Dolapta cesetler var!
Yönetmen Rian Johnson’un son filmi ‘Bıçaklar çekildi’, başta ünlü yazar Agatha Christie’nin kitaplarından uyarlananlar olmak üzere, beyazperdede birçok defa tanık olduğumuz ‘Katil kim?’ sorusunu işleyen bir gerilim yapımı… Yönetmenin senaryosunun merkezine koyduğu ortam ve karakterler çok bilindik hatta belki biraz klişe koksa da, Johnson elindeki bütün ‘barutu’ sadece esrarengiz katili ortaya çıkarmakta harcamadığını kanıtlıyor ve filmine kattığı kara mizah ve etkileyici oyuncu kadrosuyla bir şekilde ‘Gemisini limana yanaştırmayı’ beceriyor. Sonuç ise tabii ki devrimci bir yapım olmasa da, keyifle izlenen, hoş bir ironi taşıyan, klasik ama ilginç bir gerilim filmi.
Çok zengin ve ünlü bir yayın evi sahibi Harlan Thrombey, seksen beşinci yaş gününde odasında ölü olarak bulunur. Başta kendi boğazını keserek(!) gerçekleştirdiği bir intihar gibi duran bu olayı araştıran polis, formalite icabı bile olsa aynı malikanede yaşayan aile üyelerinin ifadelerini alır. Soruşturmaya sonradan dahil olan ve davada giderek aktif bir şekilde rol alan detektif Benoit Blanc yavaş yavaş huzurlu görünen aile ortamının hiç de öyle olmadığını ve aile içinde bir cinayete sebebiyet verecek derecede çıkar çatışmaları ve açığa çıkmamış sırlar bulunduğunu keşfeder. Dava ilerledikçe olaydaki cinayet şüphesi artar ve herkes gerçek yüzünü göstermeye başlar…
Katil bizim uşak!
‘Bıçaklar çekildi’ açılışından itibaren oldukça tempolu bir şekilde ve beklenmeyecek derecede çok ‘çene çalmalarla’(!) senaryosunun omurgasını oturtuyor. Beklenildiği üzere zengin ve yaşlı bir adamın şüpheli ölümü, cinayetin baş şüphelileri aile fertleri, olayı araştıran kurnaz bir detektif ve su yüzeyine çıkmamış aile içi hesaplaşmalar, bu tür filmlerin ‘olmazsa olmazı’ sayılabilecek durumlar ve karakterler olarak yerlerini alıyorlar. Bu klasik karakterler arasında belki de ayrı bir yere oturan tek kişi, bütün olayların fitilini ateşleyen hizmetçi ve özel hemşire kız Marta Cabrera oluyor. Bu masum ve iyi kalpli genç kız, hizmet ettiği Harlan Thrombey’le yıllar içinde bir arkadaşlık bağı kurmuş ve diğer aile fertlerinin çıkarcılıklarından kendini uzak tutmuş gibi görünüyor. Bu ‘dışarıdaki’ karakteri ideal bir ‘anlatıcı’ ve ‘sessiz tanık’ olarak gören yönetmen yavaş yavaş kamerasını onunla olaya giderek dahil olan Benoit Blanc’a çeviriyor.
Seyirci olarak ilk ilgilendiğimiz konu ‘katilin kim olduğu’ gibi görünse de yönetmen filminin merak ve dikkat konusunu tek bir yere bağlamamak için bu iki karaktere de alışılmadık özellikler ekliyor.
Hercule Poirot veya Miss Marple değil!
Öncelikle filmin en masum (en azından öyle görünen) karakteri Martha istese bile yalan söyleyemeyecek, doğruluk timsali bir karakter. En ufak yalanı söylediğinde midesinin bulanıp, anında kusması (!) filmin barındırdığı kara mizah dozunun ilk sinyallerini veriyor. Dolayısıyla Marta’nın hem her zaman olayları doğru anlatması hem de hizmet verdiği adamla kurduğu arkadaşlık bağı sayesinde ister istemez aile üyelerinin bütün ‘kirli çamaşırlarına’ tanık olması filmde ideal bir ‘rehber’ rolü oynamasını sağlıyor. Başka bir deyişle bu karakter ‘olayı çözmek’ için değil ‘olayı gözlemlemek’ için güçlü bir dayanak noktası oluşturuyor.
