-1974) Julius Robert Oppenheimer’ın (1904-1967), Antonio Salieri (1750-1825) Wolfgang Amadeus Mozart’ın (1756-1791) , Enver Paşa (1881-1922) Mustafa Kemal Atatürk’ün (1881-1938) dehasını delice ve her şeyden çok kıskanmıştı…

    Atatürk 1881- 1919 filminin ikinci yarısını filmin dördüncü günü olan 8 Ocak 2024 Pazartesi sabahı saat 10: 30 seansında nihayet 46 kişilik bir salonda tek seyirci olarak seyrettim…Kendimi sinema salonu kapatmış gibi hissettim…Cep telefonlarını açarak çevresindeki herkesi taciz edenlerden kendimi korumuş olmaktan dolayı çok mutluyum…İlk bölümü 1.611.591 seyirci bulmuştu…İkinci bölüm 3 günde 143.431 seyirci topladı…

    Futbolcu Neymar’ın bile hayranları arasında olduğu “Yedinci Koğuştaki Mucize” Atatürk filminin de yönetmeni olan Mehmet Ada Öztekin’in imzasını taşıyordu ve 5.365.522 seyirci toplamıştı…Güney Kore yapımı “Miracle in Cell No 7” adlı filmden aynı adla uyarlanan “7.Koğuştaki Mucize” için haksız yere suçlanan bir babayla, yalnız kalan küçük kızının buluşma hikayesi denebilir…Bu film Türkiye’nin Oscar aday adayı olarak “Miracle in Cell No. 7” adıyla Los Angeles’a yollanmıştı…

    Atatürk Filmi ikinci bölüm 1915’te başlıyor ve Gelibolu savaşına bizi götürüyor…Çanakkale’de Alman tümgeneral Liman von Sanders (1855-1929) tüm savunmadan sorumluydu…Sanders 1908’de tümgeneralliğe terfi etti…1913’te Alman ordusu tarafından Osmanlı ordusundaki islahat çalışmalarını denetleyen heyetin başkanı olarak görevlendirildi…Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale’deki beşinci ordunun komutanıydı…Liman von Sanders Birinci Dünya Savaşı sonunda İngiltere’nin esiri olarak Malta adasına kapatıldı…Orada yazdığı anıları 1920’de kitap olarak yayınlandı…

    Sanders “Türkiye’deki Beş Yılım”da (Türkçe çeviri: Eşref Bengi Özbilen; Yayınevi: Türkiye İş Bankası) 8 Ağustos 1915 Pazar gününden şöyle bahsediyor:

    “Daha o akşam Anafarta kesimindeki bütün birliklerin kumandasını Arıburnu cephesinde en kuzeyde bulunan 19. tümen kumandanı albay Mustafa Kemal beye verdim…Savaş meydanındaki ilk büyük başarılarını Bingazi’de göstermiş olan Mustafa Kemal sorumluluk almaktan kaçınmayan bir kumandandı…25 Nisan pazar günü sabahında kendiliğinden 19. tümenle kararlı bir şekilde müdahale etmiş, ilerlemekte olan düşmanı sahile kadar geri itmiş ve sonraki üç aydan fazla sürede bütün şiddetli hücumlara inatla ve ara vermeksizin başarıyla karşı koyarak Arıburnu cephesinde bulunmuştu…Azmine kesinlikle güvenebilirdim…Şimdiye kadar üç defa emredilmiş olan Azmakdere’nin iki yanından hücum 9 Ağustos 1915 Pazartesi sabahı Mustafa Kemal’in kumandası altında yapıldı ve düşman çeşitli noktalarda sahile kadar atıldı…(…) Mustafa Kemal 10 Ağustos 1915 Salı sabahı başlıca Güney Grubu’ndan gelen takviyelerle şahsen yönettiği şiddetli bir hücumla önce Kocaçimendağ’ın tepesindeki ve sonra bitişiğindeki Conkbayır Tepesi’ndeki İngiliz piyadelerini bu tepelerin kuzey yamacında büyük bir miktar geriye atmayı başardı.Böylece, çevreye hakim masif (tepeler) Türklerin elinde kaldı…”

    Osmanlı İmparatorluğu 500 yıl boyunca Orta Doğu’nun hakimi olmuş, çok çeşitli badireleri , bir tanesi de Napoleon olan çok çeşitli belaları atlatmıştı…Napoleon 40.000 askeriyle Orta Doğu seferi düzenlemişti…1699 Sremski Karlovci (Karlofça) anlaşması Osmanlı’nın toprak kayıplarının ilk kilometre taşıdır…1783’te Vladimir Putin’in esin kaynağı olan Rus İmparatoriçesi Catherine (1729-1796) Kırım’ı Osmanlı’dan alıp Rusya’ya katmıştır…Osmanlı 1565’te Malta’yı ele geçirmeye çalışmış,başaramamış, 1571’de Lepanto deniz savaşındaki büyük yenilgiyi 11 Eylül 1683’te Viyana yenilgisi takip etmişti…Böylece Osmanlı düşüş dönemine girmişti…1827’de Navarino’da İngiltere, Fransa, Rusya donanmalarının Osmanlı donanmasını yok etmesi Yunanistan’ın Osmanlı’dan bağımsız bir ülke olması için düzenlenmiş bir baskındı… 1853’te Rusların Sinop’ta Osmanlı donanmasını yok etmesi Osmanlı’nın çöküş dönemindeki en büyük felaketlerden biriydi…1878 Osmanlı Rus savaşıysa Osmanlı tarihindeki en büyük felaketti…Çünkü Rus ordusu bugünkü İstanbul Atatürk Havaalanı çevresinde toplanmıştı…

    Birinci Dünya Savaşı döneminde İngiltere Osmanlı topraklarındaki Arapları Osmanlı devletine karşı isyana teşvik için Mısır Kahire’de devasa bir merkez ofis oluşturmuştu…

    Osmanlı 1878’de Ruslara yenilince İstanbul’dan Rus ordusunu çıkaran İngiltere’ye Kıbrıs’ı,1911-1912’de 12 Adaları savaş kaybettiği İtalyanlara, 1912-1913’te Selanik dahil Balkanları savaş kaybettiği Bulgaristan, Yunanistan,Sırbistan ve Karadağ dörtlüsüne vermek zorunda kalmıştı…

    Osmanlı’da çökmeden önce 20. yüzyıl başında yıllık gelir 1 lirayken, yıllık masraf 10 liranın üzerine çıkmıştı…(Kaynak kitap: Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi Prof. Dr. Erdinç Tokgöz)

    1914 yaz aylarında personeli ve komutanı Alman olan iki savaş gemisinin (Goeben ve Breslau) Osmanlı bayrağı çekerek Karadenizdeki Rus şehirlerini bombardıman etmesi de Enver Paşa’nın savaş suçlarına dahil edilmelidir…Böylece Rusya, İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan ve ABD ittifakıyla savaşa tutuşmuş olduk…1915’te Çanakkale’de Yunan ordusunu da karşımızda bulmadıysak bunu o dönemdeki Yunan Kralının (1. Constantine) Almanyaya yüksek düzeydeki sempatisiydi…Kral Alman imparatorunun (2. Wilhelm) kızkardeşiyle evliydi!

    Enver Paşa neredeyse yedi cihan devletinin birden Osmanlıya savaş açmasına neden olarak imparatorluğun kaybedilmesinde baş rolü üstlenen büyük kumarbazdı…İmparatorluğun 19. yüzyılda ve 20. yüzyılda kaybedilen topraklarını geri almak vaadiyle yola çıkan Enver Paşa büyük kumarbazdı…Kumar masasında imparatorluğu kaybedecek kadar gözü dönmüştü ve kibirliydi…Enver Paşa’nın kötü yönetimi, 21,3 milyon nüfusla devraldığı İmparatorluğu Alman İmparatorunun kuyruğuymuş gibi idare etmesi, imparatorluk vatandaşı Rum, Ermeni, Arap halklarının isyanlarıyla birlikte yaklaşık 3,3 milyon ölüye maloldu…

    Enver Paşa komutasında başlatılan Sarıkamış harekatında, kutup soğuklarından korumayan yazlık üniformalar, yetersiz teçhizat 90.000 Türk askerinin vefatına yol açmıştı…

    Osmanlı Ordusu dünya savaşında iki büyük zafer kazandı…Çanakkale’de ve Kut’ül -amara’da…Bu da savaşın sonundaki büyük mağlubiyete etki etmedi…

    14 Eylül 1910 Çarşamba günü Alman ordusunun tatbikatına gözlemci olarak katılan İngiliz Winston Churchill Alman İmparatorunun kendisiyle birkaç dakika Osmanlı Ordusu’nun generali Enver Paşa’yla uzun uzun konuştuğunu söylemişti…Yıllar sonra (1914’te) Churchill Enver Paşa’dan Almanya lehine savaşa girmemesini isteyecekti…1910’daki Tatbikat alanı siyah beyaz renklerle (Prusya renkleri) donatılmıştı diyor, Churchill…

    Enver Paşa, 5 Mart 1914 tarihinde Sultan Abdülmecid’in torunu ve Şehzade Süleyman Efendi’nin kızı Naciye Sultan ile evlenerek Osmanlı sarayına damat olmuştu…

    Murat Bardakçı Enver Paşa’nın öyküsünü, serüvenlerini kitaplaştırdı…1922’de uzak diyarların haritalarda bile yeralmayan ücra bir tepesinde Rus süvarisinin namlusundan çıkan domdom kurşunu ile noktalanan 41 senelik macera dolu bir hayattı bu…

    Murat Bardakçı’nın, Paşa’nın ailesi tarafından doksan küsur sene boyunca muhafaza edilen ve şimdiye kadar yayınlanmamış özel evrakı ile sivil ve askerî arşiv belgelerine dayanarak kaleme aldığı Enver, tarihimizin bu çok önemli ismini her yönü ile ortaya koyarken, onun hakkında yanlış bilinen birçok konunun gerçeğini de gözler önüne seriyor.

    Mustafa Kemal Paşa’nın Çanakkale ve Doğu Anadolu’daki başarılarının gölgesinde kalmak Enver Paşamızı tam anlamıyla delirtmişti…1924’te Cumhuriyet gazetesini kuracak olan Yunus Nadi’nin Tasvîr-i Efkâr gazetesinde Mustafa Kemal’in askeri başarılarını konu etmesinin Enver’in yolladığı polis memurlarının baskısıyla engellenmesi Atatürk filminin anahtar sahnelerinden biri…Enver Paşa Mustafa Kemal Paşa’nın girdiği tüm savaşları kaybetmesini çok arzulamıştı…

    Bu film Mustafa Kemal’in en az Napoleon Bonaparte kadar büyük bir planlama ve planlarını uygulama dehası olduğunu anlatıyor…Film Mustafa Kemal’in Mayıs 1919’da Samsun yolculuğunun arifesinde sonlanıyor…Mustafa Kemal gerçek büyük aşkı olan hanımı vatanındaki düşman istilasına son verebilmek için feda etmek zorunda kalıyor…

