Bir Aşk İki Hayat

İstanbul’un Anadolu’daki incisi Kadıköy’e Güzelleme

Kadıköy’ün kendisi aşk!

Yer, uzam, kahraman birbiriyle bütünleştiği zaman ortaya doyurucu  şeyler çıkabiliyor…Bu üçlü arasında seyircinin psikolojisine bağlı olarak biri daha fazla önem kazanıyor; bu kez bende mekan öne çıktı; yani gittiğimiz her seferde hayran olduğumuz, kendimizi ait olmak istediğimiz yer olarak algıladığımız ve her defasında yeniden keşfediyormuş hissi yaşadığımız Kadıköy’ün o dar ve sıcak  caanım sokakları…Tıpkı “Aşk Tesadüfleri Sever” filminde Ankara’nın Gazi Mahallesinin öne çıktığı gibi…

Hikayenin sonu filmin başlangıcı; ancak o sonun ne olduğunu da yine filmin sonunda görüyorsunuz. Bu başlangıçtan da anlaşılacağı üzere “neyi” den ziyade “nasıl” anlatırımın üzerinde durulmuş. Filmi birazcık farklı yapan da  bu anlatım zaten.

Filmde çok derin metaforlar olmasa da kendi çapında ciddi eğretilemeler var. Tabii bu eğretilemeleri belli birikimleri olanlar daha iyi anlayabiliyor…

 Benim de aradığım sinemada Metafor!

Kadın kahraman Deniz de (Bergüzar Korel)  bir eğretileme ustasıdır zaten.

Deniz ve Umut (Engin Akyürek) birlikte sohbet ederek Bahariye’de yürürken dört mevsimin birden yaşanması, konuşmanın içeriğine göre mevsimlerin akması ve kıyafetlerin değiştirilmesi, şemsiyenin açılması ve kapanması( bu sahneyi yabancı bir filmde seyretmiştim, hangi film olduğunu şimdi hatırlamıyorum, esinlenme olmuş), bu konuşmalar sırasında “meslek hayatı” derken okulun önünden geçmeleri, birkaç sahnede kendi söyleyecekleri sözleri evde sinema seyrederken izledikleri film aracılığı ile söyletmeleri, ikili hayatın birinde çocuğun hastalığı diğerinde Umut’un annesinin hastalanması ve hastane sahneleri, “her duyguyu anlatmak gerekir” derken çadırdan yıldızları setyretmeleri gibi orjinal bölümleri ilgimi çeken eğretileme  sahneleri oldu…

Filmdeki göndermeleri de atlamamak gerekir: “Bireyin hayat boyunca  yaptığı seçimler , zorunluluklar ve sorumluluk kendi içinde muhasebeyi getirir” kuramının etkilerini görerek “varoluşçuluk” felsefesine, evlilikten ve çocuk bakmaktan bunalan Deniz’in “..bana ait bir oda bile yok” derken, Virginia Wolf’un “Kendine Ait Bir Oda” romanına, “Ah Güzel İstanbul” filmiyle Sadri Alışık, Ayla Algan ve filmin yönetmeni Atıf Yılmaz’a ( ve tabii İstanbul’a) Yine başka bir Türk filmiyle İzzet Günay ve Nilüfer Koçyiğit’e, Umut’un  odasında bulunanan; kültür, sanat, edebiyat dergisi olan “Kafasına Göre” ye yapılan göndermeler de filmin önemli kesitlerini oluşturuyor.

vee asıl filmin çıkış konusu, hayatımızın önünde duran seçenekler ve aldığımızın kararların sonuçları…. “Hayat aldığımız küçük kararların toplamıdır” derken; Umut’un köpeğini alıp dışarıya çıktığında  hayatının seyri ya da evde kaldığında hayatının seyrinin nasıl değiştiğine şahit oluyoruz. Bana kalırsa ister evde kal, ister dışarıya çık (küfür edemediğim için malum sözcüğü kullanamıyorum) rezil bir hayat işte. Biz ise o rezilliğin üstünü kapatmakla meşgulüz.  Evde kalsa ne olur, dışarıya çıksa ne olur, öncesinden zaten hayatları berbat; Deniz ergenlik döneminde annesini babasını bir trafik kazasında kaybetmiş, Umut dersen kendisini tanımayan alzheimer bir anneyle babasız geçen geçmişini sorguluyor; üstelik günümüz koşullarında bir şeyleri başarma derdinin ne kadar güç olduğu gerçeğiyle başbaşa…

Bütün bu marazi hayatların en anlamlı yanı ise AŞk’tır. Onun da sonu vardır. (Bu yüzden “k” harfini küçük yaptım.) Geriye ne kalıyor “anlamsız bir hayat”  Aşk hiç olmazsa bir süreliğine hayatı daha katlanılır kılıyor…

Kadıköy sahilde uzun masalar kurulmuş düğün sahnesi, apartmanlar arasında özgürlüğünü arayan uçurtma görüntüsü,kuşların uçuşu ve martıların sesi filmin hoş sahnelerinden; yalnız bu kadar esinlenmek ( “taklit” demeye dilim varmıyor) yerine daha orjinal fikirler bulup kendi yaratıcılığımızı ortaya koymamız gerek, Uzun masaysa; bu zengin yemek kültürümüzle dünyanın en orjinal masasını İtalyanlar değil bizim kurmamız lazım. Eğretileme diyoruz ama eğretilemeleri başka yerlerden alıyoruz.   Metaforu iyi bilirim, kıymetini de! Zeka gerektirir, yaratıcılık gerektirir…Böyle sahneler düşünüldüğü zaman gerçek eğretileme ustalarına sorulsun hiç değilse; ancak o zaman Umut’un Deniz’e aşk sözü olarak söylediği “sen benim upuzun sofram oldun” cümlesi anlam kazanır..

Oyunculuklar kıvamında; abartı yok, ne fazla ne eksik doğal seyrinde (ben böyle oyunculuğu tercih ediyorum) Bir an, sevişme sahnelerinin Bergüzer Korel’in evli olması nedeniyle yapay olacağını düşündüm ama yanılmışım iki sevgili olarak gerektiği gibi gayet güzel seviştiler.

Eleştirimi bitirirken filmin müziğinde geçen Cem Adrian ve Şebnem Ferah’ın şarkısını dinliyorum…

Filmin özeti

Ya da hayatlarımızın…

Hala içimde bir şey, sanki umuda benziyor..

bana unutma diyor susuyorum, susuyorum..

orda uzakta bir yerde..

artık zayıflayan bir ses bana vazgeçme diyor..

duyuyorum, duyuyorum..

bir rüya içinde, ağır ve sessizce..

ince buz üstünde yürüyorum..

önümde duvarlar, gözlerimde bağlar..

alevler içinden geçiyorum..

hayat..

daha kaç kere vurup, kaç kere kıracak, kaç kere yıkıp, kaç kere savuracak..

kalbim..

kalbim..

daha kaç kere çarpıp, kaç kere duracak,

kaç kere inanıp, kaç kere unutacak,

hayat..

hayat..

daha kaç kere vurup, kaç kere kıracak, kaç kere yıkıp, kaç kere savuracak..

kalbim..

kalbim..

daha kaç kere çarpıp, kaç kere duracak, kaç kere inanıp, kaç kere unutacak…

OrtaKoltuk Puanı:

3 YORUMLAR

    • Bir yıldan fazla olmuş ben filme eleştiri yazalı, hatırladığım kadarıyla bir insanın yaşayabileceği iki durumu anlatıyordu. Bence bir daha izleyin o zaman anlarsınız.

  1. çok güzel eleştiri olmuş.. farkına varmadığım yönleriyle tekrar izlemiş kadar oldum. fakat anlamadığım iki konu var
    1: “evli ve çocuklu Umut” o “kötü kadın”la ne ara yakınlaştı?
    2:” köpeği vefat eden Umut” deniz adını nerden biliyor?

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz