Daha
İNSANLARI ÇARESİZ BIRAK, İÇ ORGANLARINDAN ROKET YAPARLAR! (Hakan Günday)
Sinemada, tiyatro uyarlamanın ardından gelen ikinci en zor iş roman uyarlamaktır. Sınır tanımaz düş gücüyle okunabilen kitap, sinemanın tek yanlı bakışında zenginliğini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Bu sebeple, önemli sinemacılar romanı uyarlamaktansa, kitaptan esinlenerek, yazarın dünyasının sinematografik karşılığını oluşturmaya çalışırlar.
Bu tür bir yazar-yönetmen buluşmasının sadece Türk değil Dünya Sinemasında da benzersiz bir örneği 1991’de sinemamızın en büyük “auteur”lerinden Ömer Kavur’un, senaryoyu da yazan Orhan Pamuk’un “Kara Kitap” romanındaki bir öyküden yola çıkarak yönettiği “Gizli Yüz”dür. Sinema ile edebiyatın bu olağanüstü birlikteliğinden çeyrek yüzyıl sonra, benzer bir mucize, Onur Saylak’ın, Hakan Günday’ın “Daha” adlı romanından esinlenerek çektiği ilk uzun metrajında gerçekleşiyor.
1976 Rodos doğumlu Hakan Günday ilköğrenimini Brüksel’de, orta öğrenimini Ankara’da, üniversiteyi sırayla Ankara, Brüksel ve yine Ankara’da tamamlamış. 24 yaşında yazdığı, iki Türk gencinin Afrika’da başlayıp Amerika’ya, oradan Türkiye’ye uzanan, şiddet ve cinsellikle yüklü, hayatın kıyısında gezinen hayatlarını anlatan ilk romanı Kinyas ve Kayra (2000), kimi eleştirmenlerce yeraltı edebiyatının parlak bir örneği olarak görülmüş. Önce okuduğumuz hiçbir romana benzemeyen bu kitabın ardından gelen Zargana (2002), Piç (2003), Malafa (2005), Azil (2007), Ziyan (2009), Az (2011) ve Daha (2013) ile bir yeraltı edebiyatının değil, yarattığı hem gerçekçi hem fantastik, şiddetin, seksin ve ölümün kol gezdiği ölümcül ve karanlık dünyası ile bir Hakan Günday edebiyatının var olduğu belirginleşmiş.
Daha (2013), sadece ülkelerindeki savaş, açlık ve yoksulluktan kaçmak için sonu belirsiz bir yolculuğa çıkan göçmenlerin ve mültecilerin değil, asıl onları kaçıranların, bu göçmen trafiğinden nemalananların öyküsü. Romanın adı üç kıtadan gelen mültecilerin bildiği tek Türkçe sözcükten geliyor: daha. Daha dava, daha su, daha yemek… Göçmen taşımacılığı yapan babasıyla birlikte yaşayan Gazâ’nın gözünden anlatılan öyküde baba ile oğlu, mültecileri araçlarıyla taşıyarak evlerindeki depoya yerleştiriyor/hapsediyorlar, zamanı gelince de teknelere teslim ediyorlar.
Onur Saylak, öncelikle radikal ve çok doğru bir kararla, romanı uyarlamayı değil, romandan esinlenen bir film yapmayı tercih etmiş. Bir ikinci çok doğru karar da filmin senaryosunu Doğu Akal ve Hakan Günday’la birlikte yazmak olmuş. 400 küsur sayfalık romandan yola çıkarak Gazâ’nın sadece 14 yaşına odaklanan, yazarın daha da sert dünyasını bir nebze yumuşatan senaryo Günday’ın varlığı sayesinde yazarın kendine has dünyasını başarıyla aksettiriyor.
Sinemada oyuncu olarak hak edilmiş bir yer edinen, bu sezon “Arzu Tramvayı”ndaki Stanley Kowalski yorumuyla çok başarılı bir tiyatro oyuncusu olduğunu da ispatlayan Onur Saylak, bu kez karşımıza ilk film tuzaklarının hepsini aşmış usta bir yönetmen olarak çıkıyor.
Feza Çaldıran’ın dört dörtlük görüntü yönetimi ve Ali Aga’nın kurgusunun da desteğiyle “Daha”, iki saate yakın süresince temposu hiç düşmeyen, soluk soluğa izlenen müthiş düzeyli bir çalışma.
Hikâyenin mültecilerle ilgili belgesele yakın bölümleriyle, Gazâ’nın karanlığa yolculuğunu izleyen neredeyse gerçeküstücü sahnelerinin uyumu müthiş. Oyunculuktan gelen bütün yönetmenler gibi ekibinden dört dörtlük bir performans elde ediyor. İrili ufaklı bütün yan roller çok inandırıcı. Filmin temel direğini oluşturan Ahad – Gazâ ikilisiyse müthiş.
Hem oğluna, hem de mültecilere çok kötü davranan, onları insan gibi bile görmeyen, hayatta başarmak için kötü olmak gerektiğine inanmış Ahad olarak (yazarkan farkettim ki Ahad Daha’nın tersten okunuşu), arada bir dozunu biraz kaçırsa da Ahmet Mümtaz Taylan, sinemamızda yıllardır izlediğimiz en kötücül karakterlerden birine başarıyla can veriyor.
Ama filmin asıl yıldızı Gazâ’ya gerçekten hayat veren Hayat Van Eyck. Başlarda mültecilere daha içten daha insancıl bakışından, babasının baskısından kurtulmaya çalışarak İstanbul’a kaçma çabalarına, giderek sıkışmışlığının etkisiyle farklılaşmasına, çok az konuşarak, az mimikle, seyirciyle neredeyse sadece gözleriyle iletişim kurarak tüm yaşadıklarını, tüm acılarını, tüm değişimini bire bir aktarıyor. Geleceğin büyük oyuncularından biri olmaya aday.
Çok önemli bir genç yazarımızın çok iyi bir kitabından yola çıkarak, reel ile sürreeli ayıran incecik çizgiye başarıyla oturan, çok iyi oynanmış, çok iyi yönetilmiş bir film. Yılın ilk başyapıtı.