    Atatürk’ün büyük aşkını konu alan kitabın yazarı Melda Özverim, bir Cumhuriyet Bayramı’nda İstanbul’da dünyaya geldi. İlkokulu Roma’da okudu, Erenköy Lisesi’nden mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesi İngiliz Filolojisi Bölümü’nü bitirdi. Burada Halide Edip Adıvar ve Mina Urgan’ın öğrencisi oldu. Melda Özverim, 1960 yılında evlendikten sonra Almanya’ya yerleşti. 1991 yılında Almanya’daki ilk Atatürkçü Düşünce Derneği’ni kurdu. 1996’da diğer dernekleri çatısı altında toplayan Almanya Atatürkçü Düşünce Dernekleri Birliği’ni kurdu ve başkanlığını yaptı. Melda Özverim’in ilk kitabı “Mustafa Kemal ve Corinne Lütfü” Almanca’ya çevrilmiştir…Melda Hanım Atatürk’ün büyük aşkı Corinne’in yeğenidir…

    Madam Corinne Lütfü (Tergiman) (1883-1946)

    Madam Corinne Lütfü, 1883 yılında İstanbul’da doğmuştur. Cenova’dan İstanbul’a gelerek Türkiye’ye yerleşmiş ve Türk tabiiyetine girmiş Levanten bir İtalyan aileye mensuptur. Büyükbabası Gregoire, Osmanlı Sarayında tercüman olarak görev aldığı için aile soyadı olarak Tergiman’ı seçmiştir. Madam Corinne’nin babası, uzun bir dönem Osmanlı hükümetleri için çalıştığından liyakat madalyası da almış olan Bahriye Nezareti tercümanı miralay (Albay) Doktor Luigi’dir. Aile arasında Louis olarak bilinen Luigi, Tıbbiye’yi İstanbul’da bitirmiş ve hekim olarak albaylığa kadar yükselmiş saraya da hizmet vermişti. İlerleyen yaşlarında paşa rütbesi de verilen Luigi, adını da İsmet olarak değiştirmiş ve 1923 yılında hayatını kaybetmiştir. Annesi ise Mısır Hidivlerine dayanan Adelaide Bedan Hanımdır. Büyük amcası, 1841 doğumlu Türk ordusunda görev almış, Ferdi Paşa diye de tanınan General Ferdinand, bir diğer amcası ise, eczacılık eğitimi alan ve Beyoğlu’nda ünlü Limoner eczanesinin sahibi olan Felix idi. Ailenin tüm bireyleri Osmanlılığı benimseyip, Türkiye’yi vatan gören ve bunu da her zaman kanıtladıkları bilinen kimselerdi. O kadar ki, Ferdinand’ın ölümü sonrası eşine Fransız pasaportu teklif edildiğinde “eşim Osmanlı paşasıydı ve Osmanlı devletine hizmet etmişti ben de Osmanlı vatandaşı kalmak istiyorum” diyerek reddetmişti.

    Zübeyde Hanım ve oğlu

    Napoleon ve Mustafa Kemal benzersiz bir anne oğul sevgisine, bağına sahipti…Zübeyde Hanım ve Latife Hanımla ilgili yazılan tüm tarih kitaplarında Zübeyde Hanım eğer aniden ölmeseydi Mustafa Kemal’i 1000 gün boyunca çok mutsuz, bedbaht edecek Latife Hanımın gelin adaylığına şiddetle karşı çıkacağından bahsediyor…Zübeyde Hanım Latife Hanımdan hiç hoşlanmamıştı…Ancak bunu oğluna söyleyemeden ne yazık ki vefat etti…

    Bir süre önce, Antalya’da Doğu Garajı İş Bankası Yayınları satılan dükkandaydım küçük çocuk babasına Murat Bardakçı’nın yeni kitabını göstererek (“Sizi Serbest Bırakmayı Muvafık Bularak Tatlik Ettim – Mustafa Kemal Paşa ile Latife Hanım’ın Boşanmaları”) sordu: “Neden boşandılar?”
    Babası cevap verdi: “Latife Hanım çok kıskançtı.Atatürk’ün rakı içmesine, arkadaşlarına, akşam-gece sofralarına kadar her şeyine karışıyordu, müdahale ediyordu! Evlilikleri yine de 1000+ gün sürdü”

    Mustafa Kemal Atatürk , Fikriye Hanım ve Latife Hanım hakkında 12 ayrı yazar tarafından yazılan 13 kitabın tam listesi!

