Taşınamayan Yükler…
Dünya prömiyerini 27. Adana Uluslararası Altın Koza Film Festivali’nde yapan “Ben Bir Denizim“, bu hafta Netflix’de gösterime girdi. Yine Netflix platformunda gösterilen “Kağıttan Hayatlar” ile son dönem kimi konu benzerlikleri ile gündeme gelen ve yönetmenliğini ve senaristliğini genç yönetmen Umut Evirgen‘in yaptığı film, aynı zamanda kendisinin ilk uzun metrajlı filmi. 2019 yılında çektiği “İyi Yemek Öldürür” isimli kısa filmiyle yönetmen Evirgen birçok ödüle uzanmıştı. Evet, tıpkı “Kağıttan Hayatlar” filminde olduğu gibi, bu yapımda da ana karakter olan Deniz (Gürberk Polat) bir kağıt toplayıcısı. Çekilen mekanlar, özellikle depo kısmı, kağıt toplama aracının dar sokaklarda geçtiği sahneler ve oluşan atmosfer itibariyle kimi benzerlikler olsa da, doğrusu bu film ile “Kağıttan Hayatlar” yapımı arasında iddia edildiği gibi başka bir benzerlik bulamadım.
Deniz, topladığı kağıt ve kartonları bir nevi patronu da olan babasına (Serkan Keskin) götürür. Kazancın büyük bir kısmı babasında kalmaktadır. Üstelik babası annenin kimi sorumluluklarını da üzerine aldığı düşüncesi ve geçmişindeki belki de kimi travmalarından kaynaklı olarak oğluna çok kötü davranmaktadır. Deniz’in, özellikle Suriyeli kağıt toplayıcılarının gerisinde kalarak kimi zaman depoya eli boş dönmesine hiç müsamaha göstermez.
Deniz, bu bakımdan yalnızdır. Bir tek dilsiz bir ayakkabı boyacısı kızı kendisine yakın görür. Ancak bir gün yine kağıt ararken girdiği bir inşaat alanında Nisan (Sitare Akbaş) isimli, kendisine göre daha özgüveni yüksek, uçarı bir kızla karşılaşır. Nisan, ona herkes gibi davranmaz. Karton bulmasına yardımcı olur. Bundan dolayı da Deniz tarafından kendisi “melek” olarak nitelenir. Bir süre sonra aralarında duygusal ve tensel yakınlık başlar. Ancak ortada çözülmesi gereken sorunlar vardır: Babalar, onların hülyalarına karşılık vermemektedirler ve sonraki devam eden uğursuzluklar, Deniz’in kolay yoldan para kazanma tercihleri hep buradan doğmaktadır…
Yavan Senaryo ve Karakterler...
Dürüst olacağım ve çok uzatmadan söyleyeceğim. “Ben Bir Denizim” filmini hiç beğenmedim. Bunu Sitare Akbaş‘ın Adana Film Festivali’nde “Türkan Şoray Umut Vadeden Kadın Oyuncu” ödülüne uzanan, kısmen başarılı oyunculuğuna ve sualtı çekimlerindeki kamera çekim başarısına rağmen ileri sürüyorum. Öncelikle senaryodaki karakterler o kadar filmin malzemesi olan kağıt, karton benzeri güçsüz olmuş ki. Deniz karakterini canlandıran Gürberk Polat, kağıt toplayıcısı bir gencin içindeki yalnızlığı yansıtmakta ne fiziksel olarak ne de ruhen ne yazık ki hiç başarılı görünmüyor. Aslında “Kağıttan Hayatlar” filmine de bayılmamıştım. Ancak yine de Çağatay Ulusoy‘un oyunculuktaki deneyimiyle ana karakteri sunmakta ortalama bir başarısı vardı.
Sitare Akbaş‘ın “Nisan” karakteri de hiç oturmamış. Bir kere Deniz ile bir anda oluşan o duygusal duruma, metnin zayıflığı nedeni ile biz hiç giremedik. Bir anda tensel yakınlaşma oldu, bir anda aşk doğdu ve aniden evliliğe karar verildi. İstanbul’un ortasında keçilere yem verirken onları görmemiz ise uzun sürmedi. Deniz’in babası ile kurduğu ilişkilerde de tam bir yetersizlik göze çarpıyor. En son İzmir Açık Hava Tiyatrosu’nda Molière‘in “Cimri” oyununda tiyatro sahnesinde de izleyip oyunculuk yeteneğine bir kez daha şahit olduğum Serkan Keskin‘in artık didaktik ve karşısındakine sürekli diskur çeken oyunculuk anlayışının kendisini gittikçe tekrara düşürme tehlikesini barındırdığını belirtmek isterim.
Bir kuruşun hesabını yapan babanın, oğlunu bir meyhaneye götürüp kadınlara ilişkin oldukça mizojini ve maçoca görüşleri ileri sürdüğü kısımlar o kadar yavan ki. Ve Deniz’in annesi ile yaşadığı geçmiş durumu da bilemeden kalkıyoruz ekran önünden. Filmin en büyük sorunu tam da burada zaten. Her şey yarım bırakılıyor “Ben Bir Denizim” filminde. Dilsiz ayakkabı boyacısı kimdir, Deniz gibi Nisan’ın annesi nerededir ve Nisan ile babası nereden gelmişler ve nereye gideceklerdir? Ortada yarım bırakılmış bir düzine soru… Deniz’in babasının spoiller vermemek için açıklayamadığım son sahnelerdeki iyice ayyuka çıkan kötülüğünün nedeni nedir ve sonraki pişmanlıklarının sebebi? Hepsi tam bir muamma…
Ne Deniz Gibi Güzel Ne de Nisan Gibi Bahar Havasında…
Film bu eksikliklerle sınırlı kalsa, bir ölçüde yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi diyerek daha müsamahalı olabilirdim. Ancak bunun yanı sıra aklımızla alay eden o kadar çok sahne var ki filmde, tüm bunlar artık pes dedirtiyor. Hele mahkeme sahnesi o denli gerçekten uzak ki! “Ne var canım bunda, Türk Sineması’nda hangi mahkeme sahnesi birebir gerçeğe uygun ki” diyeniniz çıkarsa Dünya Sineması ile yarışmakta olan bir sinemamız bahsini artık bir yere bırakalım o zaman, derim ben de. Filmin ilk sekanslarından sonuna kadar devam eden o hareketli ve yer yer yana doğru uzanan kamera çekimleri de bir yerden sonra yorucu gelmeye başlıyor. Ayrıca not edelim, filmde çok müzik kullanılmadığını da görüyoruz.
Son dönem özellikle Suriyeli göçmenler nezdinde daha görünür olarak karşımıza çıkan kağıt toplayıcılarının o fukaralıkla yüklü hikâyelerinin sinemaya yansıması doğal ve güzel de. Ve fakat bunların sosyal gerçekliğe uygun anlatımlarla ve buna uygun estetik kaygıyla aktarımına ihtiyacımız var. “Kağıt Toplayıcısı” filminde ana hikâye, kendince ilginç ama çokta başarılı bulunmayan bir bağlama oturtulmaya çalışılmıştı. “Ben Bir Denizim” ise baba oğul ve sevgili üçlüsü üzerinden yansıtılan öyküsü, karakterlerin ve olayların yavanlığıyla aklımda kalacak maalesef… Bu nedenle de karakterlerin ismiyle belirtirsem, ne deniz gibi berrak ve güzel bir görüntü ne de nisan gibi bahar umudu havasını aldım… Yine de, tabi ki izleme konusunda tercih sizin…
Yönetmen / Senaryo : Umut Evirgen
Görüntü Yönetmeni : Veli Kuzlu
Kurgu : Naim Kanat
Müzik : Cem Öget
Oyuncular : Serkan Keskin, Celil Nalçakan, Gürberk Polat, M. Sitare Akbaş, Aslı Sancar, Seda Akman
Türkiye / Dram / 75 Dk.