Filmin asıl dedektifi Benoit Blanc da bu tür filmlerin klasik kahramanlarından farklı özellikler taşıyor. Bilindiği üzere gerilim filmlerinde ‘olayı çözen’ karakterlerin en bilinenleri Agatha Christie’nin yarattığı Belçikalı dedektif ‘Hercule Poirot’ ve yaşlı bayan ‘Miss Marple’dır. Bu iki kahramandan Poirot kariyerini tamamlamış ve her ikisi de biraz istemleri dışı kendilerini karışık bir suçun içinde bulan, genelde etraflarında baş gösteren olayları gözlemleyen ama nadiren müdahale eden kişilerdir. Ancak bu karakterler keskin zekaları ve ustalıklı araştırmaları sayesinde olayı çözerler ve genelde ‘bütün şüphelileri evin salonunda toplayıp’ katili polise teslim ederler.
Benoit Blanc ise çok daha genç, enerjik ve ‘müdahaleci’ bir karakter sergiliyor. Her ne kadar filmin başında kendisi olayı asıl araştıran polislerin arkasında, sessizce, olayda sadece bir ‘danışman’ olarak tanıtılsa da dava sürdükçe ve derinleştikçe olayın ana karakterlerinden biri haline dönüşüyor. Hatta sadece cinayeti çözmedeki kilit kişi gibi değil aynı zamanda baş şüphelileri sorguya çekerek, kışkırtarak, itiraf ettirerek veya bazılarının tarafını tutar gibi davranarak son derece aktif ve kontrolcü bir portre çiziyor. Bu eylemler sırasındaki ironik tavrı, rahat hareketleri ve zengin aile üyelerinin aralarındaki ‘boş’ konuşmalar bahsettiğimiz kara mizahi iyice belirginleştiren sekanslar olarak göze çarpıyor.
Karizmatik baş şüpheliler!
Filmin benzerleri arasında öne çıkmasının ve hoş bir şekilde akmasının en büyük nedenlerinden birini de tabii ki etkileyici oyuncu kadrosu oluşturuyor. Soğuk ve içten pazarlıklı aile fertlerini canlandıran (artık belli bir yaşa gelmiş) Jamie Lee Curtis, (eski zafer günlerini hatırlatan) Don Johnson, (her zamanki gibi çok başarılı) Toni Colette, Michael Shannon ve ( Kaptan Amerika’dan çok farklı bir şekilde) Chris Evans kusursuza yakın performanslar sergiliyorlar. Harlan Thrombey’e hayat veren usta oyuncu Christopher Plummer ideal bir kurban (ama kesinlikle pasif değil) portresi çiziyor. Blanc’ı canlandıran Daniel Craig ise sanki ‘post-modern’ bir James Bond’u hatırlatıyor. Otuzdan fazla yapımda yer almış olsa da özellikle ‘Knock knock’ filmiyle aklımızda yer edinen Ana de Armas da gerçekten başarılı…
Kısaca, ilk bakışta ‘Bıçaklar Çekildi’ klasikleşmiş konusu, çok şaşırtmayan çözümlemesiyle ve düz akışıyla türünde çok yeni şeyler vaat etmiyor gibi duruyor. Ancak bizce bütün bunları ince bir kara mizahla süsleyip, ciddi bir tempo katıp ve usta oyunculardan üst düzey performanslar ekleyerek sunmak da ciddi bir yönetmenlik becerisi gerektiriyor.
Yönetmen / Senaryo : Rian Johnson
Görüntü Yönetmeni : Steve Yedlin
Müzik : Nathan Johnson
Oyuncular : Daniel Craig, Chris Evans, Michael Shannon, Ana de Armas, Lakeith Stanfield, Jamie Lee Curtis, Don Johnson, Tony Collette, Lakeith Stanfield, Christopher Plummer
ABD / Polisiye-Suç-Komedi / 130 Dk.