    Mustafa Kemal Atatürk’ü parmağında oynatmak isteyen şımarık, hırçın, hırslı, çok kıskanç, genel kültürü olağanüstü olan, çok sayıda yabancı dil bilen, küstah,ukala, eşiyle her fırsatta kavga edebilmek için bahane arayan,patavatsız, fazla dobra dobra konuşan, çok bilmiş, kendini dünyanın merkezi sayan, bulunmaz Hint kumaşı olduğunu zanneden, çocukluğunda ve gençliğinde dadılarla,uşaklarla, hizmetçilerle, aşçılarla,seyislerle dolu adeta saray gibi bir evde büyümüş bir kadındı Latife Hanım; çok zengin bir babanın kızıydı…

    Milyonlarca kadın hayranı olan, bir milletin kaderini değiştiren bir komutanla, 20. yüzyılın en değerli devlet adamlarından biriyle evlendiğini evli olduğu 1000+ gün boyunca değil ne yazık ki eşinden boşandıktan sonra algılayabilmişti…Hakkındaki kitaplar okunduğunda ne yazık ki Mustafa Kemal Atatürk’e zihinsel bir yorgunluk armağan ederek çekip gittiği anlaşılmaktadır…Yaygın iddialara göre Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım yakından tanıdıktan sonra Latife Hanıma çok kırık bir not verdi…”Atatürk’e sakın Latife Hanımla evlenme…Bu kızla evlenirsen çok ama çok mutsuz olacaksın-olursun” demeye hazırlanıyordu…Bedeni ve ruhu çok yıpranmış durumdaki, çok sayıda kronik hastalığı olan Zübeyde Hanım ne yazık ki oğluna bu kızla evlenmemesi gerektiğini söyleyemeden vefat etti…

    Mustafa Kemal Atatürk’ün en büyük şanssızlığı çok sevdiği sevgilisi Fikriye Hanımın vereme yakalanması, tedavi için Mustafa Kemal Atatürk’ten çok uzaklara gitmek zorunda kalmasıydı…

    Latife Hanımın yıkılması için elinden gelen her şeyi yaptığı yıkıldığında da çok pişman olduğu bir evliliğin hikayesini anlatan kitaplar:
    1-Nezihe Araz “Mustafa Kemal’le 1000 Gün”,
    2-Ahmet Gürel ve Eren Akçiçek “Latife Mustafa Kemal”,
    3-Murat Bardakçı “Sizi Serbest Bırakmayı Muvafık Bularak Tatlik Ettim – Mustafa Kemal Paşa ile Latife Hanım’ın Boşanmalarının belgeli öyküsü”,
    4-Halit Refiğ “Gazi ile Latife: Mustafa Kemal’in Yaşamından Bir Kesit”
    5-Oğuz Akay “Tek Kadın Latife”
    6-Halil İbrahim Özcan “Çankaya’nın Duvaksız Gelini Fikriye”
    7-İsmet Bozdağ “Atatürk ve Eşi Latife Hanım”
    8-İsmet Bozdağ “Gazi ile Latife”
    9-İpek Çalışlar “Latife Hanım”
    10-Hıfzı Topuz “Gazi ve Fikriye”
    11-Mehmet Sadık Öke “Teyzem Latife”
    12-İsmet Bozdağ-Atatürk’ün Başyaveri Salih Bozok Anlatıyor
    Latife ve Fikriye İki Aşk Arasında Atatürk
    13-Nesrin Aydemir “İki Aşk Arasında Atatürk”
    14-Murat Bardakçı “”Sizi Serbest Bırakmayı Muvafık Bularak Tatlik Ettim – Mustafa Kemal Paşa ile Latife Hanım’ın Boşanmaları”

    Mustafa Kemal Atatürk 1923’te annesinin İzmir’deki kabristanında şunları söylemişti:

    “Zavallı annem bütün millet için ülkü olan İzmir’in kutsal topraklarına bedenini vermiş bulunuyor. Arkadaşlar, ölüm, yaratılışın en doğal bir kanunudur. Fakat böyle olmakla beraber bazen ne üzüntü verici görünüşler olur. Burada yatan annem, eziyetin, zorlamanın bütün milleti felâket uçurumuna götüren bir keyfi idarenin kurbanı olmuştur. Bunu açıklamak için izin verirseniz acı hayatının belli birkaç noktasını sunayım. Abdülhamit devrinde idi. 1320 (1905) tarihinde mektepten henüz kurmay yüzbaşı olarak çıkmıştım. Hayata ilk adımı atıyordum. Fakat bu adım hayata değil, zindana rastladı. Gerçekten bir gün beni aldılar ve baskı idaresinin zindanlarına koydular. Orada aylarca kaldım. Annemin, bundan ancak hapisten çıktıktan sonra haberi olabildi. Ve derhal beni görmeye koştu. İstanbul’a geldi. Fakat orada kendisiyle ancak üç beş gün görüşebildim. Çünkü tekrar baskı idaresinin casusları, cellatları ikametgâhımızı sarmış ve beni alıp götürmüşlerdi. Annem ağlayarak arkamdan takip ediyordu. Ben, sürgün yerime götürecek olan vapura bindirilirken benimle görüşmesi engellenen annem göz yaşlariyle Sirkeci rıhtımında acılar ve kederler içinde bırakılmış bulunuyordu. Sürgün yerinde geçirdiğim tehlikeler onun hayatının acılar ve göz yaşları içinde geçmesine sebep olmuştur. Başka bir nokta daha: Mütareke zamanında Anadolu’ya geçtiğim zaman, annemi acılı bir halde İstanbul’da bırakmak zorunda kaldım. Yanımda kendisinin arkadaşlık ettiği bir adamım vardı. Bunu Erzurum’dan İstanbul’a gönderdiğim, zaman annem bu adamın yalnız olarak geldiğinden haberli olduğu dakikada, benim hakkımda halife ve padişah tarafından verilmiş olan idam kararının yerine getirildiğini zannetmiş ve bu zan, kendisini felce uğratmış. Ondan sonra bütün mücadele seneleri onun hayatını acı, üzüntü içinde geçirtmişti. Padişah ve hükûmetinin ve bütün düşmanların daima baskı ve işkencesi altında kalmıştı. İkametgâhı bin türlü bahanelerle ve nedenlerle basılır ve araştırılır, kendisi rahatsız edilirdi. Annem üç buçuk senelik bütün gece ve gündüzlerini göz yaşları içinde geçirdi. Bu göz yaşları ona gözlerini kaybettirdi. Sonunda çok yakın zamanda onu İstanbul’dan kurtarabildim. Ona kavuşabildim ki, o artık maddi olarak ölmüştü, yalnız manevi olarak yaşıyordu.
    Annemin kaybından şüphesiz çok üzüntülüyüm. Fakat bu üzüntümü gideren ve beni avutan bir konu vardır ki, o da anamız vatanı yok olmaya götüren idarenin artık bir daha geri gelmemek üzere yokluk mezarına götürülmüş olduğunu görmektir. Annem, bu toprağın altında, fakat millî hâkimiyet sonsuza dek devam etsin. Beni teselli eden en büyük kuvvet budur. Evet millî hâkimiyet sonsuza dek devam edecektir. Annemin ruhuna ve bütün ataların ruhuna üzerime almış olduğum vicdan yeminimi tekrar edeyim. Annemin mezarı önünde ve Allah’ın huzurunda yemin ediyorum, bu kadar kan dökerek milletin kazandığı ve elde tuttuğu hâkimiyetin korunması ve savunması için gerekirse annemin yanına gitmekte asla kararsız davranmayacağım. Millî hâkimiyet uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun…”

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz