Spor için film yapmak…

Önümüzdeki günlerde virüs belası bitince salonlarımıza uğrayacak olan ‘The Hunt’ filmi, gerek ‘Running man’ gibi bilimkurgu formatında, gerekse de ‘Labirent’ serisindeki gibi fantastik/macera filmi türünde birçok defa karşımıza gelmiş ama yine de ilginç olabilecek ‘insan avı’ gibi bir konuyu işliyor.

Yönetmenin ve yapımcıların açıklamaları her ne kadar filmin sadece ‘heyecanlandırmak’ ve ‘eğlendirmek’ amacıyla çekilmiş olduğu yönünde olsa da, filmin özellikle Amerika’da yarattığı tartışmalar ve saf aksiyon sineması görüntüsü altındaki sosyal imaları, karakterlerini değişik politik cephelere koyması ve ucundan kıyısından değinmiş gibi görünse de ‘mülteciler’ gibi çok güncel bir konuya senaryosunda yer vermiş olması aslında bir açıdan sinematografik dilinin ve başarısının önüne geçiyor…

Bu konulara geri döneceğimizi belirterek filmin, akış açısından ve karakterleri sunma açısından ‘beklenmedik’ bir yol izlediğini ancak mizah veya kinaye taşıması gereken açıklamaların bu kadar kan ve şiddet arasında biraz ‘boğulduğunu’ ve hikayedeki gizem yavaş yavaş ortaya çıktıktan sonra ise biraz ‘intikam filmi’ kalıplarına döndüğünü de söyleyelim…

Birbirine yabancı on iki kişi, bir sabah kendilerini, nerede olduklarını bilmedikleri bir ormanın yanındaki açık alanda bulurlar… Birbirini hiçbir şekilde tanımayan ve görünürde hiçbir ortak noktaları bulunmayan bu on iki kişi, birden kendilerinin eli silahlı kişilerin hedefi ve bir tür ‘avı’ olduklarını fark ederler… Etraflarındaki tuzaklardan ve silahlardan kurtulmaya çalışan bu kişilerden biri olan Crystal yavaş yavaş kimlerin bu ‘kanlı oyunu’ planladığını ve onlara nasıl karşı koyulacağını çözmeye başlar.

Amerika’da yaşanan tartışma…

4 Ağustos 2019 sabahı önce Colorado ve Teksas’da, birkaç gün sonra da Kaliforniya’daki bir festivalde yaşanan silahlı saldırılar ve cinayetler Amerika’nın her tarafında ciddi anlamda ses getirdi ve tepki topladı. Bu saldırıların ‘ırkçı’ temelli görünmesi kuşkusuz olayı daha da hassas bir duruma getiriyordu. Tam bu sırada gösterime girmesi planlanan ‘The Hunt’, en azından görsel olarak ‘ birbirlerini sadece zevkine öldüren Amerikalıları’ gösterdiği için, tepkilerle karşılanınca, filmin dağıtımcı şirketi çıkışını iptal etti. Amerika’da, zaten silah sahibi olmanın kolaylığı üzerine bir tartışma sürerken çok sayıda önemli medya organının ve hatta başkan Trump’ın bile, üstü kapalı olarak ‘ayrıştırıcı’ gördüğü ‘The Hunt’ı eleştirmesi belki de filmin hiçbir zaman gösterilmemesi riskini de gündeme getirdi…

Peki ‘The Hunt’ filmi gerçekten bu tepkileri ve eleştirileri hak eden bir filmi mi?

Aslında ilk bakışta gördüğümüz sadece kurban daha doğrusu ‘av’ konumunda bulunan karakterlerin değişik yaş grubuna ve cinsiyete sahip olmalarına rağmen, genelde sosyal olarak ‘orta’ veya ‘orta-alt’ sınıfa ait olmaları, genelde ‘silahlanma’ konusunda (kendilerinin de bir şansı olsun diye sunuluyor) çekimser olmamaları ve hiçbirinin değişik bir etnik kökene sahip olmamaları yani bir anlamda ‘safkan’ ve ‘öz be öz’ Amerikalılar olması… Üstelik filmin ilerleyen bölümlerinde, bu karakterlerin bazılarının ‘av meraklısı’ veya askeri geçmişe sahip olduğunu anlayınca ‘katiller’ ve ‘kurbanlar’ arasındaki ayrım daha net bir şekilde ortaya çıkıyor: filmde ‘avlayanlar’ zengin, snop ve ‘elitist’ kişilerken, ‘avlananlar’ ise daha ‘proleter’ tarzda, kas gücüne güvenen ve daha içgüdüsel davranan karakterler… Bu bağlamda bakınca filmde (en azından) bir sosyal sınıf ayrımı yapıldığı ve sunulduğu aşikar. Bizce film bunu kullanıyor ama ‘sömürmüyor’!

Sosyal sınıfta kalmak…

Ancak bizce filmin asıl ‘tehlikeli sulara’ girdiği ve doğal olarak tepki topladığı bölüm, sosyal sınıftan ziyade politik ‘karşılıklara’ ve etnik kökenlere dokunduğu alanlar olarak göze çarpıyor. Çünkü filmdeki nerdeyse zevk için bu ‘kanlı oyunu’ planlayan karakterler, sadece zengin değil aynı zamanda da değişik etnik kökene sahip olabilecek (özellikle bir tanesi bir yerde Suriyeli rolü oynuyor) ve de daha önemlisi pek dindar olmayan, hatta ‘ateist’ olabilecek kişiler… ‘Avlananlar’ ise Avrupalıların deyişiyle ‘Redneck’, ‘orta-alt’ sınıf, beyaz, protestan Amerikalılar… İşin daha da kritik olan yanı, burada ‘tutucu’ görünen, beyaz Amerikalı kurbanları ‘Cumhuriyetçiler’, onları avlayanları ise ‘Liberaller’ olarak yorumlayabiliriz. Bu yorum da ister istemez filmi çok daha derin, tartışmaya açık ve bazı açılardan ‘ayrıştırıcı’ olarak nitelendirilecek bir çerçeveye oturtuyor…

Belki biraz ‘naif’ bir bakışı açısı olacak ama bu kadar kanlı, şiddetli ve hızlı tempodaki bir filmde, biz yönetmenin bu meseleye bu kadar odaklanmadığını, amiyane tabirle ‘pek kafaya bile takmadığını’ düşünüyoruz. Kuşkusuz değindiğimiz politik yorumlar havada kalmıyor ve hikayede karşılıkları var. Ancak sanki yönetmen bunları, filmine biraz gayri ihtiyari serpiştirmiş ve bu göndermeler, asıl hikayenin arka planını oluştururken, ‘kendiliğinden çıkmış’ gibi duruyor. Dolayısıyla burada yönetmeni ‘kötü niyetli’ olarak değil ama belki ‘dikkatsiz’ olarak değerlendirmek daha yerinde olur.

Asıl kahraman kim…

The Hunt’ın daha sinematografik yönüne dönecek olursak… Bizce asıl şaşırtıcı nokta ana karakterlerin belirsizliğinden daha doğrusu ‘ana karakter aldatmacalarından’ kaynaklanıyor. Biraz açmamız gerekirse, bilindiği gibi her filmde bir veya birkaç ana karakter genelde filmin başında bize tanıtılır, ardından seyirci onlarla empati kurar ve hatta özdeşleşebilir. Hikayenin sonuna kadar olayları onun bakış açısından izleriz, filmdeki ‘rehber’ olarak onu seçmek isteriz. Doğal olarak da hikayenin bitişinde de, amacına ulaşmasa da en azından yaşamasını bekleriz. Bu gidişatı ilk defa tersyüz eden ve kendi başına adeta devrim yaratan film, büyük usta Alfred Hitchcock’un başyapıtı ‘Sapık’(1960) filmidir. Beklentinin aksine filmin o zamana kadarki asıl karakteri, filmin yarısına gelmeden (o efsanevi duş sahnesiyle) öldürülür ve sonrasında asıl kadın karakter, olayı araştıran kız kardeşi olur. Bu ‘aldatıcı adım’ tekniğini, epey bir zaman sonra Wes Craven da ilk ‘Scream’ (1996) filmini çekerken tekrarlamıştır…

The Hunt’da da bir anda kendilerini başıboş bir alana bırakılmış ‘açık hedef’ hatta ‘kurbanlık koyun’ gibi bulan karakterlerden bazıları ön plana çıkıyor, kendilerini seyirciye ‘asıl kahraman o olacakmış’ gibi gösteriyor. Hatta hikayeye, bir tanesinin bakış açısından ve gözünden giriyoruz. Ancak onların her biri hiç beklenmedik anlarda, erkenden ölüyor, senaryodan yok oluyorlar. Bu ‘baş döndürücü’ gidişat her ne kadar film ve karakterlerle aramıza bir mesafe koysa da senaryoya bir ‘dinamizm’ de katıyor. Aynı şekilde hikayenin ‘asıl’ kahramanını gördüğümüzde ve ‘O’ olduğundan emin olduğumuzda, anlık bir ‘rahatlama’ yaşasak da filmin biraz tempo kaybettiği kesin…

Asıl kadın kahramanın ‘cellatlarıyla’ teker teker yüzleştiği ve mücadele ettiği sekanslar kuşkusuz aksiyon tutkunlarını memnun edecektir. Bu sekanslarda belli bir enerji, bazen beklenmedik anlarda patlayan yumruk yumruğa kavgalar ve oldukça kanlı geçen silahlı çatışmalar genelde dikkatimizi ayakta tutuyor ve adrenalimizi bazen yükseltiyor.

Sadece filmin, ‘zengin ve kötü kişilerinin’ asıl amacını ve felsefesini anlatmak konusunda yetersiz kaldığı düşüncesindeyiz. Bunu sadece zevk için, ‘sadistçe’ bir oyun kurup spor yapmak için olduğunu düşünsek bile filmdeki karakterler sanki daha farklı açıklamalar yapmak istiyorlar ama bunu asla dile getiremiyorlar…

Sonuç olarak filmi ‘The Hunt’ın belli ölçülerde ilgimizi ayakta tuttuğunu ve yönetmenin deştiği konularda ‘kötücül’ davranmadığını düşünsek de, nasıl kötü karakterler ‘spor için insan öldürüyorlarsa’ bu filmi yaratanlar için de, sanki ‘spor için film yapmışlar!’ gibi bir hissiyat doğuruyor.

Yönetmen : Craig Zobel

Senaryo : Damon Lindelof, Nick Cuse

Görüntü Yönetmeni : Darran Tiernan

Oyuncular: Betty Gilpin, Emma Roberts, Hilary Swank, Ethan Suplee, Justin Hartley, İke Barintholtz, Glenn Howerton, Teri Wyble

ABD / Aksiyon-Korku-Gerilim / 90 Dk.

OrtaKoltuk Puanı:

1 YORUM

  1. Bak nediyorum sana tam söylemek istediklerimi anlatmış filmi yorumlayan şahsiyet azıcık benden azıcık kendinden azıcık ta yönetmen , senarit ve bilmem daha bicok kişinin sesi olmuş varoool sadist ruhlu capitan…

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz