Başlat / Ready Player One
HAYAL EDEBİLDİĞİN SÜRECE GERÇEKSİN..
Başlat filminin yönetmen koltuğuna 1946 ABD doğumlu ” E.T. (1982), Schindler’in Listesi (1993), Indiana Jones serisi 1981-84-89-2008)” ve daha pek çok baş yapıta imza atan Steven Spielberg oturmuş.
Yönetmen Spielberg olunca doğal olarak merak ediyor insan nasıl olmuş diye filmi. Yönetmenden beklenti yüksek çünkü.. Birde, Ernest Cline’in aynı isimle çok satan ve dünya çapında fenomen olan kitabından uyarlama olunca seyircinin merakı dahada çok artıyor haliyle.
Film, 2045 yılında, Dünya kaos içinde ve yok olmanın eşiğindeyken başlıyor. İnsanlar kurtuluşu, eksantrik ve muhteşem James Halliday (Mark Rylance)’in yarattığı, büyüyen sanal gerçeklik evreni OASIS’te buluyorlar. Kahramanımız genç Wade Watts (Tye Sheridan) ise her gün bu oyunu oynamaktadır. Bir gün James Halliday ölür ve mirasını, sanal alemde sakladığı üç anahtarı ve paskalya yumurtasını bulana devredeceği açıklanır. Bunun üzerine herkes OASIS ismi verilen sanal oyununda üç anahtarı ve paskalya yumurtasını aramaya başlar ama kimse bulmayı başaramaz. Taa ki için işine Wade Watts ve arkadaşları dahil olana kadar..
Daha önce sinemalarda ”Avatar” ve ”Matrix” olarak herkesin büyük beğenisini kazanan ve daha sonra bir çok örneğini sayabileceğimiz sanal alem filmlerini izlemiştik. Bu filmde hemen hemen onların bir benzeri diyebiliriz. Gerçek dünyada yaşayan insanların bu sanal alemde yaşamaları ne kadar mümkün olabilir ki? Bence mümkün değil ama dedik ya ”Hayal ettiğin kadar gerçeksin!” diye.. İnsan oğlunun hayal gücünün sınırı yok. Başlat’tada sınır yok. Gerçek dünya ve fantezilerle süslü sanal dünya! Aslına bakacak olursanız çok tehlikeli bir oyun bu.. Gerçek dünyada kalabalık, yüklü miktarda problem ve hatırı sayılır derecede fakirlik. Sanal dünyada bunlar minimum düzeyde ve gerçek problemler yok denecek kadar az. Filmin seyirciye göstermek istediği de bu iki fark. Sanal dünya fantezisi güzel ama gerçek yaşam öyle değil. O nedenle insanların bir an önce eğlenceyi dozunda bırakıp akıllarını başlarına toplayarak gerçek dünyaya dönmesi şart.
Filmi izlerken 140 dakika boyunca sıkılmıyorsun. Eğlenceli, komik, aynı zamanda hayli büyüleyici ve yaratıcı bir hikaye var karşımızda. Buna, galaksiler arası kovalamaca, cesaret ve birazda romantizm eklenince hayli keyifli bir film çıkmış ortaya. 80’li-90’lı yıllara damga vuran King Kong, Godzilla, Chucky, T-Rex, Rubik Küpü, Buckaroo Banzai, Final Fantasy ve Atari oyunları sahneleri ile de filme ayrı bir nostalji ve lezzet katılmış. Yani sizin anlayacağınız tam bir nostalji şovu var karşımızda.
Bunun nedeni de Oasis oyununun yaratıcısı James Halliday’in 80’li yıllarda doğan birisi olmasıdır. Halliday, hep çocukluğunun geçtiği yıllara özlem duyar. 80’li yılların müziklerini, oyunlarını ve o yıllarda yaşayıp da aklından çıkaramadığı her şeyi yarattığı oyununda kullanır ve bunları oyununu oynayanlara da hissettirir.
Her hikayede olduğu gibi bu hikayenin de bir kötü adamı var. Sorrento (Ben Mendelshon), Halliday’in yanında çalışanlarından birisi. Halliday ölünce o’da tüm adamları ile mirasın peşine düşüyor ve önünde engel tanımıyor.
Filmin oyunculukları orta düzeyde. Zaten filmin büyük bir bölümü sanal alemde animasyon olarak çekildiği için oyunculara pek fazla iş düşmemiş. Kurgu gayet başarılı. Müziklerini de beğendim.
Sözün özü: Spielberg ustadan, yapım özellikle gençlere hitap etse de 80’li yılların çocukluğunu yaşayan izleyiciler içinde uzun süre adından söz ettirecek bir film. Avatar, Matrix filmlerini sevdiyseniz bu filmi de seveceğinizi düşünüyorum. Filmi, filmden tat alabilmeniz için Imax teknolojisi ile izlemenizi öneriyorum. İyi seyirler.